SON İKİ YÜZYILDA KAPİTALİST UYGARLIĞIN SOSYAL YÜZÜ!
Sinan Çiftyürek
22 Mayıs 2014 Perşembe 09:07
Bu hafta iki kitaptan hareketle kapitalizmin son iki yüzyılına ilişkin emek ve çalışma hayatına dönük uygulamalarının bir özetini yapacağız. Kitaplardan ilki: Paul Mason, Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, Küresel İşçi Sınıfı Nasıl Oluştu? Diğeri: Beverly Silver, Emeğin Gücü - 1870’ten Günümüze İşçi Hareketleri ve Küreselleşme. Her iki kitabın, Yordam Kitap tarafından 2009 yılında Türkçe basımı gerçekleştirilmiş.
İki kitap, uluslararası emek hareketine ilişkin birbirini tamamlayan bir içeriğe sahip. Mason, işçi hareketinin son 200 yılını özetlerken; Silver, sermaye ve emek hareketinin zaman-mekân haritasındaki değişimi inceler.
İki kitabın içerik ve sorunlamasının bütününü bu makalede özetlemek ne mümkün ne de gereklidir. Son iki yüzyıl boyunca kapitalizmin sosyal yüzünde ne değişti, esas olarak da ne oranda değiştirildi? İşçi sınıfına, emekçi kitlelerine ve genel olarak insanlığa yaklaşımında ileriye yönelik değişim adına ne var?
Aşağıda aktardığımız alıntılar kapitalizmin tarih içerisindeki sosyal yüzünü, daha doğrusu karanlık yüzünü sergiliyor. Alıntıları uzun aldım, dolayısıyla uzun yorum için hem yer hem pek gerek de kalmadı. Bu nedenle birkaç noktada özetleyeceğim.
Birincisi; 1819-2006 arası geçen yaklaşık iki yüzyıllık sürede kapitalizm altında işçinin, emekçinin ekonomik, sosyal sorunlarında özünde ileriye yönelik değişimin yaşanmadığı görülür. İki yüzyıl önce de işçiler, toplu olarak barakalarda yaşıyorlardı, tek gözlü gecekondularda aile boyu yaşam sürdürüyorlardı, bugün de aynı koşullarda yaşıyorlar. Denilecek ki Paris, New York, Berlin vb. merkezlerde belirli bir işçi, emekçi kitlesinin aile mekânı, ücret ve çalışma koşullarında kimi iyileşmeler olduğu inkâr edilemez. Doğru, ancak bu iyileşmelerin, öncelikle işçi-emekçi halkların uzun ve ağır bedellerle verdiği kanlı kavgalar sonucunda elde edildiğini belirtelim. Bir de, dünya halklarını sömüren emperyalist merkezlerin kendi halklarına sus payı verebildiklerini ekleyelim.
Bugün “bir milyar insan, yani insanlığın altıda biri, kent nüfusunun üçte biri gecekondularda yaşıyor”sa (Paul Mason a.g.e., sf; 72) yaşam koşulları iyileşen işçi-emekçi kitlenin genel işçi kitlesi içerisinde küçük bir oranı oluşturduğunu, Paris, Berlin, Londra vb. emperyalist merkezlerde de gecekondulaşmanın büyüdüğünü ve gittikçe genişleyen bir işçi-emekçi kitlenin Şanghay, Amukoko, Varanasi benzeri koşullara gerilediğini de ekleyelim.
Burjuvazi iki yüzyıl önce de kadın ve çocukları ucuz iş gücü olarak çalıştırıyordu, bugün de!
Dün de işçi kadınlara, patron ve ustabaşları taciz, sarkıntılık, tecavüz ediyordu, bugün de!
Dün de sendika üyesi olmak, sendika kurmak işten atılma gerekçesiydi, bugün de!
İşçiler arasında patronlara yaltaklık, ajanlık vb. yapanlar dün de vardı, bugün de bunu besleyen koşullar sürdürülüyor!
Dün de patronlar daha fazla kar ve sömürü için her yolu denediler, bugün de! Hatta bugün, son yıllarda tırmandırılan özelleştirme ile paralel geliştirilen taşeronlaştırma, “çok katlı” taşeronlaştırmalar nedeniyle sömürü ve çalışma koşulları gittikçe ağırlaştırılıyor!
Dün de patronlar, iş gücüne ihtiyacı olmazsa, işçilere “çalışarak yaşamayı” yani ücretli bir işe sahip olmasını çok görüyordu, bugün de! Hatta bugün üretimde sağlanan teknolojik gelişmelerle işçinin canlı emeğine daha az ihtiyaç duyulması nedeniyle yapısal işsizlik daha da büyümüş, bilinçli büyütülmüştür. Öyle ki, tüketici kitle olarak işçiye ihtiyaç duymasa, işçi gittikçe patron için “gereksiz bir varlık” haline gelecektir!
Kısacası, kapitalizm altında işçi sınıfının kitlesel büyümesine kitlesel sefaletin eşlik etmesini buradan da aramak gerekir.
İkincisi; küresel çapta siyasal alanda da özgürlük, eşitlik, demokrasi vurgularının arttığı ve biçimsel de olsa ileriye yönelik kimi gelişmelerin olduğu göz ardı edilemez. Birey ve kadın haklarında da kimi olumlu gelişmeler yaşandı, yaşanıyor, ama bütün bunları burjuvazi ya da egemen sınıflar bahşetmediler! Bunların kazanılmasında aralıksız yüzyıllar süren sınıflar mücadelesi belirleyici rol oynamıştır.
Obama, Merkel, Erdoğan, hatta Soros, Boyner gibi sermayenin siyasal temsilcileri düne oranla daha fazla “demokrasi”, “özgürlük” vb. diyorlarsa, bunda iki gelişme belirleyici olmuştur. Birincisi, tarih içerisinde sınıflar mücadelesinin kazanımları; ikincisini ise, sosyalist sistemin yıkılması, komünist ve emek hareketinde yaşanan gerilemenin burjuvaziye kazandırdığı özgüvende aramak gerekir ki, özellikle de Batı Avrupa’da son yıllarda sosyal haklarda yaşanan gerilemelerde bu ikinci faktör rol oynadı. Önce de yazdım; burjuvazi günümüzde küresel çapta demokrasi oyununu oynuyor. Küresel çapta özgürlük ve sosyalizm yani sınıflar mücadelesi yeniden güçlendikçe, burjuvazinin “demokrasi oyununu” bozacaktır. Küresel gelişmeler bu yönde.
Üçüncüsü; her yerde ücretli çalışanların durumu dün oluğu gibi bugün de ağır, ama Çin’de bugünkü tablo farklı ve düşündürücüdür, zira iktidarda ‘Komünist Parti’ var! Aktardığımız alıntılarda görüldüğü gibi Çin’e, iki yüzyıl önce de “ucuz ve itaatkâr emek cenneti” olması nedeniyle küresel sermaye akın ediyordu, ama bugün ‘Komünist Parti’ iktidarı altında da Çin’in aynı gerekçelerle küresel sermayenin yatırım cenneti işlevini sürdürmesi acı verici olup kabul edilemez! Çin komünist hareketinin bu ihaneti sosyalizm davasına en büyük zararı veriyor.
Çin, dün, en son Japonların sömürgesiydi. Çinli işçiler bunu haklı olarak onur meselesi yapıp “Japon ustabaşılar bizleri yumruklamaya, sopalarla dövmeye devam ediyor… Nerede Çin ulusal egemenliği?” diye sorguluyorlardı. Bugün Çin bağımsız bir devlet, hatta dünyanın ikinci ya da üçüncü büyük ekonomik gücü, ama Çinli işçilerin “ulusal onuru” küresel sermayenin ayakları altında! Tıpkı sömürgeyken yaşadığı gibi bugün de ve üstelik ‘Komünist Parti’ iktidarında Çin küresel sermayenin akınına uğruyor ve Çin kırsalındaki ucuz emek gücü “Batı tarzı yaşam”a kavuşma adına Şanghay, Şenzen vb. kentlere akın ederken yüzleştiği gerçek, 19.yy vahşi kapitalizm koşullarıdır!
Köklü uygarlık geçmişine rağmen Çin’in kendini bugün fazlasıyla Avrupa Merkezci “Batı tarzı yaşam”a kaptırması hem kendisinin hem de küremizin başına büyük belalar açacaktır, açmaya başladı bile. Çin, Hindistan, Bangladeş, yani 3 milyar insanın Batı tüketim kalıplarına yönelmesi demek küremizin sonu demektir. Buna bir değil üç kürenin kaynakları zor yeter!
Dördüncüsü; özgürlük ve sosyalizm uğruna sınıflar mücadelesinin küresel nitelik kazanmasının zeminleri güçleniyor. Küreselleşen kapitalist üretimle birlikte emek ile sermaye arasındaki çelişki ve çatışmalar hem yeniden üretiliyor hem de küresel niteliği güçleniyor.
Reel sosyalizmin yıkılması ile hızlandırılan kapitalist küreselleşmenin her yerde pazar ekonomisini geliştirmesi; aynı gelişmenin bir diğer sonucu olarak işyeri koşullarının “dünya çapında standartlaşması”; küresel sermayedeki mekân ve zaman hareketliğinin sonucu olarak Batı Avrupa ve ABD işçileri ile Çin, Hindistan, Mısır hattındaki işçilerin sorunlarının yanı sıra kaderlerinin de ortaklaşmasının zemininin her geçen gün güçlenmiş olması..! Bu gelişmeler, 20.yy’a oranla bugün Berlin-Pekin ya da Londra-Yeni Delhi arasında işçi-emekçilerin ve siyasal temsilcilerinin enternasyonal mücadelesinin zeminlerini de güçlendiriyor. Sermayenin Almanya, İtalya, ABD’den Güney’e yani Çin’e, Hindistan’a doğrudan yatırım ve üretimi büyüdükçe Kuzey-Güney işçi ve emekçileri arasındaki ekonomik, siyasal mücadelenin zeminlerini de beraberinde güçlendirecektir. Dünya komünist, devrimci hareketi değerlendirebilirse tabi!
Son İki Yüzyılda İşçinin Yaşamında Ne değişti?
* “Çinli işçilerle tanıştım; çalışma koşulları benim dedemin kuşağının bile hoş görmeyeceği kadar kötü olan Bolivyalı madencilerle tanıştım; Hindistanlı tekstil işçileriyle tanıştım; ürettikleri elbiselerin üzerindeki markaları biliyorlardı, ama patronlarının kim olduğunu, kendilerine ne zaman ödeme yapılacağını bilmiyorlardı.” (Paul Mason, Çalışarak Yaşamak ya da Savaşarak Ölmek, Küresel İşçi Sınıf Nasıl Oluştu?, sf:13)
* 18 ve 19. Yüzyıl Büyük Britanyası
1889- Londra liman işçilerinin durumu
“Hepimiz boydan boya demir parmaklıklarla çevrili bir kulübenin içine tıkıştırılmıştık. Dışarıda ustabaşı ve müteahhit hayvan pazarında gezinen bir satıcı edasıyla bize yaklaşır ve bir iş bulma hevesiyle birbirlerini ezen ve bir günlük iş fırsatı için adeta hayvanlar gibi dövüşen kalabalıktan insanlar seçerdi.”
“Tek odalı gecekondularda sıkça rastlanan ensest ilişkilere değinmedim. Bazı mesai arkadaşlarımın kendi babalarından veya kardeşlerinden çocuğu olmaları gerçeğini şakaya vurabilmeleri, bu aşağılık sosyal çevrenin insan kişiliği ve aile yaşamı üzerinde yarattığı tahribatın dehşete düşürücü bir örneğiydi.” (Paul Mason, a.g.e., sf:142, 143)
Daha 1819’da Manchester işçileri ağır koşullara karşı yükselen işçi eylemliliğine hazırlanırken; “Eve vardığımda kasabada bir hareketlilik olduğunu fark ettim. Genç erkeklerin çoğu silah hazırlamakta ya da silaha dönüştürmek için bir şeyler aramaktaydı. Kimi tırpanları, kimi eski baltaları, kimiyse tornavidaları, paslı kılıçları, pikeleri ve mop çivilerini bilemekteydi… Fakat hiçbir plan yapılmamıştı. Hiçbir şey düzenli değildi.” (Paul Mason, a.g.e, sf:31)
1904- Liverpol
“Bizlerden, bu katedralin inşaatında çalışan ücretli kölelerden size selam! Buranın birkaç adım ötesinde, insanlar domuzların bile barınamayacağı barakalarda yaşıyor.” (Paul Mason, a.g.e., sf:9)
2004 Londra’sında sosyal manzaralar
“Londra içindeki Karayip ve Asya mahallesi sakinleri değildiler. Onlar Somalili, Nijeryalı, Sierra Leoneli, Kürt, Irak, Afgan, Kolombiyalı, Bolivyalı, Kübalı, İspanyol ve Portekizli yeni göçmenlerdi.” Bir banka temizlik amiri, ofis çalışanlarının bu temizlikçilere dönük tutumlarını şöyle anlatır:
“Çöpleri temizleyen temizlikçiler, ofis çalışanları için bir çöpten farksızdırlar, geceleri çalışanlar hariç; onlar bizi tanımaya başlar ve bazı zamanlar ‘iyi geceler’ diye selam verirler. Geri kalanlar içinse biz bir hiçiz. Biz geceleri ortaya çıkan sıçanlarız.”
Ofis çalışanları denilenler gündüz çalışan ve “aylık maaşları ortalama 60 bin paund olan takım elbiseli kadın ve erkekler” iken; gece temizliğe gelen temizlikçiler ise ortalama “haftada 200-300 paund” ancak kazanıyorlar. (Paul Mason, a.g.e., sf:137, 138)
* Şanghay/Çin - 1919’da işçi-emekçilerin durumu
“1894 yılında Şanghay’da 36 bin fabrika işçisi vardı, 1919’da bu rakam 260 bin
oldu.” Kısa süredeki bu olağanüstü işçi akınını bir işçi şöyle anlatır:
“Çok yoksulduk. On üç yaşındayken Şanghaylı bir işveren temsilcisi çocukları sözleşmeli işçi olarak işe almak için köyümüze geldi. ‘Şanghay harikulade bir yer. Kaliteli pirinç, balık ve et yiyebilirsiniz. Batı tarzı bir evde yaşabilirsiniz, para biriktirebilirsiniz’ dedi. Böyle olunca kırdaki birçok aile çocuklarını sözleşmeli işçi olarak göndermeye razı oldu.”
“İşçilere göre, her gün bedenlerine uygulanan bir tür tecavüzdü sömürgecilik. Yabancılara ait fabrikalarda ‘büyükbaş hayvanlar gibi’ muamele görüyorlardı. Üst araması zorunluydu, şiddet gündelik bir hal almıştı… İşçi tuvalete gitmek için bambudan bir izin kağıdıyla başvuru yapmak zorundaydı; bu kağıtlar küçük tuvalet için beyaz, büyük tuvalet için kırmızı renkteydi.”
“Her gün 12 saat çalışmamıza karşın Japon ustabaşılar bizleri yumruklamaya, sopalarla dövmeye devam ediyor… Yaşam alanlarımız ahırdan beter. Sizlere soruyoruz, nerede Çin ulusal egemenliği?” (Paul Mason, a.g.e., sf:229, 233, 239)
“On dokuzuncu yüzyılda Çin’de yabancı doğrudan yatırımlar tekstil endüstrisinin gelişmesine önemli katkı sağladı. Bu doğrudan yabancı yatırımların ‘ucuz’ ve ‘itaatkâr’ emek fikri nedeniyle yapıldığı sır değildi.” (Beverly Silver, Emeğin Gücü, 1870’ten Günümüze İşçi Hareketleri ve Küreselleşme, sf:124)
Şenzen 2003, yani ‘Komünist Parti’ iktidarı altındaki bugünkü Çin
Günde “12 saat ara vermeden çalışarak plastik çiçek yaptığı”nı anlatan Li Qibing’i dinleyelim:
“Fabrika bizi sigortalamamıştı. Mahkemeye verdik ama davayı görmeyi reddettiler. Futbol topu gibi bir oraya bir buraya gönderildik. Kimse ilgilenmedi.”
“Hepsi genç, hepsi göçmen, hepsi haraptı. Onlar 20 yıl gibi kısa bir zaman diliminde dünyayı değiştirecek kadar hızlı ve ucuz bir şekilde bir araya getirilen yeni Çinli emek ordusunun birer parçalarıydılar. Buna karşın o kadar az hak ve özgürlüğe sahipler ki dünya onların varlığından bile bihaber.”
“Çinli işçi sendikaları birer birlik gibi değil, devletin birer organı gibi hareket ediyor… Bağımsız sendika kurmaya teşebbüs etmenin standart cezası 12 yıl hapistir. Büyük, gösterişli fabrikalardan çıkıp arka sokaklardaki bağımsız atölyelere gittikçe, işçiler için kaza sigortası ya da fazla mesaiyi reddetmek gibi temel haklar da ortadan kalkıyor.”
“Ortalama ücret ayda 40 paunda denk geliyor. ‘Hayatı aile gibi yaşa, oyunu takım gibi oyna, işi asker gibi yap’ şirketin sloganı olmuş ve çoğu işçi, tüm sene boyunca köyüne 40 paund geri götürebilirse kendini şanslı görmesi gerektiğini bildiğinden, yaptıkları bu slogana uymak oluyor.” (Paul Mason, a.g.e., sf:18, 19, 20)
*Varanasi/Hindistan- 2005
“Fakat 2005 Eylül’üne kadarki 12 ay içinde Varanasi bölgesinde 39 dokuma işçisinin açlıktan ya da yoksulluk nedeniyle intihar ederek öldüğü resmen kayıtlara geçti. Dokuma tezgâhının tepesindeki kola asılan urgan vasıtasıyla intihar etmek geleneksel intihar yöntemi olmuştu.” Lenin adlı işçi, intiharların nedeni için, “her ne kadar şu an dilenerek yaşasalar da dokuma işçileri dilenmektense açlıktan ölmeyi yeğler” diyor.
2005 Hindistan’ının Yeni Delhi’sinde tablo nedir?
“Çoğu ücret asgari ücretin üzerinde, ayda 58 ila 70 sterlin arasında seyrediyordu. Fazla mesai çift ücretlendiriliyordu.” Ancak bir işçinin ifade ettiği gibi hoşnutsuzluk söz konusuydu;
“Fabrikada çok zor şartlarda kalmak zorundaydık ve sürekli olarak Grup 4 Güvenlik Teşkilatı’nın gözetiminde tutuluyorduk. Yaklaşık 2.000 işçi tek çatı altında uyumak zorundaydı. Temiz hava yoktu. Uyumak için dışarıda çimenliğe gittiğim olurdu. Televizyon gibi imkânlar verilmişti, eve geri dönebilirdik ama burayı terk etme özgürlüğümüz yoktu.” (Paul Mason, a.g.e, sf:49, 50, 222)
*Amukoko/ Nijerya - 2005
“Amukoko’daki evlerin yalnızca yüzde 5’inde su akıyor. ‘Buraya getto diyoruz’ diyor Stephen Oluremi. Üç milyon insan yaşıyor burada. Geceleri bir odada sekiz-on kişi yatıyor. İnsanların koridorlara, yüklüklere ve merdiven boşluklarına taşmış olduğu görülebilir.”
“Oluklar ve sokaklar gerçek çamurdan değil; onlarca yıllık plastik torbalar, geçen seneden kalma bir kilim, dünden kalan tavuk kemikleri gibi kat be kat zehirli çöpten oluşan gri bir balçıkla kaplı.”
“Oluremi ayda 5.000 naira kazanıyor. Bu 21 sterline eşit ve Çin’deki bir fabrika işçisinin aldığının yaklaşık yarısı demek. Çalışma saatleri tahammül edilebilir (sabah 7’den öğleden sonra 3’e kadar).” (Paul Mason, a.g.e., sf:71, 72, 73)
*Philedelpiha/ABD - 1869
“Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar dikiş makinelerini çalıştırarak kazandıkları ekmekleri, çocukları ve sakat kocalarıyla paylaşan kadınların varlığını fark ettiğimde çok etkilendim. Parça başı beş sente gömlek yapma işini almak için dükkan dükkan geziyorlardı… İnsafsız işverenler çoğu zaman bir düzine gömleği diken zavallı kadınların yaptıkları işlerde birkaç dikiş hatası bulur ve ücretlerin yarısını keserdi.”
1873’te Almanya’dan New York’a göç etmiş Spies’in izlenimleri:
“Fabrika; aşağılık düzenlemeler, gözetleme, ihbar sistemi, yaltakçılık… Öncelikle işçilerin ve yaşlı bastonlu adamların, ustabaşlarının kendilerini çileden çıkarabilecek hakaret ve kaprislerine hiçbir isyan emaresi göstermeden sessizce boyun eğmelerini veya patronların onlara bu kadar yüklenmelerini anlayamadım.” (Paul Mason, a.g.e., sf:111, 126)
*Buones Aires/Arjantin - 1889
“Dell’Acqua & Ci’a şapka fabrikasında, yüzlerce kadın, genç ve çocuk çalışıyordu. Bu fabrikaya alındıkları zaman kendilerinden bir depozito alınıyordu, kendilerine kesilen cezaları ödemezlerse, hastalık durumunda doktor masraflarını karşılamazlarsa veya işten sekiz gün önce haber vermeden ayrılırlarsa bu para kendilerinden kesilir.”
“Mekân bir çöp ve paçavra yığınıydı. Bir baraka, banyo, bir ambar ve geceyi aydınlatmak için gaz lambası veya mum konulacak yer. Kısacası her oda; dört, beş veya daha fazla insanın bütün zevklere, hijyene ve topluma meydan okurcasına yaşadıkları bir in gibiydi.” (Paul Mason, a.g.e, sf:160,163)
Arjantin’in Neuquen kentinde 2001 yılında yaşanan ayaklanma sırasında işgal edilen fabrikalardan yaklaşık 160’ını halen denetleyen işçileri dinleyelim:
“Sekiz saatlik üç vardiyamız var, herkes aynı çalışma saatleri için aynı ücrete tabi. Patronların egemenliği altında çalıştığımız zamanki çalışma saatlerinin yarısı kadar çalışıyoruz. Eskiden tüm üretim sürecinin temposunu düzenleyen seramik baskı makinesini dakikada 14-15 vuruş yapacak şekilde ayarlamak zorundaydık ki bu kollarımızı hissizleştirdiği için korkunçtu. Şimdi bu oranın yarısı hızda çalışırken yüksek verimlilik seviyemizi koruyoruz.” (a.g.e, sf: 291)
Not: Bu yazı bir yıl kadar önce Newroz gazetesinde yayınlanmıştır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.