25 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır8°C
  • Ankara2°C
  • İzmir10°C
  • Berlin13°C

SÖZ LAZIM, YENİ BİR SÖZ LAZIM

Nuray Mert

05 Haziran 2013 Çarşamba 04:41

2011 seçimleri ile AK Partisi ‘muktedir’ olacak ama ‘iktidar’ olamayacak diye yazmıştım. Nitekim, maalesef, seçim sonrası olan da bu oldu. Muhafazakar kesim zaten muktedir olmayı amaçlıyordu; öteden beri geçmişi ‘iktidar oluyoruz ama muktedir olamıyoruz’ diye eleştiriyordu. Çoğumuz bu şikayeti ‘sivil iktidarlar üzerindeki vesayet sistemi’nden şikayet olarak okumayı tercih ettik, şikayet edenin demokrasi üzerinden vesayetin kalkmasını talep ettiği, bu çabada olduğunu düşündük. Muktedir olma isteğinin, mutlakiyetçi bir iktidar arzusu olduğunu görmezden geldik. Bu arzunun görünür hale gelmesinden sonra, benim gibi itiraz etmeye kalkanlar şedid bir biçimde susturuldu. 

Sonuçta, 2011 sonrası AK Partisi iktidarı demokratik bir rejimin iktidarı olarak değil, muhafazakar bir partinin mutlakiyetçi rejimi, yeni ‘muktedir’lerin siyaseti çerçevesinde şekillendi. Bu tablonun karşısında, demokratik muhalafet gücü olmayı beceremeyip, körü körüne muhalafet yapmaya kalkanlar var, demokratik muhalafetden ziyade, statüko’da ısrar etmek adına iktidar partisi karşısında hizalananlar var. Ama, en önemlisi, bunların toplamının çok ötesine taşan, mutlakiyetçi iktidar yapısının gidişatı karşısında bunalan, itiraz etmek isteyen, sesini duyurmak isteyen toplumsal kesimler var. 

Gezi Parkı eylemi ile başlayan olaylar bir sıkışmışlığın dışavurumu oldu. O nedenle kimse, olayları ‘marjinalleştirme’ye kalkmamalı. 

Siyasal-toplumsal kültürümüzün çok demokratik ve özgürlükçü olmadığını biliyor, bundan sürekli şikayet ediyoruz. Ancak, bu toplum ve zaman içinde gelişen liberal kültür, mutlakiyetçi siyaset yapısını sineye çekecek bir toplum da değil ve iyi ki de değil. İktidar partisi veya yeni muktedirlerin gözden kaçırdığı veya görmek istemediği bu husus oldu. 

İktidar partisinin, demokrasiden anladığı ‘çoğulcu’ değil, ‘çoğunlukçu’ siyaset ve bu anlayışın Türkiye’yi yönetmekte acze düşmesi kaçınılmazdı. Geçtiğimiz hafta olanlar bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi, umarın iktidarın gözleri daha fazla ‘faltaşı gibi kapalı’ kalmaya devam etmez. Öncelikle artık, çoğulcu, özgürlükçü demokrasinin Batılı bir fantezi ve entelektüel bir safsata olmadığını kavrar. Bu ülkeyi yönetenlerin, kafalarında kurdukları fukaralaşmış bir Osmanlı düşünden uyanmalarında fayda var. ‘Öz değerlerinden uzaklaşmış bir toplumun, kendi değerlerinden kopartıldığı yüz yıllık parantezi kapaması’ denilen şey kültürselci ‘darkafalılık’tan başka bir şey değil. En önemlisi mevcut iktidarın bu söylemleri, ne onlara, ne de bu ülkeye, bu kültüre özgü değil, bunlar bir adım sonrası faşizme giden, sıradan otoriter siyaset söylemleri. Dahası, muhalefet söylemlerinin yetersizliği bir yana, özgürlükçü bakıştan yoksun bir statükoculukla sınırlı olması , bu gidişi daha da tehlikeli bir hale getiriyor. 

Taksim Gezi Parkı’nda dışa vuran sıkışmışlık, özgürlükçü ve demokratik bir muhalefet sözü üretmekten aciz kaldıkça, artan gerilimin bir parçası olarak kalacak. O nedenle, mutlakiyetçi bir iktidara karşı itirazın içini daha fazla özgürlük adına doldurmak, ‘söz’ü büyütmek lazım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.