SONUNCU HAYATİ SEÇİM
Kadri Gürsel
02 Kasım 2014 Pazar 10:42
Muhtemelen altı ay sonra genel seçim var Türkiye’de. Erkene alınmazsa 8 ay sonra...
Ana muhalefet farkında değil belki ama Türkiye çoktan seçim havasına girdi.
Elektrik yüklü, sert rüzgarların dört bir taraftan estiği kararsız bir hava bu.
Sonuncu “hayati seçim”e böyle gidiyoruz.
İlki 2007’deydi. Ondan beri yapılan bütün seçimler Türkiye’nin her kesimi için hayati nitelikte oldu.
2015’tekinde AKP yine tek başına hükümet kurmaya yeter çoğunluğu kazanırsa, Türkiye’nin bu iktidarın elindeki dönüşümü tarihsel bir eşiği geçecek...
Çünkü 2019’a kadar seçim yok.
Dört yıl... Çok uzun bir süre.
Bu iktidarın hedefleri doğrultusunda zamanı ne kadar verimli kullandığını, dört yıl geriye giderek görebilirsiniz. 2010’dan bu yana Türkiye’nin hangi yönde ne kadar hızlı biçimde dönüştürüldüğü, demokrasiden ve hukuk devletinden nasıl uzaklaştırıldığı ortada.
Dolayısıyla 2015’ten sonra bu ülkede yapılacak seçimler bir daha hiçbir kesim için çok uzun bir süre hayati nitelikte olmayabilir. Kazanan çok uzun bir süre için muzaffer olacak, kaybedenler de çok uzun bir süre için mahkum.
2019’da bir seçim yapılacaksa, bunun demokratik bir seçim olup olmayacağını da 2015’teki seçimin sonucu tayin edecek.
Cumhurbaşkanı Seçimi’ni kazanarak Türkiye’yi bir fiili başkanlık rejimi ile yönetmeye başlayan Recep Tayyip Erdoğan için 2015’teki seçimin ideal sonucu, rejimine yapacağı anayasayı referanduma götürmeye yeter bir meclis çoğunluğunu elde etmek olacak.
Bu hedefin tutturulması teoride imkansız değil belki ama çok zor...
Bugünkü şartlarda Erdoğan için optimal hedef, anayasası olmayan fiili başkanlık rejiminin devamıdır.
İdeal ya da optimal, iki hedeften birinin gerçekleşmesi için, bugünlerde yüzde 43-45 bandında görünen bir AKP’nin MHP tabanından her durumda hatırı sayılır miktarlarda oy alması gerekiyor.
İşte tam bu noktada AKP’nin milliyetçi oy ihtiyacı ile Türkiye’nin Kürt sorununu çözme ihtiyacı arasında çözümsüz bir çelişki ortaya çıkıyor.
Çözümsüz evet ama Kobani krizinin baskısı altındayken yönetilmesi de mümkün olmayan bir çelişki bu...
Yönetilemeyince yıkıcı olabilecek bir çelişki aynı zamanda.
Bu yüzden çaresiz iktidar çelişkiyi bir duman perdesinin ardına gizlemeye çalışıyor. Ha bire “sis bombası” atıyorlar.
Kobani’ye bir miktar peşmergenin ağır silahlarıyla geçişine dış baskı sonucu izin verdikleri gerçeğini karartmak için kasabaya onlardan önce “dost ve müttefik” ÖSO güçlerini sokuyorlar. Orada PYD’nin tek başına hükmünün geçmeyeceği gösterilerek, milliyetçi-muhafazakar seçmen tabanında bir rahatlama yaratılmak isteniyor.
“Akil adamları” Kobani olaylarından sonra devreye sokarmış gibi yapıp kendilerine güvercin süsü veriyorlar. Ardından “Sürece mecbur değiliz” diyerek şahin kesiliyorlar.
Seçimden önce milliyetçi tabanı cezbeder zannıyla süreci askıya alma egzersizleri yapmaktan bir fayda umuluyor sanki.
PKK ise silahsız ve sivil giyimli askerleri hedef alan cinayetler işleyerek, şiddeti yeniden bir müzakere aracı olarak kullanabileceğini gösteriyor.
Yeni bir meydan okumayla karşı karşıyayız: “Çatışmasızlık durumu” ya da ateşkes önceki seçimlerde tarafların sandık beklentileri nedeniyle tercih edilmişti, şimdi ise aynı nedenlerle riske atılıyor.
Altı yıldır kesintilerle devam eden “süreç” ülkenin batısında PKK şiddetine tahammülü olağanüstü azalmış, doğusunda da beklentileri arttığı ölçüde hayal kırıklığını şiddete dökmeye meyyal bir toplum yarattı.
Bu patlayıcı bir terkiptir. Oynamayınız.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.