23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara12°C
  • İzmir18°C
  • Berlin1°C

SURİYE’YE GİDEN ‘MESAJ’

Nuray Mert

09 Ağustos 2011 Salı 04:24

17 Kasım 2005 tarihli Hürriyet gazetesinin manşeti ‘Sonun Saddam gibi olmasın’dı. Dünkü Hürriyet gazetesinin bu kez iç sayfalardaki başlığı ‘Mübarek gibi sonun olmasın.’ Uyarılan kişi, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat. Kasım 2005’te, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, güvenlik zirvesi ardından Rice‘ın ‘Hariri suikastının aydınlanmasında işbirliği istiyoruz’ mesajını Suriye’ye iletmek üzere Şam’a uçmuştu.

Kaçınılmaz durum

Dün Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Suriye Türkiye’nin ‘katliamlara son ver’ mesajını iletmek üzere uçtu. Türkiye’nin Suriye’de yaşananlara sessiz kalmasını beklemek haksızlık olurdu. Ancak daha önce de yazdığım gibi, konu ‘insani müdahalede’den ziyade ‘reel politika’ konusu. Bu 2005’te de böyleydi, şimdi de böyle. Türkiye’nin içinde bulunduğu Batı ittifakı ile Suriye-İran cephesi, Davutoğlu’nun ‘hayalci dış politika’ diye eleştiri hedefi yapılan tüm çabalarına rağmen kaçınılmaz olarak karşı karşıya gelecekti ve geldi.

Hal böyle iken, tamamen siyasi bir çatışma konusu ve alanı olan, Batı ittifakına karşı İran-Suriye hattı çerçevesindeki gelişmelere başka kılıflar bulma çabaları öne çıkıyor. Bunun son örneği Semih İdiz’in ‘İran konusunda gözler açılıyor’ başlıklı yazısı. İdiz, Zaman gazetesi yazarı Bülent Keleş’in cumartesi günkü yazısını (Suriye’de Yaşanan Katliamlarda İran’ın Rolü) merkeze alarak, olayı mezhep kavgası şeklinde takdim etme çabasına ‘mütevazı bir katkı’ yapmış. İran’ın ‘Şiici ideolojisi’ ile Suriye’nin Nusayri rejimi arasında bağlar kurmuş. Oysa Nusayriliğin Şia ile bağı, bizim Aleviliğin Şia ile bağıdan fazla değildir. Yani ortada dini, mezhebi bir yakınlık yok. Suriye-İran ittifakının temeli mezhep değil, siyasi çıkarlardır. Nitekim, yakın zamana kadar Filistin’de Sünni Hamas örgütü de bu hat içinde idi. Şimdi Ortadoğu’da dengeler değişirken, aslında anti-Batı ittifakı olan bu hat, ‘anti-Sünni ittifak’ olarak resmedilmeye çalışılıyor. Benzer bir çaba, Gökhan Bacık’ın 5 Ağustos tarihli yazısında(Zaman) da göze çarpıyor.

Bu yaklaşım yeni değil. Bölgede Batı yanlısı Sünni rejimler ve bu arada Mübarek rejimi, bölgedeki çatışmayı, öteden beri Sünni-Şii çatışması olarak resmetmeye özen gösterirdi. Nisan 2009’da Mübarek rejimi, Gazze’ye silah sokmaya çalışan Hizbullah mensupları ve onlara yardım eden Mısırlıları tutuklamış, gerekçe olarak ‘İran’ın Arap dünyasına Şiiliği yayma’ girişimini göstermişti. 2005 Hariri suikastından sonra, bölgede çatışma hattı iyice gerildikten sonra, Sünni-Şii çatışması tezi yaygınlaşmıştı. Bush döneminin gözde fikir babalarından Vali Nasr‘ın 2006’da yayımladığı ‘The Shia Revival’ (Şii Yükselişi) başlıklı kitabı bu teze teorik temel kazandırıyordu. Aynı dönemde, Ürdün Kralı Abdullah, bölgede ‘Şii hilali tehdit’ine girişmişti.

Din temelinde kılıf

Türkiye öteden beri, İran ile ilişkileri belli bir dengede tutmasına karşın Batı yanlısı Sünni rejimlere yakındır. Arap baharı sonrası, bu ittifakın yeniden ve daha güçlü kurulması hedefleniyor. Bölgede çatışma hattı gerginleşince, Türkiye de bu çerçevede hareket etme ihtiyacı duyuyor. Buraya kadar tamam, ama kimse bu duruma mezhep-din temelli kılıf bulmaya çalışmasın. Muhafazakâr çevrenin, reel politikaya vicdani temel bulma işine girişmesi bir yana, Semih İdiz’in Türkiye’nin ‘mütedeyyin kesim’ine seslenme çabası çok sakil kaçıyor. Bu çabayı kendisi şöyle ifade etmiş: “Halkımızın, mütedeyyin kesiminin de artık özellikle Suriye’deki gelişmeler ışığında ‘İran gerçeğini’ daha kavramaya başladığını görüyoruz.”

Pragmatik dış politika

İdiz bu arada, İran ile pragmatik çıkar ortaklığı konularını da unutmamış. “Elbette ki İran ile ilişkileri bozalım demiyoruz, Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya, iktidarda kim olursa olsun, Ankara’ya pragmatik bir dış politika gütme zorunluluğu yüklemektedir” demiş. ‘İran ile ilişkilere pragmatik bakmaktan’ kastı, son günlerde İran’ın Kuzey Irak’ta yürüttüğü askeri operasyonun Türkiye’nin işine gelmesi, bu konuda uzlaşmaya gölge düşmemesi kaygısı olsa gerek.

Reel politika işte böyle bir şey; ilke, insani kaygı gözetmiyor ve çoğunlukla gerçeklerin üstünün örtülmesini gerektiriyor. İsyan ettiğim ve özetle söylemeye çalıştığım bu.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.