SURİYE’DE YER DEĞİŞTİREN ÖNCELLİKLER
Bayram Bozyel
06 Haziran 2013 Perşembe 08:38
Geçen dönemde Suriye’de Esad yönetiminin birkaç ay içinde gitmesi üzerine kurulan hesapların hiç birisi tutmadı. Son iki yılda bu ülkede yaşanan gelişmeler, Suriye ilgili olarak dışarıdan öngörülen bütün senaryoları boşa çıkarttı. Baas yönetimi, hem rejimin kendine özgü despotik yapısını ve ülke içindeki hassas dengeleri, hem de uluslararası bağlantıları ustaca lehine çevirerek ayakta kalmayı başardı. Ancak bu başarının elde edilen sonuçlara değip değmediği tartışmaya açık bir konu. Başka bir deyişle Esad rejiminin elde ettiği şeyin, bir Pirus Zaferi’ni aşıp aşmadığı sorusu orta yerde duruyor.
Suriye’de iktidarı bırakmamak için Beşşar Esad kendi ülkesini gözden çıkardı. Suriye, son iki yılda yaşanan çatışmalar sonucunda bir yangın yerine dönmekle kalmadı. Aynı zamanda sürekli bir genişleme istidadı göstererek bölgesel bir kriz odağına doğru hızla evirilme yolunda.
Suriye’de yaşananlar, bir iç savaşın boyutlarını çoktan aştı. Uluslar arası kuruluşların bildirdiğine göre ölü sayısı daha şimdiden 80 ile 120 bin arasında bir noktaya ulaşmış bulunuyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Suriye’de hayat şartlarının katlanılmaz duruma gelmesi sebebiyle ülkeyi terk eden kayıtlı mülteci sayısının 1,5 milyonu aştığını duyurdu. Bu rakamlara göre 474 bin kişi Ürdün’e, 470 bin kişi Lübnan’a, 347 bin kişi Türkiye’ye, 147 bin kişi Irak’a ve 67 bin kişi de Mısır’a sığınmış durumda.
Ülke içinde yerlerini terk edenlerin sayısının ise 5 milyon dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu gidişle söz konusu rakamların daha da arması şaşırtıcı olmaz. Birleşmiş Milletler İnsani İşler Koordinasyon Merkezi (OCHA), gıda ihtiyacı had safhaya çıkan 23 milyonluk ülkenin 14 şehrinde 4 milyon 250 bin kişinin insani yardıma muhtaç olduğunu bildirdi. BM yetkililerince yapılan açıklamada, bu nüfusun 1,5 milyonluk kısmının açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmasının ise an meselesi olduğu belirtiliyor.
Rejimin imkanları doğru okunamadı
Geçmişte Esad rejiminin dayandığı karmaşık iç ve dış faktörler doğru okunmadı. Bu gün de benzer sübjektif bir yaklaşımın devam ettiği görülmekte. Suriye’de olup bitenleri, ‘Başşar’ın anne sendromu’ ve benzeri argümanlarla açıklama girişimleri açıklayıcı olmaktan uzaktır.
Gerçek şu ki Esad yönetimi iç ve dış bağlantılarını iyi kullanarak kendi lehine çevirmeyi başardı.
Baas rejimi, baba Esad’ın iktidar pratiğinden yola çıkarak 2011 yılında başlayan barışçıl gösterilere silahlarla saldırdı ve ülkede bir Tunus ve Mısır deneyiminin yaşanmasını daha işin başında engelledi. Muhalif güçleri silaha zorlamakla kendi terör aygıtını en acımasız bir biçimde hayata geçirmek için arzuladığı ortamı oluşturdu.
Aynı rejim, bir iktidar değişimi senaryosunda Nusayrilerin ve Hıristiyanların kitlesel olarak imha edileceği korkusunu yayarak toplumsal dayanaklarını diri tutmayı başardı. Muhalefetin mezhepsel kimliği üzerinden etrafında sıkı bir biçimde kenetlenmiş güçlü bir ittifak oluşturdu.
Devletin milis güçlerinin emrinde olması Suriye ordusunu Mısır ya da Tunus’ta olduğu gibi kriz anında bir organ olarak özerk davranmaktan alıkoydu. Bu nedenle ordudan muhalefete kayışlar sınırlı bir düzeyi aşamadı. Ordunun bir iç darbe ile Esad’ı yönetimden uzaklaştırma beklentisi karşılıksız kaldı.
Ama Esad rejimini barbarlaştıran ve bunca katliamı gerçekleştirmeyi göze almaya imkan veren esas faktörün dışarıdan gelen cömertçe destek olduğu açık. İran’ın ve giderek Rusya’nın Suriye’deki mevcut rejime kendi stratejik çıkarları bakımından yaşamsal bir rol biçtikleri sır değil. Rusya, Sovyetlerin dağılmasından bu yana hiç olmadığı kadar Suriye’de bir direnç sergiledi. Öyle ki Suriye krizini emperyal gücünü tahkim eden bir fırsat olarak kullandı. İran ise sadece dışarıdan değil, bütün imkânlarıyla Esad rejiminin yanında seferber olmuş durumda. İlk dönemlerde Esad’a örtülü destek sunan Hizbullah ise şimdi savaşın en ön saflarında muhaliflere karşı açık seçik bir cihat yürütüyor.
Diğer yandan Rusya ve İran’ın Suriye ile ilişkileri devletlerarası hukukun mantığı içinde işlediği için, rejime sundukları desteğin her hangi hukuki ve diplomatik bir engelle karşılaşması söz konusu değil. Ne var ki muhalefete arka çıkan ülkeler bakımından durum farklı. Bir ülkenin muhalif güçlerine destek vermenin -eğer ortada meşruiyeti güçlü uluslararası bir ittifak söz konusu değilse- kolay olmayacağı ortada. Uluslararası güç dengelerinin caydırıcı etkisinin yanı sıra, bir devletin bu konularda uluslar arası hukuk ve moral normları göz önünde bulundurmadan davranmasının kolay olmadığı biliniyor.
Rejimi devirmek amacıyla yola çıkan Suriye muhalefeti ise parçalı ve güdümlü yapısı nedeniyle güven vermekten uzak. Muhalefetin aşırı mezhepsel tonlarla şekillenen karakteri, onun hem geniş bir toplumsal blok oluşturmasını engellemekte, hem de rejim değişikliğinden yana olan uluslararası güçlerde, muhalefete ilişkin olarak tereddütte yol açmaktadır. Muhalefetin, bu yapısı ile Esad rejiminin elini güçlendirdiğini bile söylemek mümkün.
Öncellik akan kanı durdurmaktır
Gelinen aşamada Suriye’de toplumsal cinnet aşamasına ulaşan savaşın yıkıcı boyutları rejim değişikliği ihtiyacını ikinci plana atmış durumda. Artık iyice çığırından çıkan mevcut çatışmayı durdurmak ve katliamlara dur demek hem insani hem de bölgesel istikrar bakımından yakıcı bir görev halini aldı. Böylesi yakıcı bir görevin yerine getirilmesi bakımından başta uluslararası toplum olmak üzere her kes büyük bir sorumluluk altındadır. Aksi halde bir bataklığa dönüşen Suriye’nin bir girdap gibi çevresindeki her şeyi kendi içine çekip yutması işten değil. Göç dalgaları ve onun yol açtığı ekonomik, sosyal, güvenlik ve ahlaki sorunların çevre ülkelerini istikrarsızlaştırıcı etkisi gözle görülür nitelikte.
Özetle Suriye’de son iki yılda yaşanan kanlı savaşta bir yenişememe durumu söz konusu ve savaşın daha fazla sürdürülmesinin yol açacağı trajik sonuçların düşünülmesi bile zor. Bu tablo içinde diyalog yöntemleriyle soruna çözüm bulmak dışında bir çıkış görünmüyor.
Bu noktada ise ABD ve Rusya’nın ortak inisiyatifi olmazsa olmaz görünüyor. Rusya’sız bir girişimin Suriye’de başarı şansının olmadığı görüldü. Bu nedenle ABD ve Rusya’nın işbirliği ile haziran ayında Cenevre’de yapılması düşünülen 2. Konferans çözüm için fırsat niteliğinde.
Cenevre 2 Konferansı’nda bir iktidar değişikliğinden çok mevcut iç savaşa son vermeye ve esas olarak akan kanı durdurmaya öncellik verileceği görülüyor. Basına yansıdığı kadarıyla son ABD gezisinde Başbakan Tayip Erdoğan da bu seçeneğe ikna edilmiş durumda.
Öncelikli olarak savaşı durdurmayı önüne koymuş konferansın, çözüm için muhalefet ve rejimi bir geçiş hükümeti konusunda uzlaştırmayı öngördüğü belirtiliyor. Esad’sız bir geçiş süreci ile ülkenin savaş ortamından çıkartılarak normal bir ortama taşınması hedeflendiği ifade ediliyor. Zor ve tartışmalı da olsa şu anda bu, Suriye için en gerçekçi çıkış yolu olarak görünmekte.
Hiç kuşkusuz böyle bir seçenek Esad rejiminin aklandığı ya da yaptıklarının üstüne sünger çekileceği anlamına gelmez. Bu, somut koşulların dayattığı acı ama rasyonel bir tutumdur. Çünkü gelinen aşamada akan kanı durdurmak bir iktidar değişikliğinden daha çok yakıcılık kazanmış durumda.
Öte yandan kendi halkını katleden, ülkesini bombalayan, ona karşı kimyasal silah kullanan Esad rejiminin meşruiyetini yitirdiğini söylemeye bile gerek yoktur. Böyle bir liderin ve rejimin hiçbir şey olmamış gibi iktidarını sürdürmesi eşyanın doğasına aykırı olur. Esad rejimi kendi halkına karşı insanlık suçu işlemiş bir rejimdir ve onu aklayacak hiçbir durum söz konusu olamaz.
Suriye’de savaşın durması Esad yönetimini sığındığı ‘güvenlik’ zırhından edebilir ve etrafında oluşturduğu kemikleşmiş iktidar bloğunun çözülmesini hızlandırabilir. Esas böyle bir ortamda onunla adil bir biçimde hesaplaşmak mümkün hale gelebilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.