ŞU GÖRÜNEN DURUMDA...
Murat Belge
30 Mart 2013 Cumartesi 07:32
Birkaç gün öncesine kadar genel olarak “Kürt sorunu” başlığı altında sözünü ettiğimiz olayları birkaç günden beri “Barış süreci” başlığı altında ele almaya başladık. Bu, çok önemli bir değişim; yıllardan beri bu ülkede görülmüş en önemli değişme. Şu âna kadar gözlenen biçimiyle devam eder, edebilirse, sonuçları da birçok farklı düzeyde çok önemli olacaktır.
Konu bu kadar önemli olunca, normal ahvalde, insan durmadan konu üstüne yazmak ister. Oysa benim bir türlü elim gitmiyor yazmaya. Nedeni “korku”, herhalde. Yıllanmış bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak “iyi şeyler” olacağına inanamamaya şartlanmışım. Adına “sorun” denen herhangi bir şeyin çözüldüğünü de görmedim. Bu konuya verdiğim önem ölçüsünde duyduğum korku da büyük. Bir yandan, bunu da bir “AKP sorunu” olarak görmekten kendini alıkoyamayanların varlığından haberdarım. Onlar açısından bu konu AKP iktidarını yıpratmanın yeni bir aracı olduğu ölçüde önemli ve bu amaçla kullanılması gerekiyor. Nitekim öyle yapıyorlar.
Öte yandan, sürecin gidişinde endişe duyulacak şeyler de yok değil. Ama bunları eleştirir ya da oralara dikkat çekerken Ergenekon-dostu cepheye yaklaşmak da istemiyor insan. Aslında “yaklaşmak”, “öyle görünmek” falan bir yana, işin bozulmasına iki dirhemlik de olsa katkıda bulunma düşüncesi çok korkutucu.
“Barış” sürecinin “Başkanlık” koşuluna bağlanması birçok kişiyi ürkütüyor. Bu, kendi başına, beni fazla tedirgin etmiyor. Daha önce de yazdığım gibi, biz bu ülkede zaten fiilen başkanlık sistemi içinde yaşıyoruz. Belediyelerde resmen ve kanunen de başkanlık sistemi yürürlükte zaten; ama “parlamenter sistem” olduğuna inanmak istediğimiz siyasî düzenimiz “parlamenter” mi gerçekten? Özellikle 12 Eylül ilgili bütün mevzuatı “tek kişi”lerin eline bırakmadı mı? Partilerde genel başkan sultası zaten “mutlak monarşi” anlayışına göre şekillenmiyor mu?
Bu bir “demokrasi” sorunu. Rejimin “parlamenter” olması daha geniş bir demokrasiye giden kapıyı açar, ama sadece kapıyı açar, toplumu elinden tutup oraya götürmez. Götürseydi, bunca yıl bu adı verdiğimiz sistem içinde yaşamış olarak oraya biraz daha yaklaştığımızı hissederdik. Ben böyle bir şey hissetmiyorum.
“Kürt sorunu”, Türkiye’nin “tek” sorunu değil; “en önemli” sorunu olduğunu söyleyebiliriz, ama başka pek çok sorunumuz var. Şunu da söyleyebiliriz: Kürt sorununun bugün olduğu gibi bir kambur olmaktan çıkması, bu “pek çok sorun”da da çözüm yolları ve imkânlarının açılmasını sağlayacaktır. Bunun için de burada mesafe almak son derece önemlidir. “Barış”a ille ulaşmak da zorunlu değil, ama onun herkesin gözü önünde, erişmesi mümkün bir hedef olarak durması ve oyunun aktörlerinin bir “barış dili” konuşmaya başlaması da yeterince önemlidir Bunun gerçekleştiği bir Türkiye, o genel demokrasi sorununun aşılmasında, bunu yapamamış bir Türkiye’ye oranla, çok büyük avantajlara sahip olacaktır.
Onun için “başkanlık sistemi” gibi tanımlanabilir ve iyi kötü “elle tutulur” bir işleyiş biçiminden çok, tanımlaması ve hele elle tutulması çok daha zor olan “demokrasi kültürü” gibi şeylerden endişe duyuyorum. Bunun eksikliği, o sistemin ya da bu sistemin yürürlükte olmasından çok daha belirleyici.
Bu bağlamda, bu sorunun ya da herhangi bir sorunun çözümü için (Namık Çınar’ın Cuma günü değindiği) “îrade-i padişahî”den başka bir yöntem bulunmaması gerçekten kaygılandırıcı. Bir fermanla verilen başka bir fermanla geri alınabilir çünkü.
Ama iyisi mi ben gene ağzımı açmayayım. Batıl inançları olan yaşlı insanlara döndüm bu ortamda. Merdiven altından geçmiyorum, aynaların çatlak olup olmadığını denetliyorum ve gördüğüm tahtaya vuruyorum. Biri tahtayı benim kafama vuruncaya kadar da böyle yapacağım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.