SONUNA KADAR DARBECİ
Gülay Göktürk
27 Ağustos 2011 Cumartesi 03:31
Bazen ne kadar yufka yürekli olduğuma şaşıyorum.
Koşaner'in birinci banttaki konuşmasını okuyunca, bir komutanın gözünün önünde cereyan eden askeri çöküş tablosu karşısında duyduğu samimi üzüntüyü ve infiali gördüm ve içim acıdı.
Bu tablonun sorumlusunun onlar olduğunu bildiğim halde yine de "sevecenlikle rehabilite etmekten", "burnunu sürtmekten değil ayağa kaldırmaktan" bahsettim.
Ama ikinci ses kaydını okuyunca da kızdım bu iyimserliğime ve yufka yürekliliğime...
İkinci kaset ordunun komuta kademelerinde her şeyin eski tas eski hamam olduğunu; bütün bu olup bitenlerin hiçbir zihniyet değişimi yaratmadığını; yaşadıklarından hiçbir ders çıkartmadıklarını; bütün yanılgıların aynen devam ettiğini gösteriyor.
Askeri başarısızlıklar karşısında samimi üzüntüye kapılan paşa, konu darbeciliğe gelince en ufak bir pişmanlık belirtisi göstermiyor.
Kızdığı tek şey; "namerdin eline bu kadar çok malzeme vermeleri..." Balyoz'da onu üzen tek şey bu! "Karargâhta böyle planlar nasıl yapılır" diye sormuyor da, "Karargâh'tan böyle planlar nasıl dışarı çıkar" diye isyan ediyor. "Esas rezalet bu" diyor. Anayasa suçu işleyenleri koruyup kollayanlar mert, bu suçu açığa çıkaranlar da namert oluyor onun lügatında.
Konuşmasının bütününü okuduğunuzda, hep yapılan hatalara değil, bu hataların açığa çıkmasına kızdığını görüyorsunuz.
Erlerin, subayların özel hizmetlerine koşulmasını yavaş yavaş kaldıralım derken, yanlış olduğu için değil; herkesin gözü üzerlerinde olduğu için, artık hiçbir şey gizli kalmadığı için, onlar kaldırmazsa da kaldırttıracakları için "kaldıralım" diyor.
"Artık para işlerini ciddiye alalım, yönergelerimizde ne diyorsa onun dışına çıkmayalım derken" orduda yolsuzluğu önlemek için değil, yeni Sayıştay Kanunu'nun korkusundan, harcanan paraların denetimi ciddileştiği için böyle söylüyor.
"Ombudsman denen adam bize gelecek hesap soracak, diyecek ki siz şu adamı dövmüşsünüz, niye dövdünüz? Bu durumlara gelmemizin sebebi biziz. Hatalar yaptık" derken, sözünü ettiği hata adam dövmemek değil; "evraklarına bilmem nelerine sahip çıkamamak, çaldırmak, ortalıkta rastgele konuşmak..."
Görüldüğü gibi hiçbir zihniyet değişikliği yok; hiçbir düzeltme temizleme iradesi yok. Yanıyor yanıyor da, içlerindeki "hainleri" önleyememelerine, suç olan sırlarının açığa çıkışına yanıyor.
Ve zaten konuşmasının sonuna geldiğinde de, zihniyette 27 Mayıs'tan beri bir milim değişiklik olmadığını koyuyor ortaya. "Hani diyorlar ya, 35. maddeyi kaldır da bilmem ne maddeyi koy. İster koy, ister koyma. Biz Silahlı Kuvvetler olarak bunun için varız. Bu bizim doğal tarihi görevimiz. Kimse bunun hakkında bize akıl öğretemez. Kimse bunun aksini bize söyleyemez. O zaman biz varlığımızı inkâr etmiş oluruz."
Karşımızda, darbecilikten asla vazgeçmeyeceklerini, bunun ordunun asli ve tarihi görevi olduğunu söyleyen bir Genelkurmay eski Başkanı ve onu sessiz dinleyen ordu üst kademesi var.
Şimdi soru, bu ikrar karşısında bizim ne yapacağımız... Seçtiğimiz temsilcilerin bu tevil götürmez suç itirafı karşısında ne tedbirler alacakları... Bağımsız yargının harekete geçip geçmeyeceği...
Koşaner'in konuşmasının sonunda söylediği şu cümleler, aslında bize ders olmalı:
"Sağlam durmak durumundayız. Temellerimizi sarstırmamak durumundayız. Eğer biz gevşersek bizden sonrakiler çok daha zor durumda kalacaklar..."
Bu cümleler bizim ne yapmamız gerektiğini de gösteriyor.
Eğer demokrasi güçleri olarak, darbeci komutanlardan daha sağlam durmazsak, onların "temellerimiz" dediği darbecilik geleneğini yok etmek için kararlı davranmaz ve gevşersek, bu darbeci kuşaktan sonra gelecek genç kuşak subaylara atacakları her yanlış adımın bedelini
mutlaka ödeyeceklerini gösteremezsek, bu orduyu darbecilik virüsünden kurtarmamız çok zor olacak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.