22 Kasım 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara15°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

SUYU DİLE GETİREN FEQİYÊ TEYRAN

Mücahit Bilici-

30 Ekim 2013 Çarşamba 08:09

Düşünün ki dünyada bir tane daha Yunus Emre var ve bizim bundan haberimiz yok. Sadece habersiz değilmişiz, habersiz bırakılmışız. Hakikati dile getirdiği için konuştuğu dile letafet katan Yunus Emre’nin hakikati, acaba başka dilde konuşulsaydı, o dil de latif olur muydu? Eğer dili Kürtçe olsaydı, Yunus Emre’nin de adı Feqiyê Teyran olur muydu? Olurdu ama izin verilmemiş. Geçen günkü yazımda “suyla güreşip, onu dile getiren bu adamı acaba niye tanımıyoruz” diye sormuştum. Evet, hakikate ihanet edilmiş.

İnsanlığı kendisinden mahrum bıraktığımız bu zatı, hem de kolaya kaçarak, tanıyalım: Feqiyê Teyran, Kürdistan’ın Yunus Emre’sidir. Hakikatin bile millileştirilmesine alışmışlara ancak milli bir hakikatle benzerliği üzerinden tarif etmek zorunda kaldığımız bu hak aşığı, Hz. Süleyman gibi, kuşların dostudur. İddiasız bir öğrenicidir. Feqi’dir çünkü öğrenmekten mezuniyete kendisini terfi etmek istememiş, kâinat kadar büyük bir cevap karşısında mütevazı bir soru olarak kalmayı tercih etmiştir. Feqi’nin, yani öğrenicinin kuşlarla (Teyran) yakınlığından ise rivayetlere göre Attar’ın Simurg’u sorumludur.

Feqiyê Teyran Müküs’ludur (Van, Bahçesaray). 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın başlarında yaşamış, su gibi berrak bir “hakk” ozanı ve şeffaf bir hakikat kâşifidir. Varlıkla arkadaş olmuş, vücutta vahdet yolunu seçmiş bir kâinat yolcusu olarak eserler vermiştir. Destanvari hayatını şiir etmiştir. İnsan kalbi ile suyun şırıltısı arasındaki mesafeyi şiirleriyle kapatmış bu vahdet tercümanının dile getirip konuştuğu su ise Botan Nehridir. Onun o su gibi aziz “Ey Av û Av” şiirini düzyazı olarak özetleyerek bu gazete sütununa sığdırmaya çalışmıştım. Her satırında hikmet ve irfan dizili bir şiire bunu yapmamalı. Fakat benimkisi basit bir ihbarcılıktır. Zira bu sütundan o şiire ve o şaire bakmaya bir çağrıdır.

Mezar taşı (şahidesi) Bitlis’in Hîzan ilçesinin Şandis (Dayılar) köyünde geçen hafta bulunan Feqiyê Teyran hakkında daha geniş bilgi için klasik Kürt edebiyatı üzerine çalışan az araştırmacıdan biri olan M. Xalid Sadînî’nin bihar Yayınları’ndan çıkan kitaplarına bakılabilir.

Hiç kimsenin su’ya sormadığı (sorsa akıldan düşeceği) soruyu sorarak, Feqi aslında fıtrattaki dolaysızlığa iniyor. Hem nutkun hem de mantığın kapsama alanından çıkıp, niyetsiz taat eden ve varlığı zikir olan bir varlıkla konuşuyor. Zira su, cansız olmakla birlikte hem hayata kaynaklık etmesi hem de hayatın semptomu olan hareket özelliğine sahip olması dolayısıyla cansızların en canlısı, ayaksızların en güzel yürüyenidir. Böyle bir suyun direnci, onun dilini konuşabilen bu adama karşı kırılıyor ve su dile geliyor. Yani Feqi fıtrata inebildiği için su bilince çıkabiliyor. Yunus Emre’nin dertli dolabı ile Feqiyê Teyran’ın aşk ile akan suyu “dili kalbe indir”ip Mevlana gibi dönenlerin hâl-dilini konuşuyorlar. Onlarınki bir inilti yahut bir şırıltı. Toprağı hor görmeyenlerin aşkları işte böyle logos’tan çıkmak iledir. Akla uğramadan kalp üzerinden konuşurlar. Konuşma orada bir inilti, bir çarpıntıdır.

Kimbilir, belki de Deleuze’ün kendini apartman balkonundan (“keşke toprak olsaydım” dercesine) atarken varmak istediği düzlük, varmaya muhtaç düşkün insanın hayat boyu varmak istediği yer; yani dil, akıl ve duyuları alınmış organsız bir bedenin bilinçten kopmuş kalp atışları ve fıtratın toprakvarî dolaysızlığıdır.

Natık olan, aşk ile dili kalbe indirebildiğinde, natık olmayan muhatabının aşkını da nutka çıkartıyor. Feqi’nin kalbinde su dile geliyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.