SURİYE VE BATI KÜRDİSTAN’DA NELER OLUYOR?
Kemal Burkay
23 Temmuz 2013 Salı 08:50
Suriye sınırında olaylar daha da ısındı. Son günlerde PYD ile ÖSO (Özgür Suriye Ordusu), daha çok da El Kaide çizgisindeki El Nusra arasında, sınır bölgesinin kontrolü üzerinde, Resulayn’da (Serê Kaniyê) ve Tel Halef civarında yoğun çatışmalar yaşandı ve bu çatışmalar hâlâ sürmekte.
Türk medyasının bir bölümü bunu PKK’nin sınır ötesinde, “Kuzey Suriye”de devlet kurması biçiminde yansıtıyor ve bu mealde bir kez daha “tehlike çanları” çalıyor. Bu medyada konunun uzmanı geçinen yığınla insan var ve birbiriyle çelişen yorumlar da az değil.
Kürtlerin bir kesimi, özellikle de PKK ve yandaş çevresi de öteden beri, PYD eliyle bu bölgeyi özgürleştirdiklerini ileri sürüyor.
Söz konusu medyada ve siyaset arenasında Kürt düşmanlığıyla malul bazı ırkçı kişi ve örgütler de bu tür abartılmış haberleri kullanarak Türkiye’nin sınır ötesine bir hareket düzenlemesini istiyor, savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.
Gerçekte durum nedir?
Türk medyasının bir bölümüne, ağırlıklı olan kesimine bakarsanız, PYD Batı Kürdistan’daki (Rojava) başlıca örgüt, ve buranın kontrolünü tümüyle elinde tutuyor. Hatta bazı yorumculara göre, bölgedeki öteki Kürt örgütleri PYD’den ayrışmış… Bu iddialar gerçeği yansıtmıyor.
Suriye’deki Kürt hareketi oldukça eskidir, buradaki bazı partiler 50-60 yıllık bir siyasi ömre sahipler. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-S) 1950’li yıllarda Kürt politikacı ve yazar Osman Sebri’nin başkanlığında kuruldu. Kuruculardan Hemidê Heci Dewrêş o zaman bir üniversite öğrencisi idi ve şimdi 80’e ulaşan yaşıyla hâlâ politikada oldukça aktif, Suriye Kürtleri İlerici Demokrat Partisi’nin (Pêşverû) Başkanı.
PDK-Suriye yıllar içinde bölündü ve ortaya başka partiler çıktı. Bu partiler kitleler içinde oldukça yaygın örgütlüler ve demokratik bir seçimde bölge halkını PYD’den çok daha fazla temsil edebilecek güçteler.
Suriye Kürt hareketinin son 60-70 yıl içinde, Suriye koşullarına göre önemli bir siyasi mücadelesi ve deneyimi var.
PYD ise İmralı sürecinde ve Öcalan’ın direktifleri doğrultusunda, yani son 10-12 yıllık dönemde oluştu. Başlangıçta etkisiz bir örgüttü. Lideri Salih Müslim, Suriye’de barınamadığı için Moskova’da mültecilik koşullarında yaşamaktaydı. Ancak Son üç yıl içinde baş gösteren ve “Arap Baharı” diye nitelenen halk hareketinin Suriye’ye yansımasının ve bu ülkede de Baas rejiminin dara düşmesinin ardından, sürgündeki PYD lideri ülkeye davet edildi, kendisine bazı olanaklar sunuldu ve Kürt bölgesinin kontrolü ona bırakıldı. Diğer bir deyişle, PYD bu kontrolü Suriye hükümetinin bilgisi ve onayı ile yapmakta. Rejim PYD’ye böyle bir rol verirken, kendi güçleri ve idari yönetimi bölgeden tümüyle çekilmiş değil. Böylece Suriye Kürtlerinin rejime karşı ayağa kalkması ve bölgede istenmeyen bir gelişmenin önlenmesi düşünülmekte.
Bu durumda PYD’nin Kürt bölgesini özgürleştirdiği iddiası doğru değil. Bu, hükümetin bilgisi dahilinde ve onun çizdiği sınırlar içinde bir etkinliktir.
Bu uzlaşmanın ardından, aslen Suriyeli olan 1500 dolayında bir PKK gerilla gurubu Kandil’den Suriye Kürt bölgesine geçti ve bu silahlı gücün katkısıyla PYD’nin etkinliği arttı. PYD daha baştan itibaren, Kürt kesiminde rejime karşı herhangi bir kalkışmanın, hatta gösterinin olmaması için görev yaptı; bu türden girişimlere karşı şiddet uyguladı, Mişel Temo olayında olduğu gibi siyasi cinayetler de işledi.
Diğer Kürt örgütleri kendi aralarında ENKS (Suriye Kürtleri Ulusal Cephesi) adında bir birlik oluşturmuşlardı. Bu birlik rejimle silahlı bir çatışmaya girmedi, ama rejime destek de vermedi. Böylece hem mümkün olduğunca Kürdistan bölgesini silahlı çatışmanın dışında tutmaya çalıştı, hem de kendi ulusal taleplerini dile getirdi. Bu talepler bölgedeki Kürt halkına federal ya da otonom nitelikte bir statü tanınmasını içeriyordu.
Güney Kürdistan Federe Bölgesi’nin Başkanı Mesut Barzani’nin çabasıyla ENKS ve PYD bir yıl kadar önce biraraya gelerek “Desteya Bılınd” adında bir üst birlik oluşturdular. Bundan amaç hem Kürtler arasında çatışmaları önlemek, hem de onların birliğini sağlamaktı. Ne var ki PYD ve arka planda onu destekleyip denetleyen PKK bu birliğin kurallarına uygun davranmadı. PYD bu anlaşmayı hep çiğnedi. Güney Kürdistan’a sığınmış ve orada eğitim de almış olan diğer partilerin kadrolarının geri dönüşünü engelledi. Zaman zaman baskılarını ileri götürdü, diğer partilerin kadrolarına yönelik gözaltılara ve cezalandırma eylemlerine başvurdu. Kitleler bu durumu zaman zaman protesto ettiler. Ama PYD bu barışçı protestoları da şiddetle bastırdı. Son olarak Amude kentinde kitleye ateş açtı ve ölümlere, yaralanmalara yol açtı. PDK-S’nin merkezini basıp dağıttı. Buna ilişkin bilgiler son günlerde kamuoyuna yansıdı.
Demek ki PYD’nin yurtsever güçlerin birliğine ilişkin bir politikası yok. Kürdistan’ın bu bölgesini özgürleştirmek isteyen, öncelikle böylesi bir birlik politikası güder. Oysa PYD’nin yaptığı, bölgede tahakküm kurmaya çalışırken, yurtsever Kürt hareketini de engellemektir. Bu ise rejimin tam da istediği şeydir.
PYD’nin ülkedeki Arap muhalefeti olan Özgür Suriye Ordusu ile ilişkileri başından beri iyi değildi. Son dönemde ise bu muhalefetin bir parçası, en radikal kesimi olan El Kaideci Nusra ile sınır bölgesindeki bazı kasabaların kontrolü için savaşa tutuştu. Bunda şaşacak bir şey yok. Bu aynı zamanda Suriye merkezi hükümetinin de istediği şey. Esat rejimi diğer bölgelerde muhalefetle ordusu vasıtasıyla doğrudan hesaplaşırken, Kürt bölgesinde bu muhalefetin engellenmesini PYD’ye bırakmış durumda.
Peki Türkiye’nin, Suriye politikası son olaylara nasıl yansıyor ve onları nasıl etkiliyor?
Malum, Türk hükümeti Suriye’deki halk hareketinin başından itibaren, Esat’ı çekilmeye ve yumuşak bir geçişe ikna edemeyince ona karşı tavır aldı ve muhalefeti açıkça destekledi. Bu da Suriye hükümeti ile ilişkilerin kopmasına yol açtı.
Türkiye’nin desteklediği muhalefet oldukça karmaşık bir yapıya sahip, ama İslami eğilimleri ağır basıyor. Bu muhalefetin saflarında “Iğvan-i Müslümin” denen Müslüman Kardeşler’in yanı sıra, son dönemde giderek güçlenen daha radikal, El Kaide yanlısı gruplar da var. Bu durum ABD’nin ve AB ülkelerinin muhalefete karşı mesafeli durmalarının, bu yüzden söz konusu iç çatışmanın uzamasının başlıca nedeni.
Türkiye, sınırlarında ÖSO’ya lojistik imkanlar, barınma ve geçiş olanakları sağlarken (ki buna El Nusra’cılar da dahil) sınır ötesinde Kürtlerin otonom veya federal türden bir statü elde etmelerini istemiyor, böyle bir gelişmeden kaygı duyuyor. Türkiye başlangıçta, Kürt örgütlerinin birliği olan ENKS’nin ÖSO’da yer almasını sağlamaya çalıştı. Daha sonra da Öcalan yoluyla yön verdiği son “çözüm süreci”nden yararlanarak PYD’yi, Esat rejimiyle bağlarını koparıp muhalefetle anlaşmaya teşvik etti. Ama hem ÖSO’nun Kürt sorununa ilişkin katı tutumu, hem de PYD’nin rejimle bağlantıları buna meydan vermedi. Bu nedenle Resulayn’daki son çatışmada Türk hükümeti El Nusra’dan yana tavır aldı.
Öte yandan, Türk medyasındaki hükümete yakın bazı kalemler, PKK’nin güney sınırında Kürt devleti kurmakta olduğu yaygarasını koparanlara karşı, korkuya ve telaşa gerek olmadığını, her şeyin “sürec”e uygun biçimde yürüdüğünü, gelişmelerin kontrol altında olduğunu söylüyor, yani PYD’nin de denetim altında olduğunu ima ediyorlar. Bu tür yorumlar pek akla uygun olmasa bile, kafa karıştırıcı… Yoksa PYD, Öcalan’ın son tez ve önerilerine uygun olarak bu arada taraf değiştirip Türkiye’ye mi yanaştı? Ama böyle bir şey olsa ÖSO ile çatışmazdı. Görüldüğü üzere durum oldukça karmaşık ve Suriye’deki Kürt örgütlerinin politikası işte böylesine karmaşık bir ortamda şekillenmekte.
Ama bir şey oldukça açık: Türkiye Kürtlerin herhangi bir statü elde etmelerinden yana değil. Arap muhalefeti ÖSO da öyle, Suriye’nin geleceğinde Kürtlere özerklik gibi bir vaadi yok ve bunu düşünmüyor. Bu rejim yıkılıp yerine muhalefet geçse bile Suriye demokratikleşmiş olmayacak; yeni yönetim büyük ihtimalle Alevi kesiminden öç almak isteyecek ve kanlı çatışmalar sürecek. Bunun gibi, Hıristiyanlara, seküler kesime, Kürtlere yönelik baskılar artarak devam edecek. Esat rejimine gelince, onun PYD’ye sağladığı destek taktik bir tutum, yani bu zor dönemi aşmaya yönelik. Eğer bunu başarabilirse, artık bu ittifaka gerek kalmayacak, yine büyük ihtimalle PYD’ye ve Salih Müslim’e yol görünecek…
Peki durum Kürtler açısından tümüyle umutsuz mu? Kanımca değil. Ama bu Kürt kesiminin doğru bir politika izlemesine, özellikle de PYD ve PKK’nin izlediği yanlış tutumu terk etmesine bağlı.
PYD Rejimle bağlarının, aynen Öcalan’ın Suriye’de olduğu dönemdeki gibi güvenilir olmadığını bilmeli. Bu bağlardan yararlanıp diğer Kürt partileri üzerinde baskı mekanizması kuracağına, onlarla ittifaka yönelmeli, başarının ancak böylesi bir ulusal ve demokratik birliğe bağlı olduğunu bilmeli. İlkeli biçimde işleyecek ve güven verecek böylesi bir birlik, her durumda Kürt halkının bu parçada amaçlarına ulaşması için en uygun ortamı sağlar.
Bu olmadıkça hem PYD hem de Rojava Kürtleri bir bütün olarak kaybedeceklerdir.
Ama PKK-PYD kesimi bunu yapar mı? Bu uzak görüşlülüğü gösterir mi, böylesi yurtsever bir tutumu takınır mı? Bildik tanıdık PKK bakımından mucize gibi bir şey yani…
Dolayısıyla, medyanın ve PKK cenahının yalan yanlış enformasyonuna bakıp PYD şurayı ele geçirdi, burayı “özgürleştirdi” diye heyecana gelen Kürt çevreleri bu karmaşık durumu görüp, gerçekçi olmalı ve PKK-PYD kesimine yeni yanlışlarında bol krediler açmamalılar.
Kimse unutmasın ki bu kesimin boş övünmeleri ilk kez değil; onlar geçmiş yıllarda Kürdistan’ın Kuzey parçasını da birçok kez “özgürleştirmiş”, “Botan-Badinan hükümetleri” kurmuş, Güney’de “Zap Cumhuriyeti” oluşturup bol bol övünmüşlerdi. Sonuç ise malum…
Türkiye’nin tutumuna gelince…
Türkiye medyasında ve aydın çevrelerde, Suriye Kürt bölgesinde olup bitenlerle ilgili olarak duyulan tüm kaygılara, tüm abartılmış haberlere ve kışkırtmalara karşılık soğukkanlı sesler de duyuluyor. Bazıları Kürtlerin bu bölgede elde edecekleri bir statü nedeniyle telaşa kapılmak için neden olmadığını söylüyorlar. Gerçekten de böyledir. Türk tarafı Batı Kürdistan’da Kürt halkının hak ve özgürlüklerine kavuşmasından ürkmemeli. Bunun Türkiye’ye ve Türk halkına bir zararı yoktur. Bu zaten olması gerekendir.
Türk hükümetinin bundan duyduğu kaygı ve Esat rejimine duyduğu öfke nedeniyle El Nusra gibi terörizmi temel politika yapmış radikal gruplara destek vermesi, yine, çığırtkan şer gruplarının çağrılarına uyup bölgeye silahlı müdahalede bulunması, izlenecek en yanlış politika olur ve hem Türkiye’nin hem bölgedeki diğer halkların başına yeni işler açar. Suriye’ye yönelik izlenecek en doğru politika bu ülkede yeni bir anayasa ve serbest seçimlerle demokratik bir rejimin oluşması için çaba göstermektir. Söz konusu anayasa bu ülkedeki farklı etnik grupların (Sünni ve Alevi Araplar, Kürtler, Hıristiyanlar, Dürziler) hak ve özgürlüklerini güvence altına almalıdır. Bu ise federal ve demokratik bir Suriye demektir.
Türkiye bölgede barışın bir an önce tesisini istiyorsa buna uygun, yani Suriye’deki tüm tarafların hak ve özgürlüklerini gözeten bir politika izlemelidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.