SOSYALİZM VE HALKLARIN KARDEŞLİĞİ ÜZERİNE
Kemal Burkay
14 Eylül 2015 Pazartesi 01:00
Zor olan kaos dönemlerinde sağduyuyu yitirmemektir. Çünkü en çok da bu dönemlerde sağduyu (eskilerin tabiri ile “akl-ı selim”) ile hareket etmeye ihtiyacımız vardır.
Şimdi böylesi öfkelerin bilendiği, kinin nefretin yükseldiği zor bir dönemden geçiyoruz.
Bir önceki “Suçluyu Yanlış Yerde Aramak” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “Zor dönemlerde, karşılaşılan felaketler karşısında öfkeler kinler bilenir ve sağduyulu, serinkanlı yaklaşımların yerini öfkeden, nefretten kaynaklanan duygusal, kolaycı, çoğu kez de yanlış saptamalar alır. İnsanlar olup bitenler karşısında bir suçlu ararlar ve bu suçluyu, yani nedeni -hem de çareyi- çoğu zaman da yanlış yerde ararlar.”
Söz konusu yazımda, bazılarınca sık sık vurgulanan “Bir devletimiz olsaydı başımıza bütün bu belalar gelmezdi” tarzındaki söylemi tartışmıştım. Özetle şunu demiştim: Tabi ki Kürtlerin de bağımsız ya da federal bir devleti olabilir, olmalı. Onların da kendi kendilerini özgürce yönetmeye hakları var. Ama devlet ulusları ya da halkları tüm belalardan koruyan bir aygıt ya da sihirli değnek değildir. Irak, Suriye, Mısır, Libya, Yemen gibi Arap devletlerini, Afganistan’ı, Pol Pot Kamboçyası’nı, hatta Türkiye’yi örnek vererek, bir devleti olan bu ülkeler halklarının yaşadığı nice felaketi, yıkımı, kıyımı, sürgünü örnek vermiştim. Ve bu felaketler çoğu zaman da söz konusu “devletleri” eliyle başlarına gelmişti.
Yaşadığımız felaketlere ve dertlere konan yanlış teşhis, ister istemez yanlış tedavi önerilerini de gündeme getiriyor ve bu tür yanlış yargılar bir süre sonra ezbere, yani önyargıya dönüşüyor.
Kürt hareketinin geçmişinde çokça yaşadığı zor zamanlarda bu tür yanlış söylemler orda burada uç verdi ve bazı çevrelerde ezberlere dönüştü. Bu tür ezberler ve önyargılar ise insanların gerçeği kavramasını zorlaştırır ve onları yanlışa yöneltir.
Uzun siyasal yaşamımda, 40-50 yıl öncesinden başlayarak aynı zamanda bu tür yanlışlar, ezberler, önyargılarla mücadele ettim. Şimdi, bunca yıl sonra, artık saçlarım ak kesmişken bir kez daha bu konular üzerinde yazmak, doğrusu bana sıkıntı veriyor. Ama dönem dönem bir moda, bir salgın gibi yayılan bu yanlışlara seyirci kalmayı, susmayı da kabullenemiyorum.
Bunlardan biri de sosyalizm üzerine bazı çevrelerde var olan önyargıdır.
Daha 1960’lı 70’li yıllarda Kürt ulusal hareketinin bir bölümü sola yönelince, o zamanlar Kürt hareketinde kendisini “milliyetçi” diye niteleyen bir kesim buna karşı çıkmış, bunu Kürt ulusal hareketinin bölünmesi gibi görmüştü.
Kürtler de sınıflardan oluşan, ağası-topraksız köylüsü, patronu-işçisi, diğer bir deyişle sömüreni-sömürüleni olan bir halktır. Bu nedenle bir bölümünün, emekçi kesiminin ve onlardan yana aydınların sola yönelmesinde, bir bölümünün ise sol karşıtı bir tutum takınmasında şaşacak bir şey yoktur.
Öte yandan, Kürtlerin bir bölümünün sosyalizmi istemesi, onların ulusal amaçlardan koptuğu, ulusal birliği bozduğu, böylece ulusal mücadeleye zarar verdiği anlamına gelmez. Aksine, onların daha özgürlükçü olduğunu, hem ulusal baskının, hem sınıfsal sömürünün sona ermesini istediklerini gösterir. Rusya’da, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından ulusal sorun komünistlerin öncülüğünde çözüldü, 16 federe cumhuriyetten ve yüze yakın otonom bölgeden oluşan Sovyetler Birliği oluştu. Çin, Vietnam, Küba halklarının kurtuluş mücadelelerinin başını da sosyalistler çektiler, bu mücadelelere çoğu durumda komünist partileri öncülük ettiler. Nitekim Kürt sosyalistleri de tüm parçalarda özgürlük mücadelesinin içinde veya önünde oldular.
Ama sol karşıtı Kürt milliyetçi kesiminde bu anlayış tümden son bulmadı. Hatta bir ara moda gereği onların tümü sola savrulup bu alanda bizi de sollamış olsalar bile. Sosyalist sistem çöktükten ve Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ise apar topar sol düşünceden yüz geri ettiler; bununla da kalmadılar, eski anlayışla Kürt sol hareketini suçlar oldular. Sola bulaşmakla Kürt hareketi Kürtleri kandırmış, yanlışa sürüklemiş gibi…
Ne var ki dostlar, biz bunu yapmakla yanlış yaptığımız kanısında değiliz. Tersine çağımıza göre en iyisini, en doğrusunu yaptık. Sosyalizme inandık –bugün de inanıyoruz- sosyalist görüşleri yaydık, Kürdistan’ın Kuzey parçasında ilk sosyalist örgütlenmeyi gerçekleştirdik. Bundan onur duyuyoruz. Biz elbet Kürt halkının özgür olmasını istiyoruz ve bunun ideolojik ve örgütsel öncülüğünü de yaptık. O dönemi yaşayan ve vicdan sahibi her insan bunu bilir. Ayrıca şunu da ekleyelim, Kürt ulusal hareketlerini yanlışa, maceralara itmedik.
Sosyalist devrimler çağı olan 20. Yüzyılın sonunda sosyalizm bakımından işler kötü gitse de, sosyalist sistem çökse de bu sosyalizmin kötü olduğunu göstermez. Sadece insanlığın bu eşitçi, sömürüsüz sistemi kurup yaşatacak kadar olgunlaşmadığını gösterir. Sosyalizme varamayan bir insanlık gerçek özgürlüğe ve eşitliğe de ulaşamaz. Fidel Castro, “Ya barbarlık, ya sosyalizm!” derken son derece haklıydı.
Sosyalist düşüncenin diğer bir önemli değeri ise enternasyonalizmdir. Diğer halkları kardeş sayma, uluslar arası sorunlarda emekçilerin, ezilen halkların yanında yer alma, gücü yettiğince onlara destek verme…
Uluslar arası ölçekte sosyalizme ve enternasyonalizme karşı olan en güçlü akım ise nasyonalizmdir. “Nasyonalizm” kavramının Türkçe karşılığı “milliyetçilik” ya da “ulusalcılık”tır.
Başka halkları baskı altında tutmanın bir aracı olarak milliyetçi ideoloji, bencil ve saldırgandır, kolaylıkla ırkçılığa varır. 1930’ların Alman ırkçılığı, Nazizm bunun en tipik örneğidir. Bu tür milliyetçilik Alman halkına da dünyaya da felaket getirdi.
Buna karşılık, ezilen, baskı altındaki bir halkın milli hareketi, milli duyguları, baskıya karşı oldukça, özgürlük istedikçe anlaşılır bir şeydir, haklı ve meşrudur. Ama bu durumda bile, milli ya da ulusal hareket özgürlükçü sınırlar içinde kaldığı sürece meşrudur. Çünkü milliyetçilik kolaylıkla başka halklara karşı kine, nefrete dönüşebilir, ırkçılığa yönelebilir. Bu ise hoş görülecek bir şey değil. Ezilen halkın yurtseverleri, devrimcileri buna dikkat etmeli.
Son dönemde “halkların kardeşliği” söylemine karşı Kürt kesiminde yoğunlaşan tepkiler hiç de anlayışla karşılanacak türden değil. Bu eğilim yanlıştır ve Kürt halkının haklı mücadelesine sadece zarar verir.
Tabi ki tüm halklar kardeştir. Buradaki kardeşlik tanımı mecazidir, aynı kandan gelme anlamına gelmez. Ama halkların birbirlerine düşman olmaları, birbirlerinden nefret etmeleri için bir neden olmadığı, özgür ve barışçı bir ortamda bir arada kardeşçe yaşayabilecekleri ve bu bakımdan çıkarlarının ortak olduğu anlamındadır. Halklara baskı yapanları, onları sömürenleri, zalim otokratları, hükümet ve devletleri, sömürgeci ve emperyalist güçleri halklarla eş tutmamak gerekir. Onlar kendi halklarına da zulmederler ve ediyorlar.
Kürt halkının özgürlük mücadelesi bakımından da şaşılmaması gereken ilkesel tutum budur. Ülkemizi bölüşmüş ve halkımıza zulmeden devletlerden baskı gördükçe Türk, Arap ve Fars halkını düşman gibi görmek, göstermek yanlışına düşmeyelim.
İzlenen baskı ve sömürü politikaları ülkeyi yöneten egemen sınıflarındır. Onlar “kendi” halklarının (Türk, Arap ya da Fars) bir bölümünü de koşullandırıp kendi baskı ve zulüm politikalarına angaje edebilirler ve etmekteler. Örneğin Türkiye’de devlet tarafından beslenen, yönlendirilen ırkçı örgütler her zaman vardı, şimdi de var. Bunlar Kürt halkının haklı özgürlük mücadelesine karşı düşmanca davranan ve baskı çarkının yanında yer alan kesimlerdir. Geçmişte pek çok ırkçı saldırı da kullanıldılar ve şu anda da kullanılıyorlar. Ama buna karşı yapacağımız şey egemenlerin yaptığının aynısı olamaz. Bunun karşılığı Türk halkını düşman gibi görmek, “halkların kardeşliği” gibi hümanist bir söyleme karşı çıkmak değildir. Karşı tarafın oyununu bozmanın yolu bunun tam tersini yapmaktır ve Türk halkının sağduyusuna, insani yanına seslenmektir. Egemen sınıfların, sömürgeci kesimin oyununu bozacak olan budur.
Onlar kendi bencil çıkarları için halkları karşı karşıya getirip savaştırıyor ve her iki taraf da bundan büyük zarar görüyor, acı çekiyor. Kürt halkının özgür olmasında, kendi temel haklarına kavuşmasında Türk halkının hiçbir kaybı olmaz, aksine çok kazanımı olur. Böylece on yıllardır yaşadığımız gerginlik ve çatışma ortamı sona erer. Barışı, özgürlüğü böyle kazanabiliriz; demokratik ve gelişkin çağdaş bir toplumu böylece, el ele vererek inşa edebiliriz.
Bu nedenle sevgili dostlarım, arkadaşlarım, egemen sınıfların ve onların Kürt toplumu içindeki piyonlarının yaptıklarına bakıp “halkların kardeşliği” gibi ilkesel, güzel bir söyleme karşı çıkmayalım. Biz Türk halkını kardeş gibi gördük, onun için başımıza bu iş geldi, demeyelim. Suçluyu yanlış yerde aramayalım.
Öte yandan, Türk halkını kardeş gibi görmek başka şeydir, bunu Kürt varlığını –ülkesi ve ulusuyla-reddetmenin, “Türkleşme”nin veya “Türkiyelileşme”nin aracı yapmak başka şeydir.
Evet, Türk egemen sınıfları, “biz kardeşiz” derken, bunu hep Kürt kimliğini yok saymak için yaparlardı, “siz Türksünüz” derlerdi. Bunun gerçekle bir ilgisi yoktu; bu, Kürtlere hak tanımamanın bir gerekçesiydi ve Kürtleri budala yerine koymaktı. Bugün de onların ağzındaki “kardeşlik” lafı böylesine boş ve aldatıcı bir laftır. Tabi ki bizim kastettiğimiz böylesine zırva bir kardeşlik değildir. Kardeş olmak, en meşru, en insani haklarımızdan feragat etmek değildir. Bugün Kürt kesiminde de, hem de “Kürt Siyasi Hareketi” diye nitelenen birileri, bu oyunu hayata geçirmenin aracı olmuştur. Üstelik bir yandan bunu yaparken, öte yandan karşılıklı olarak ortalığı kana ve ateş boğmaktadırlar. Tavır alacaksak bu oyuna ve bu oyunun senarist, aktör ve figüranlarına karşı tavır alalım.
Evet, halklar kardeştir ve onlar aynı zamanda devredilemeyecek, vazgeçilemeyecek eşit haklara sahipler. Kendi kendini yönetme, bağımsız ya da federal biçimde kendi devletini kurma hakkı da bunlar arasındadır. Bu gerçekleştiği zaman federal bir statüde, bir arada barış içinde yaşayabilirler.
Bizim istediğimiz de tam budur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.