SÜREÇ YA DA KÜRTLERE DAYATILAN KIRK KATIR MI KIRK SATIR MI?
Sinan Çiftyürek
13 Mart 2015 Cuma 02:02
Her defasında “çözüm süreci başarıya ulaştı ulaşıyor” derken birden hava değişmeye başladı. Bu, Filistin’deki durumu akla getiriyor: Filistin’de “çözüm kapıda artık” denildiği anda bir çocuğun attığı taşla her şeyin birdenbire tepetaklak olması misali burada da benzer gelişmeler yaşanıyor.
Müzakere heyetleri oluşmuş, basında kimin nerede yer alacağı bile belirlenmiş; hatta Öcalan’ın “Nisan’da PKK kongresine başkanlık edeceği” basına yansıtılmış; “4-5 ay içerisinde çözüm gelebileceği” beklentileri yaratılmış, müzakereye ise bir iki hafta içinde başlanacağı” söylemi bolca dillendirilmiş, hükümete göre “tren rayına oturmuş ve yolun dörtte üçü aşılmış, PKK’nin silah bırakması an meselesi, aman ha dikkat! Denizi geçtik, derede boğulmayalım” propagandası yoğunlaştırılmış, “10 maddelik görüşme-anlaşma” taslağı üzerine HDP tarafı da epeyce propaganda geliştirmiş; öyle ki PKK, DTK kaynakları son aylarda sıkça “süreç, diyalogdan müzakereye evirilecek” hatta “10 gün içinde” ya da “15 Şubat’a kadar müzakereler başlamalı” şeklinde beklentinin ötesinde olacaklar tarif edildi; ama söylenenler olmadı. Özellikle hükümet tam anlamıyla bir süreç fetişizmi yarattı halen de bunu seçim propagandası olarak kullanıyor ama hava tersine dönmeye başladı!
Derken birden herkes uykudan uyanır gibi oldu ve yukarıdaki söylem ve beklentiler, yerini daha temkinli söylemlere bıraktı. Özellikle KCK, HDP yetkilileri; “önümüzdeki süreçte ileri gelişmeler beklenilmemeli, rutin olan devam edecek” mealinde açıklamalarla; Ocak, Şubat, Mart’a “çözüm gelecek” söylemi yerini “artık 7 Haziran sonrasını bekleyeceğiz, güçlü çıkarsak çözümü dayatacağız” söylemine bıraktı.
Hükümet ve devlet yetkilileri, son aylarda sıklıkla “biz Öcalan ile anlaştık ama Kandil ayak sürtüyor” yollu açıklamalar yaparken; PKK cephesinden ise tersine, “hükümet taahhütlerine uymuyor, oyalıyor, bu nedenle müzakereye geçilemiyor” hatta Demirtaş “hükümet müzakerelerin başlamasının önündeki tek engel” diyecekti.
Bu temkinli açıklamalarla da kalınmadı, siyasi tansiyon bir anda yeniden yükseldi. Hükümet “görüşmelerde özerklik benzeri maddeler gündeme alınmamıştır, Kandil varılan sonuçlara uymuyor” ve Öcalan’a övgüler dizen devlet ve hükümet yetkilileri tam tersi tutumla “olayların arkasında Öcalan var” vb. demeye başlarken; KCK “gündemimizde silahsızlandırma ve silahlı güçlerimizin bir yerlere çekilmesi gibi bir şey kesinlikle yoktur”, “süreç 15 Şubat ile birlikte tehlikeli, kritik ve bitme noktasında yeni kararlar alma aşamasında olduklarını” farklı açılardan seslendirmeye başladı.
Neler oluyor, niçin yaşanıyor, tüm bunların temelinde neler yatıyor? “Kürt meselesi çözümleniyor” sahte algısının temelinde neler yatıyor?
I- “Kürt Meselesi Çözümleniyor” Sahte Algısının Cilası Dökülmeye Başladı!
Sürece dair sıkıntı ya da tıkanmayı; son haftalar, aylar hatta yıllarda aramak yerine Türk devletinin meseleyi ele alışında aramak gerekiyor. Devlet, Hükümet; meselenin adını doğru koyarak çözüm aramadı, aramıyor. Başından beri teşhis yanlış, çözümü de bu yanlış üzerinden arandığı için çözüm gelmiyor. Derler ya ilk düğme yanlış iliklenince geriye kalanlar da yanlış iliklenir misali Türk devleti de, meselinin kendisi olan Kürt/Kürdistan meselesine “nasıl çözüm bulurum” arayışı yerine şimdiye kadar ortaya çıkan sonuçları ortadan kaldırmayı, “işte bak çözüyorum” diye öne çıkarınca çözüm yerine çözümsüzlük derinleşiyor.
AKP hükümeti; meselenin çözümü diye sonuçlarının ortadan kaldırılmasına odaklanınca, “PKK’nin silah bırakıp bırakmaması da birincil adım özelliğini kazanmış oluyor ve adına görüşme ya da müzakere denilen süreçte de, Hükümetin değişmez birincil gündemi “PKK ne zaman silah bırakacak” oluyor. Kürdistan’a siyasi statü, anadilde eğitim gibi temel ulusal demokratik talepler de bir kenara itilmiş oluyor. Öyle ki “çözüm, görüşme” masasında Kürt/Kürdistan meselesinin temel hedeflerinden hiçbirisine yer verilmiyor. En ilerisi, Türk devletinin AB Yerel Yönetimler Şartı’na koyduğu çekinceyi kaldırmak ve “kuvvetlendirilmiş yerel yönetimler” hedefini aşmıyor.
Daha önce de belirtik; Türk devleti, Kürt meselesinin çözümü ile PKK’nin silah bırakmasını birbirinden ayırt etmeden ilerleyemez; çünkü PKK’nin silah bırakıp bırakmaması Kürt, Kürdistan meselesinin kendisi değil bu meselenin sonucudur.
II- Hükümet Kürtlere Kırk Katır mı Kırk Satır mı İkilemini Dayatıyor.
Hükümet, Kürtlere özelde de PKK’ye denilebilir ki tam anlamıyla “40 katır mı 40 satır mı” ikilemini dayatıyor. “Silah bırak öyle konuşalım” bilinen ön koşuluna, 6-7 Ekim eylemlerinin ardında yeni bir koşul olarak: “kamu güvenliğini sağla” beklentisini de eklemiş oldu. Öyle ki yaklaşan 7 Haziran seçimlerinde Hükümet bunu daha yüksek sesle ve şantaj eşliğinde: “ya kamu güvenliği sağlanır Türkiye’nin Batısında da oy alarak barajı geçersiniz ya da barajın altında kalırsınız” ikilemi üzerinden sunuyor.
Son iki yıla yakındır yaşananlardan da çıkan sonuç şudur: Devlet ve hükümet kanadı çözüm adına çözümsüzlükte ısrar, kaos ve çözümsüzlüğün yönetimini sürdürüyor. 7 Haziran seçimlerine kadar havuç politikalarıyla paralel oyalama-erteleme; seçim sonrasında ise “yapacağımı yaptım gerisi sana ait, top senin sahanda” diyerek rest çekme eşliğinde saldırı politikasına dönüş şeklinde özetlenebilir.
Çözümsüzlüğün temelinde Devletin, Türkiye’nin demokratikleşmesini aşan bir bakışı halen geliştirememiş olması belirleyicidir. Kadı ki demokratikleşme deniliyor; ancak AKP hükümetinin özelde de Erdoğan’ın yöneliminde demokratikleşme yerine tersine tepeden tırnağa otoriterleşme, despotik rejim özel vurgu ile polis devletini kurma hedefi belirgindir ve İç Güvenlik Paketi üzerinden bunu daha net okumak mümkündür.
III- Sonuç olarak; “Çözüm süreci”nin belirlenen hedefler doğrultusunda ilerlemek yerine tepe aşağı yuvarlanıp nerede nasıl duracağı belli değil. Süreç fetişizmi üzerine toplumda yaratılan sahte algılar da yaratılanların üzerine yıkılabilir, bunun iç ve bölgesel verileri güçleniyor. Kürdistan’da yaşananlar, özellikle de Güney Kürdistan derken Batı Kürdistan’da yaşananlar Kuzey’de, Türk devletinin tüm kırmızıçizgilerini alt üst ediyor. Türk devleti meseleye bakış açısını kökten değiştirmeden süreç ilerleyemez, barışçıl demokratik çözüm gelmez.
Türk devletini en büyük çekincesi olan “dış güçler Kürt meselesinde taraf olmasın” korku ve hedefi de artık hem Güney Kürdistan üzerinden yıllar önce aşıldı hem de ayrıca Kuzey Kürdistan’ı daha yakından ilgilendiren Rojava üzerinden şimdi aşılıyor. ABD’nin Kobanê’de YPG’ye havadan destek sunması bunun ilk ciddi işareti olarak okunabilir. Şah Fırat operasyonunda Türk Ordusu’nun YPG’den destek alması bunun ikinci işaretidir. Türk devleti her ne kadar “bu bir milli çözüm sürecidir, üçüncü göz de yerli olacaktır” vb. dese de PKK ile Türk devleti ilişkilerinde de ABD’nin farklı biçimlerde devre de olduğu söylenebilir. Bu durumda Türk devletinin “çözümü Ankara İmralı hattı ile sınırlı ele alma” hedefinin aşılacağı ortadadır. Yani Erdoğan’ın ağır eleştirdiği “üst akıl”, ABD (Batı) emperyalizmi devrede denilebilir. Dolayısıyla “Türkiye Kürtlerle büyüyecek” tezinin Suriye ve özelde de Batı Kürdistan politikası üzerinden çökmüş olduğunu ekleyelim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.