SÜREÇ VE ÖRGÜTÜN HESABI
Ahmet Taşgetiren-
01 Eylül 2013 Pazar 08:09
"Velev ki hiç çekilmediler, Türkiye demokratikleşmeyecek mi?"
Bu sözler, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'a ait.
Hükümet adına hazırlığı yapılan "demokratikleşme programı"nın geciktiği iddiasına bağlı bir değerlendirme.
İlk bakışta haksız bir söz sayılmaz. Hatta benim gibi birçok insan da "Hükümet Türkiye için bir demokratikleşme hamlesi yapacaksa, bunu örgütün çekilmesiyle bağlantı kurmadan yapmalı" görüşünü seslendirerek geliyoruz. Çünkü böyle bir demokratikleşme hamlesinin çekilmeye endeksli görünmesi, silahlı güçle pazarlık sonucu bunlar yapılıyor izlenimi doğurma riski taşıyor.
Ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, örgütün, gerek silahlı yapısı gerekse siyasi uzantısıyla böyle bir denklem oluşturmaya çalıştığı da bir vakıa. Çünkü örgüt, Kürtler için bir demokratik açılım olacaksa, bunun, iktidarın zaten yapmayı planladığı bir sorumluluk çerçevesinde olmasını değil, örgütün söke söke aldığı, dolayısıyla buradan yola çıkıp Kürtler üzerinde bir vesayet oluşturma hakkı elde ettiği şekilde olması hesabını yapıyor. Yani "Sizi biz kurtardık, size hükmetme hakkı da bize ait." Bu söylemin, on yıllar boyu kurtarıcılık misyonu ile askeri vesayet altında kalan Türkiye için tanıdık olduğunu ve sürecin Kürtler için de PKK-KCK askeri vesayetini hedeflediğini ifade etmem gerekir mi, bilmiyorum.
Örgüt, süreci aşama şekline sokmakla da bu işe pazarlık görüntüsü vermeye çalıştı. Başbakan ısrarla İmralı'da herhangi bir pazarlık olmadığını ifade etse de, görüntüde, maalesef "aşama" beklentisinin oluşması önlenemedi.
Bunda, sadece Kürt sorununu değil, diğer birçok alanı ilgilendiren kapsamlı demokratikleşme paketinin gecikmesinin de etkili olduğunu belirtmek gerekiyor. Örgüt bunu istismar ediyor ve bunun için alanlara iniyor.
Örgütün, "konjonktürün kendilerinden yana olduğu, onlara büyük imkânlar hazırladığı" hesabıyla, Öcalan'ın paydaş olduğu "çözüm süreci"ni inkıtaa uğratmak için bahane aradığı bile düşünülebilir.
İki önemli husus
Benim işaret etmek istediğim iki husus daha var:
Bir: Örgüt ve BDP, Türkiye bütünlüğüyle harmanlanan bir arayış içinde görünmüyor. Bu noktada kafası net değil en azından. Bir yandan Kürtler'in Türkiye ile harmanlandığı gerçeğini görmezden gelemiyor, diğer yandan, belli bir bölgede Kürtlük bilinci etrafında ve örgütün hakim olduğu özerk bir statü aramaktan vazgeçmek istemiyor. Bunu yaparken ülkenin diğer insan unsurlarını görmezden geldiğini de ifade etmek gerekiyor.
İki: Bugün, çözüm süreci ve örgütün silahlı tehdidinin kısmen azaldığı ortamda, Kürtler'in barış iklimini bir ölçüde de olsa yudumlamaya başladığı, bunun ekonomik ve sosyal ilişkilerde gözle görülür bir gelişmeye yol açtığı açık. Bunun da, ulusalcı örgütler için hayati önemde olan etnik bilincin öfkeyle yoğrulması projesine zarar verdiğini kabul etmek lazım. Doğu-Güneydoğu'daki vatandaşlar ya barışa alışır ve örgütün kullanma alanı dışına çıkarlarsa... Ya insanlar artık çocuklarını dağa göndermezlerse... Yani örgüt, ancak keskin bilinçlerce yürütülür. Barış ortamı ise, bilinçleri törpüler. O zaman örgüte, kendi hâkimiyetini kuruncaya kadar keskin kutuplar gereklidir. Şu anda örgüt bunu beslemeye ve insanların barışa fazla adapte olmasını önlemeye çalışıyor.
Benzeri bir hadisenin, mesela rijit Alevi örgütleri tarafından da kullanıldığını ve Hükümetin o alanda atacağı tüm adımların "yetersiz"likle damgalanmaya mahkûm edilmek istendiğini görmek mümkün.
Bunlar üzüm yeme değil, bağcı dövme hesaplarıdır. Hükümet, çözüm süreçlerini bu hesapların ortaya çıkaracağı sancıları da dikkate alarak sürdürmelidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.