23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara16°C
  • İzmir13°C
  • Berlin3°C

SOMA VE İNKÂR

Bayram Bozyel

21 Mayıs 2014 Çarşamba 08:09

13 Mayıs 2014 tarihinde 301 kişinin ölümüyle sonuçlanan Soma kömür ocağındaki facia Türkiye’nin kömürle eşdeğer kara yüzünü gösterdi.

Soma katliamı, bir halkın kendi ülkesinde nasıl köle haline getirildiğini ve söz konusu kölelik koşullarında nasıl toplu olarak ölüme terk edildiğini ortaya koydu.

Soma maden ocaklarında yaşanan katliam, devletin sadece halkın malı olan maden kaynaklarını güçlü ve kudretli bazı kesimlere peşkeş çekmekle kalmadığını, aynı zamanda emeğiyle geçinen insanları da söz konusu şirketlerin insafına terk etiğini orta yere serdi.

Soma katliamı, bu coğrafyada sadece Kürtlerin ve ötekilerin değil, ama aynı zamanda bu ülkenin asli unsuru sayılan yoksul Türklerin de ne denli katmerli ve insanlık dışı koşullara mahkûm edildiğini hatırlattı.

Soma’da 300’den fazla insanın toplu ölümü, içinde yaşadığımız kapitalist denen sistemin ne kadar eşitsiz, gayri insani ve kıyıcı olduğunun bir başka çarpıcı göstergesi.

Oysa şimdiye kadar bu ülkede topluma gösterilmek istenen Türkiye’nin rakamsal büyüklükleri, sözgelimi onun dünyada ekonomik büyüklük sıralamasında yeri, her yıl bir öncesine göre artan milli gelirdeki rakamsal göstergeleri oldu. Dev, mega, süper gibi sıfatlarla tanımlanan projeler, ‘göz kamaştırıcı’ kuleler, şatafatlı yapılarla Türkiye’ye farklı bir imaj çizildi. Projektörlerin, flaşların, basının bize gerçeğin yaldızlı bu boyutunu ısrarla göstermesinin bir nedeni var: Türkiye’de yaşanan kahredici yoksulluğu ve onun ölümcül ve kıyıcı gerçeğini saklamak.

Türkiye’de yüzyıl boyunca inkâr edilen sadece Kürt gerçeği olmadı. Devlet, bütün mekanizma ve söylemleriyle bu ülkede başka toplumsal gerçeklikleri de inkâr etmek için inanılmaz bir gayret sarf etti.

Soma maden ocağında yaşanan katliama ilişkin basına yansıyan görüntüler, kudretlilerin bize gösterdiklerinden farklı bir Türkiye’nin olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koydu.

Soma’daki katliama ilişkin görüntüleri izleyince bir an için Avrupalı kolonyal güçlerin ele geçirdikleri sömürgelerdeki yerlilerin yaşadıkları trajediler gözümün önüne geldi. Varlarını yoklarını kaybetmiş, dipçik ve kılıçla diz çöktürülmüş ve son tahlilde köleleştirilmiş yerlilerin sefaleti, yalnızlığı ve çaresizliği… 300’den fazla insanın toplu bir biçimde ölüme terk edildiği Soma’da geriye kalanların toplu olarak isyan etmesi beklenirken, insanların kaderine çaresiz bir biçimde boyun eğmiş halleri, orada ne denli derin bir trajedinin yaşandığının somut bir ifadesi.

Anlaşılan şu ki, bu devlet yıllar boyu sadece Kürt halkını baskı, dipçik ve katliamlarla sindirmekle kalmamış, bu arada Türk halkını da açlık ve yoksullukla büyük ölçüde terbiye etmişti.

Soma, bize Türkiye’de toplumun önemli bir kesiminin ne denli bir yoksulluk içinde yaşadığını, yoksulların ayakta kalmak için hangi koşullara katlandığını ve emeğini ne kadar ucuza kaptırdığını ortaya koydu. Bir lokma ekmek için ölümü bile göze aldığını... Soma katliamı sayesinde Türkiye’de uzun bir aradan sonra yoksulluk, emek ve sömürü gibi kavramlar telaffuz edilir oldu. İşverenlerin, somut olarak maden ocaklarını işleten firmaların daha fazla kâr için işçilerin güvenliğini nasıl hiçe saydıkları, işçilerin güvenliğine ayırmaları gereken harcamaları nasıl kısarak kâra çevirdikleri daha bir görünür oldu. İstanbul’da ya da başka yerlerde inşa edilen dev kulelerin kimin sırtından ve kimin emeğinin aşırılması sonucu yükseldiği bu vesile ile gün yüzüne çıktı.

Madenciliğin dünyanın en zor işlerinden bir olduğu bir gerçek. Madencilik, bir bakıma yaşarken yer altına gömülmektir. Ancak Türkiye koşullarında madencilik yaşarken ölmek ve çoğu kez bu ölümden hiç uyanmamaktır. Son Soma katliamında olduğu gibi…

Oysa Türkiye, anayasasında sosyal devlet olarak tarif edilen bir ülke. Bunun anlamı somut olarak Türkiye’nin çalışma hayatında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) bütün standartlarını yerine getirmesidir. İş koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma güvenliğinin sağlanması bunların başında gelir. Özellikle maden ocaklarındaki koşulların ve güvenlik sistemlerinin çalışanların sağlık ve can güvenliğini esas alacak bir şekilde dizayn edilmesi ve bunun etkin bir biçimde denetlenmesi son derece önemli.

Öte yandan Soma’da yaşanan son facianın bir nedeni de işçilerin çıkarlarını savunacak adam gibi bir sendikanın ortada olmamasıdır. Son yıllarda dünyada ama daha çok da Türkiye’de sendikacılığın içinin boşaltılarak işlevsizleştirildiği bir gerçek. Gelinen aşamada işçi sendikalarının işçilerin çıkarlarını savunmaktan çok işverenlere hizmet ettiği biliniyor. Örgütlü mücadeleden yoksun kalan işçi sınıfının bu durumda taşeronların insafına terk edilmesi bir bakıma kaçınılmaz oluyor.

Türkiye’de insan yaşamının bu kadar hafife alınmasının bir nedeni de ilgili olaylarda yargının işlevsiz kalması ve adaletin yerini bulmamasından kaynaklı. Söz konusu zafiyetin bir nedeni yargının içinde bulunduğu yapısal sorunlardan kaynaklı. Ancak bu noktada asıl olarak siyasi faktörlerin tayin edici olduğuna kuşku yok. Daha çok da siyasi iktidarın etkisi bu konularda belirleyici. Geçmişte yaşanan Roboski katliamının hesabı sorulsa, Kütahya’daki askeri depo patlamasında ve benzeri olaylarda sağlıklı bir yargı süreci işletilseydi, bugün Soma’da bu denli bir acı yaşanmayabilirdi, onun mutlaka bir caydırıcı etkisi olurdu. Ne yazık ki iktidarın politik tercihleri nedeniyle bu gerçekleşmedi. Bu açıdan, Soma katliamında etkin bir yargı süreci, benzeri toplu cinayetlerin yaşanmaması için son derece önemli.

Ve son söz, bir ülkede herkes mutlu değilse hiç kimse mutlu , herkes güvende değilse hiç kimse güvende olamaz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.