23 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır17°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin3°C

TARİH TEKERRÜR MÜ EDECEK?

Ahmet İnsel

29 Ekim 2016 Cumartesi 09:39

İhyacı veya yeniden dirilişçi Sünni muhafazakârlıkla şoven Türk milliyetçiliğinin birleşmesinden oluşan bir iktidar bloku bugün egemen. 15 Temmuz darbe girişiminden çok önce başlayan bir örtük ittifak, açık işbirliğine dönmüş durumda. 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını bastıran AKP hükümeti, ilk elde polis içindeki Gülen Cemaati’ne bağlı olduğu iddia edilen kişileri ayıklamaya başlamıştı. Gülencilerin daha önce kızağa çektirttiği polisleri, tasfiye edilenlerin yerine getirmişti. Bunların çoğu MHP sempatizanıydı. Yargıda ise, Gülencilere karşı muhafazakâr milliyetçiler ve ulusalcıların desteğiyle bir karşı cephe oluşturulmuştu. 

MHP yönetimi, 7 Haziran seçimlerinin ertesinde Tayyip Erdoğan’a büyük bir lütufta bulundu. Bahçeli’nin aldığı kimseyle uzlaşmama tavrı, MHP’nin Meclis’te HDP’nin gerisine düşmesine karşı duyduğu tepkinin sonucu değildi sadece. Bu partinin tarihsel varoluş nedeniyle ilgili bir refleksti sergilenen. Bugün fiilen yürürlükte olan AKP-MHP koalisyonu o dönemde başladı. İktidar da, MHP içindeki muhalefetin önünün kesilmesi ve tasfiye edilmesine yardım ederek bu ittifakı pekiştirdi. 

15 Temmuz sonrasında başlatılan çok büyük temizlik operasyonunun yarattığı boşluk gene, mümkün olduğu kadar, milliyetçi muhafazakâr kadrolarla dolduruyor. MHP sempatizanı tabanın AKP’nin tabanına en yakın sosyolojik çevreyi oluşturması, bu iki taban arasındaki geçişkenlik bunun bir nedeni. Diğer neden ise, bugün iktidarın tepesinde Sünni Türk muhafazakâr-milliyetçi refleksin baskın hale gelmesi. Başkanlık projesi, giderek milliyetçi-muhafazakâr Sünni Türk iktidar modeli olarak şekilleniyor. 

Kürt sorunu konusunda hem ülke içinde, hem Irak ve Suriye’de yürütülmeye çalışılan politika bu bütünleşmenin ideolojik harcını oluşturuyor. Organik harcı ise milliyetçi muhafazakâr kadroların kamu kurumları içinde boşalan yerlere yerleştirilmeleriyle karılıyor. Güvenlik devleti icraatları olarak kendini tanımlayan ama bunun sınırlarını katbekat aşan siyasal-toplumsal hedefler dile getiriliyor. Bir yanıyla yayılmacı emellerin depreştiği, diğer yanıyla muhafazakâr-milliyetçi sultaya boyun eğmeyen Kürtlerin iç düşman ya da hain olarak halledilmelerini nihai çözüm olarak gören bir politika hayata geçiriliyor. İç ve dış sorunun salt askeri-polisiye yöntemlerle çözülmeye çalışılması, istiklal ve istikbalin olmazsa olmaz koşulu olarak sunuluyor. Her gün yeni bir cephe açan, “yedi düvele meydan okuyan”, daha doğrusu okuduğunu zanneden bu kabarma hali maceracı bir mecraya ülkeyi sürüklüyor. 
Benzer bir ruh hali bu coğrafyada daha önce de yaşandı. Türkiye’de bu muhafazakâr-milliyetçi tahakküme çanak tutanların, destekleyenlerin, yapılanları yeterli bulmayanların sözleri ve ruh halleri, Osmanlı İmparatorluğu’nda Birinci Dünya Savaşı’na girmeden hemen önce yönetici sınıfa ve onu destekleyen Sünni Türk ve Türkleşmiş toplumsal kesimlere hâkim olan ruh haline benziyor. O zamanın gayrimüslimleri şimdi Kürtler. O zamanın geri alınacak kaybedilmiş Balkan toprakları şimdi güney sınırlarımızın ötesinde yer alıyor. Diyarbakır Belediye Eşbaşkanlarını gözaltına alıp muhtemelen tutuklamak ve yerlerine kayyım atamak, HDP milletvekillerinin etrafında adım adım soruşturma, gözaltına alma, tutuklama çemberini daraltmak, 1990’lara geri dönüşten çok daha öteye gidebilecek bir yolda adım atmak demek. Daha önce söylenen sözlerin, yaratılan umutların ardından, şimdi bir tür siyasal tehcir politikası yürütmek, buna karşı oluşacak tepkilerin biçim ve boyutlarının da eskilerinden çok farklı olmasına zemin hazırlıyor. Bölücülüğün uzun vadeli nesnel koşullarını bu iktidar bloku üretiyor. 

Geçmişte de böyle olmamış mıydı?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.