23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

SOLCULUK VE KÜRT SİYASETİ

Etyen Mahçupyan

07 Eylül 2011 Çarşamba 11:06

Cumhuriyet'in tek adam kültünü yücelten otokratik karakteri, sadece vesayete dayanan bir rejim yaratmadı, söz konusu vesayet sayesinde kendine özgü bir aydın cemaati de üretti. 

Cumhuriyet'in aydınları devlet sorumluluğu taşıyan, yönetime şükran duygusu içinde insanlardı. Tek parti dönemi, bu dar grubun kalıpçılığı içinde yaşandı. Ancak asıl ilginç durum bunun sonrasında... Çünkü çok partili, nisbeten özgürleşmiş demokratik süreçle birlikte, doğal olarak o zamana kadar dışlanmış olan kesimin kendi aydınları ile siyasete damga vurması beklenirdi. Ama öyle olmadı. Laiklik ve onun Kemalist versiyonunun ima ettiği pozitivizm, dindarları entelektüel hayatın dışında, bir tür 'gelişememiş' beyinler olarak tanımlıyordu ve İslami kesimin de bu algıyı değiştirecek itici ve taşıyıcı düşünürleri hiçbir zaman olmadı. Düşünür olarak çıkanlar ancak kendi sosyolojik ve kimliksel çevrelerinin içinde etkili oldular, dilleri evrenselleşemedi, dünyayla bağ kuramadılar ve sıradan insana hitap eden hikmetler serdetmekle kaldılar. Bu durum laik kesimdeki aydın kadroların özgüvenini daha da pekiştirdi. Dünya filozoflarını 'bilenler', çağın gereklerini kavrayanlar, yaşanan anı aşan analizler ve öngörüler yapanlar kendileriydi...

Öte yandan Kemalizm sınırlı ve sığ bir ideolojiydi. Oysa entelektüel dünya sol bakışın heyecan verici tartışmalarını yaşıyordu... Böylece laik kesim kendi içinden sol bir aydın muhalefeti çıkardı. Gerçi bu solun bir ucu her zaman Kemalizm'e dokundu ve laikliğin kamusal alanda dışladığı kimliklerin 'aydın' olma hakkı tasavvur dışı kaldı. Entelektüel açıdan hem iktidarın hem de muhalefetin aynı sosyolojik/kültürel kimliğe sıkışması, solculuğu İslami 'tehlike' karşısında Kemalizm'e yakınlaştırırken, ancak bu 'tehlikenin' olmadığı zamanlarda özgürlükçü kıldı.

Kısacası solculuk, birkaç bireysel tavır dışında, Kemalist laikliği yadırgamak bir yana 'son kertede' doğru buldu. Kemalizm'in devletçiliğini ise sosyalizan ve daha geniş olarak anti-kapitalist bir anlayışın içinde eritebildi. Tek sorun milliyetçilikle nasıl baş edileceğiydi ve şaşırtıcı olmayan bir biçimde, milliyetçiliği destekleyen ve ona karşı çıkan iki tür sol ortaya çıktı. Bugün bunlardan birincisine ulusalcılık deniyor. Laik, milliyetçi ve devletçi bir sol... Diğer kanat her üç alanda da farklı bir tutum izliyor: Başörtüsüne özgürlük verilmesini istemesiyle laiklikten, katılımcılığı savunmasıyla devletçilikten ve Kürt kimliğinin haklarını desteklemesiyle milliyetçilikten uzaklaşıyor.

Ancak solculuk sadece bir tutum değil, aynı zamanda bir varoluş hali. Başka bir ifadeyle kişiye kimlik sağlayan bir nitelik... İnsanlar önce düşünüp, sonra bu düşüncenin ne kadar sol olduğunu sorgulamıyorlar. Aksine solun nasıl düşünmesi gerektiğinden hareketle pozisyon alıyorlar. Bu ise ideolojik çerçevesi olan bir cemaatleşmeyi ima ediyor. Çünkü solun açık bir ikilemi var: Ülkenin asıl muhalifleri onlar değil... Üstelik laiklik sayesinde iktidarın bizzat parçası ve tarafı durumundalar. Ama kendi farklılıklarını da bir şekilde anlamlı kılmak ve aktörleşmek istiyorlar. Kısacası solculuk, aktivizme dayanan bir grup siyaseti olarak somutlaşıyor.

Söz konusu aktörleşme bir siyasi dile, gündelik anlamda aktivizmi taşıyacak bir ideolojik zemine muhtaç. Bunu bugünlerde otoriter laiklikten uzaklaşarak yapmak işlevsel değil, çünkü iktidarda AKP var ve sol bu iktidara karşı olmak 'zorunda'. İdeolojik zeminin devletçilikten uzaklaşarak üretilmesi de mümkün değil, çünkü bu ancak sınıfsal bir mücadele içinde anlamlı olabilirdi ve öyle bir ortam yok... Geriye milliyetçilik kalıyor ve üstelik o sorunun sahibi olan Kürtler muhalefet bile olmakta zorlanıyorlar. Dolayısıyla Kürt meselesi solculuk açısından münbit bir toprağı ifade ediyor. Mağdura sahip çıkan, onun adına konuşan, bu sayede devlete ve hükümete mesafe alan, böylece siyasi kimlikleşme yaşayan bir solculuk, halen son derece popüler.

Ne var ki kendisini anlamlı kılacak siyaset arama eğilimi, 'özgürlükçü solun' en güçlü olduğu addedilen ilkesel yönünü giderek tahrip etmekte. Çünkü söz konusu ilkelerin en önemlisi şiddete karşı olma. Nitekim Kürt meselesinde devlet eleştirisinin dayanağı da bu. Ayrıca bu soldan kime sorsak, bize barış yanlısı ve şiddet karşıtı olduğunu, şiddetin siyaset ve barış yolunu tıkadığını söyleyecektir. Ne var ki Kürt meselesinin somutuna geldiğimizde tablo muğlaklaşıyor. Çünkü Kürt siyasetinin şiddet tercihi karşısında konum almak, sola siyaset alanı bırakmıyor, bizzat solcunun kendisini anlamsızlaştırıyor.

Eğer solculuk demokratlığın içinden üretilebilseydi, böyle bir açmaza girilmez, alınan konum siyasi kimliği yaralamazdı. Ama solun geçmişinde laiklik ve pozitivizm var... Oradan çıkacak bir cemaatçiliğin demokrat olması ise neredeyse imkânsız.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.