SUYLA GÜREŞEN ADAM
Mücahit Bilici-
26 Ekim 2013 Cumartesi 01:45
Adam suya dedi ki: Böyle aşk ve şevk ile dağıtıyorsun dalgalarını. Durmak nedir bilmez misin? Acaba kimin aşkıyla böyle geliyor da geliyorsun. Ne zamana kadar böyle hep akacaksın. Kime âşıksın söyler misin? Kıssanı bilmek, sırrına vâkıf olmak isterim. Ne ayakların var ne dilin. Hâl dilinle zikirdesin. Acaba kime bu taatin?
Öyle bir akıyorsun ki gidişinde Sevgiliye meyil var. Bu gidiş ancak bir dost yahut bir sevgiliye olmalı. Yoksa böyle kim koşar libassız, üryan.
Ruhun yok, canlı da değilsin yine de yerde yürüyorsun. Böyle elsiz ayaksız acaba nereye gidiyorsun? Artık anlat bana şu sırrını. Dilin olmadan ve qil-u-kal etmeden anlat. Yavaşça hâlden sözlerle anlat.
Su adama dedi ki: “Âdem’den beri böyle akıyorum. Kimse bu saate kadar bana böyle soru sormadı; ne peygamberler ne de ümmetin âlimleri.”
Adam dedi: Ama onların aklı vardı. Soru sormaya ihtiyaçları yoktu. Akıl sahiplerinin marifeti teftiş etmeleri ayıp olurdu. Onlar âlimdir ben talebeyim. Ben onlar gibi akla bağlı değilim, serseriyim. Sana sormaya muhtacım. Bana şefkat et, lütfen cevap ver.
Su adama kızdı: “Ne desem dinlemiyor” diye söylendi. “Deli misin?” dedi, “Kalk, git işine bak. Kendi kendinle konuşuyorsun. Mecnunca sorular soruyorsun”. Adam yalvardı, lütfen dedi. Fakat adamın ricası gerçekleşmedi.
Su, en sonunda yolunu kesen bu adamı önüne katıp götürdü ve dedi ki: “Senin gibi niceleri can verdi dalgalarımın kollarında. Sonra balıklara ve kuşlara yem oldular.” Fakat kuşlarla konuşabilen adam, başı suyun üstüne çıkınca kuşlara seslendi. İmdadına geldiler. Kuşlar gelip balıklara dediler ki: Bu zatın bedenini ziyaret edin ama sakın etini kemiklerinden ayırmayın ve yemeyin. Su ise balıkları ziyafete çağırıyordu: “Onu akıntıya aldım, işte size kimsesiz, göçmen birini ziyafet getirdim” diyordu. Fakat balıklar suyu dinlemediler, etini yemediler.
Adam bir ara başını kaldırdı ve kendine baktı ağlayarak. Dedi ki, Ya Rabb ben şakirim, senden kuvvet dilerim. Rabbi oracıkta himmet eyledi ve suyu tutuklayıp onu suyun üstüne geçirdi. Kudretin cilvesine bak, dedi adam. Ve suyun önüne geçti. Suya meydan okudu. Her attığı adımda yüz hamd ve yüz şükür ediyordu. Bastığı yere, suyun dalgaları hücum ediyor ama takılıyor, bir türlü geçemiyordu. Dalgalar gelip birikmeye başladı. Su kendi içinde gerilmeye başladı. Mağdur oluyorum, hükmüm iptal ediliyor diye şikâyete başladı. Biriken su o kadar çok yükseldi ki dağların tepelerindeki kuşların yuvaları bile ıslanmaya başlamıştı. Akışı böyle engellenen su, sonunda hüngür hüngür ağladı. Suyun Rabbi dedi ki: “Ey su niye ağlarsın?” Su dedi ki: “Ya Rabbim, bu zalim adam beni engelliyor. Güneyde Bağdat’ta balıklar susuzluktan ölecekler. Bu adam senin hükmüne ve ümmetin işlerine mani oluyor, kendi hükmünü icra ile bana zulmediyor. Âlim değil cebbardır.”
Fakat Rabbi suya cevaben dedi ki: “Ben ona destur verdim, her ne derse ona riayet et. Onun gönlü benim aşkımla yaralıdır. Dört gözü yaşlıdır. Onu itaat et, belki sana acır ve izin verir.” Su, adama dönüp gönlünü almaya çalıştı: “İnan bilmiyordum. Böyle yüz Rüstem-i Zal kadar güçlü bir kahraman olduğunu bilmiyordum. Beni bağışla. İzin ver geçeyim.” Fakat adam “olmaz” dedi. Zira su samimi değildi. Adama siyaset ile gelmişti. Tekrar git, Rabbime beni şikâyet et istersen. Zalimdir de. Yol boyu akan dereleri ve eriyen karları da kat kendine, daha da büyüyerek gel. Bunun üzerine hatasını anlayan su tövbe eder. İhlâsla der ki: “Ey güzel adam evet ben âşıkım. Lakin ne yapayım nâtık değilim.”
Suyla güreşip, onu dile getiren bu adamı acaba niye tanımıyoruz.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.