SURİYE
Ahmet Altan-
26 Haziran 2012 Salı 08:20
Benim artık yazıya başlamam gereken saat geldiğinde durum hâlâ aydınlığa kavuşmamıştı.
Suriye, “Türk uçağı hava sahamıza girdi, alçaktan uçuyordu, uçaksavarla vurduk, hava sahamızın dışında olsa zaten uçaksavar menzili dışında olurdu, vurduğumuz uçağın mermi izi taşıyan kuyruk kısmını da araştırmaları için Türk yetkililere verdik” açıklamasını yaptı.
Türkiye’den henüz buna bir cevap gelmedi ama herhâlde Ankara da bir açıklama yapacak.
Kavga, tuhaf bir tarzda “uçak içeride miydi dışarıda mıydı” tartışmasına doğru kayıyor.
Askerî keşif uçağının “Suriye hava sahasına girdiğini” Türkiye de kabul ediyor, “ama yanlışlıkla girdi, sonra da hava sahasını terk etti ama Suriye uçak uluslararası hava sahasındayken ateş açtı” diyor.
Ben, Türkiye’nin tavrının hangi durumda ne olacağını pek anlayamadım.
Uçak Suriye’nin hava sahasındayken vurulduysa ne yapacağız, uluslararası hava sahasındayken vurulduysa ne yapacağız?
Suriye, tartışmayı kendisini daha avantajlı gördüğü bir yere doğru çekiyor, “hava sahama girdi” deyip bütün tartışmaların bunun üzerinden yürümesini istiyor.
Bu tartışma, “uçağın vurulduğu” gerçeğini geri plana atan bir tartışma.
Türkiye’nin askerî bir keşif uçağı vuruldu, iki pilotu da kayıp.
Temel gerçek bu.
Keşif uçağının Suriye hava sahasına girdiği belli.
Bilerek de girse, yanlışlıkla da girse Türkiye meselenin bu noktasında haksız.
Peki, Suriye’nin hava sahasına giren uçağı vurma “hakkını” bu kadar pervasız kullanması, o uçağı hava sahasının dışına çıkmaya ya da savaş uçaklarıyla kendi toprakları üstünde inişe zorlamadan doğrudan ateş açıp düşürmesi diplomatik ve askerî açılardan ne anlama geliyor?
Suriye’nin Türkiye’ye mesajı ne?
Ve bu mesajın cevabı ne olmalı?
Türkiye, uçağını o bölgeye göndererek bu gergin ortamda fazlasıyla hesapsız bir iş yapmış, “uçağıma dokunamazlar” inancını fazlasıyla abartmış, buna karşılık Suriye, Rusya’nın ve İran’ın desteğiyle “uçağını vururum” demiş.
Ve, vurmuş.
Bu hamle, askerî bir meydan okuma.
Böyle bir meydan okumayla karşılaşan ülke ne yapar?
Devlet yönetmek, kararlar vermek zor iş, bunu kabul ediyorum, böyle olaylarda hayati bir hamle yaparken ince eleyip sıkı dokumak lazım, bu da kabul, “savaşmayalım”, bu da kabul.
Böyle bir meydan okumayla karşılaşan ülkenin “savaş dışında” yapabileceği hiç bir hamle yok mudur peki?
Şu anda kendi halkını katleden ve anlaşıldığı kadarıyla “ben giderken buraları da cehenneme çeviririm” diyen bir diktatörü sıkıştıracak hamleler yapılamaz mı?
Suriye sınırındaki birliklerin alarma geçirilmesi, sınır bölgesinde askerî bir manevranın başlatılması mümkün olmayan işler midir?
Bu hamleler, Suriye’nin kaçınılmaz olarak kendi sınır kuvvetlerini alarma geçirmesine, içerideki çatışmalarla uğraşırken bir yandan da sınıra asker kaydırmak zorunda kalmasına neden olmaz mı?
Bu, Suriye için ciddi bir bedel değil mi?
Bu meseleleri benden çok daha iyi bilenler anlatırsa daha iyi öğreniriz, savaşmak zorunda kalmadan verilecek çok açık bir mesaj olmaz mı bu?
Olaydan sonra sekiz saat suskun kalmak, tartışmayı “uçağımız nerede vuruldu” üzerine yoğunlaştırmak, “uçağın vurulmuş olmasını” tartışmada ikinci plana atmak, yapılabilecek en doğru hareketler mi?
“Türkiye Suriye’yi çok ağır cezalandıracakmış, bundan sonra onlara pembe dizi satmayacakmış” türünden dalga geçmeleri bir yana bırakalım ama uçağı vurulan bir ülkenin, ortamın böylesine gerginleştiği zamanlar için hiç mi “bir planı”, hiç mi bir hazırlığı yoktur?
Böylesine şaşkın yakalanmanın anlamı ne?
Riskleri hesaplamadıysan, bir hazırlığın yoksa neden uçağını öyle tehlikeli bir bölgeye gönderiyorsun?
Bakın, biz bu tür belalarla bundan sonra da sık sık karşılaşabiliriz.
Geçen gün, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun düşürülen uçakla ilgili açıklamalarını dinledim.
“Bizim Ortadoğu için bir tasavvurumuz var, bölgeyi barış havzası yapacağız” diyordu, şimdi aynı lafı Amerikan, Rus, İsrail ya da Mısır dışişleri bakanının söylediğini düşünün, “tasavvur ettiğin” Ortadoğu ne kadar “barışçı” olacak olursa olsun, lafa “bizim bir tasavvurumuz” var diye başladığında, Ortadoğu’da bu tasavvuru gerçekleştireceğini söylediğinde mutlaka bunun cevabı gelir.
Bu, fazlasıyla “yukardan”, fazlasıyla “buraların efendisi benim” havasında bir konuşma biçimi, bunu kimseye söyletmezler.
Kendi ülkesinde savaş yaşayan, kendi vatandaşı olan Kürtlere “anadilde eğitim” hakkını bile verememiş bir ülke, kalkıp Ortadoğu’ya “ben nizam vereceğim” dediğinde hem alay konusu olur, hem de çok sıkıntı çeker.
Ortadoğu’dan önce “Türkiye’yi bir barış havzasına” çevirmek daha güvenli ve akıllıca bir iş olur bence.
Kendi Kürt halkının haklarını inkâr ederken, “Ortadoğu’nun bütün halklarının haklarını” savunacağını söylemeye kalkmak gerçeklerden kopup gitmiş olmak demek.
Gerçeklerden böyle koptuğunda da uçağını düşürdüklerinde ne yapacağını bilemez, bir açıklama yapmak için bile sekiz saat beklemek zorunda kalırsın.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.