SOL VE HÜZÜN
Orhan Miroğlu
12 Mayıs 2012 Cumartesi 08:13
Devletlerin sınıfsal veya dinî-etnik sebeplerle, kendilerine karşı baş gösteren isyanları, silahlı-silahsız başkaldırıları bastırmak için başvurduğu yöntemlerin meşruluğu nerede başlar nerede biter sorusu önemli bir sorudur.
Devlet iktidarına sahip olanların elinde sınırsız imkânlar, mekanizmalar, tecrübeli istihbarat örgütleri vardır.
Büyük toplumsal hareketlerin meydana geldiği süreçlerde, iktidar sahipleri, muhaliflerini sadece zor kullanarak, şiddete başvurarak değil, özellikle güvenlik ve istihbarat sektörünün sözkonusu muhalif örgütlerin içine sızarak, kontrol altına alma, bu örgütleri pasifize etme, daha işin başında etkisiz hale getirme, o örgütlerin mensupları, militanları arasına güvensizlik ve şüphe yayma, resmî ideolojiyle etkilemeye çalışma gibi, hayata geçirilen bir yığın “tedbir” bir yığın psikolojik ve siyasi harekât yöntemi vardır.
Bu yöntemlerin soğuk savaş yıllarında hiçbir demokratik denetime ve sorgulamaya tabi olmadan bayağı da keyfî biçimlerde kullanıldığını söyleyebiliriz.
Asya ülkelerinde durum tam bir faciaydı.
Angola Kurtuluş Mücadelesini bastırmak için, Portekizliler sahte bir kurtuluş örgütü kurmuşlardı ve bu örgüt Angola halkına ikide bir çağrı yapıyor, beyazların uçaklarından korkmamalarını, açık alanlara çıkıp gösteriler yapmalarını istiyordu. Bu çağrıya uyan zavallı Angolalılar açık alanlarda toplanıp gösteriler yapıyor Portekiz uçakları da ânında gelip üstlerine bomba yağdırıyordu. Bu yöntemler, aşağı yukarı bütün sömürge ülkelerde uygulandı.
Derken, sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşları dönemi de soğuk savaş yılları da bitti.
O tarihten bu yana da, demokrasiyle yönetilen ve demokratik bir geleneğe sahip olan devletler, herhangi bir iktidar talebi veya ülke içinde baş gösteren, şiddet de barındıran etnik bir çatışmanın vuku bulduğu hallerde (son zamanlara kadar IRA ve ETA) muhalifleri etkisizleştirmek ve muhtemel ayaklanmaları bastırmak için, başvurdukları yöntemlerin meşruluğu bakımından sorgulanır oldular.
İngiltere ve İspanya IRA ve ETA’ya karşı uzun yıllar mücadele etti.
IRA’nın ve ETA’nın içinde devlet ajanları filan vardı, olmaması da düşünülemez zaten.
Hatta IRA’nın iki numaralı adamının İngiliz ajanı olduğu ortaya çıktı. Ama bildiğim kadarıyla, devlet ne IRA ne de ETA kılığına girip insanları öldürdü. Onlara benzeyen örgütler filan kurmadı. Biz de ise işleyiş tam tersiydi. Devlet solun, PKK’lilerin kılığına girerek eylemler, katliamlar yaptı. Köylere gidip gençleri topladı ve onları dağa götürmek vaadiyle kandırıp, aynı köylerin arkasındaki vadilerde, tepelerde infaz etti. Yani, devleti korumak için her şey mubahtı. Faili meçhuller, PKK kılığında infaz timleri, köy yakmalar, devlet eliyle kurulan örgütler filan.
MGK kararlarıyla desteklenen ve üretilen bu sistem nihayet kolektif katiller üretti.
Ve tarihin bir tecellisi olarak bu kolektif katillerin üremesine fikirleriyle, iktidar mekanizmalarındaki etkin konumuyla katkıda bulunanlar, şimdi bu katillerle aynı davalarda ve beraber yargılanıyorlar.
Bu katillerden biri, onu yaratan sisteme eylemleriyle ve fikirleriyle yardımcı olan, birer militan gibi çalışan ve şimdi de birlikte yargılandığı Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’e mahkemede saldırıyor. Bu davaların birinden yargılanan eski bir Genelkurmay başkanı katillerle aynı sıralarda oturmam diye duruşmaya katılmadı.
Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi geldi bu noktaya dayandı, ama sol hâlâ oralarda değil.
Devlet taammüdünü bir tarafa bırakarak ne 1 Mayıs’ı ne sonrasında gerçekleşen katliamları ve ne de otuz yıldır devam eden Kürt savaşını ve bu savaş sırasında meydana gelen katliamları, operasyonel faaliyetleri anlamak mümkündür.
Geçenlerde İsveç’teydim. Basında ve medyada iki konu tartışılıyordu.
Tartışılan konulardan biri, Ericsson firmasının Esad’a sattığı söylenen yeni bir dinleme sistemiyle ilgiliydi. Bu dinleme sistemi, galiba yenilenmiş bir teknolojiye sahipti ve rejime karşı ayaklanan insanların toplandığı evleri tek tek tesbit edebiliyordu. Muhaliflerin toplandığı evler tesbit edilince de, gösteriye katılmak için o evlerde biraraya gelenleri, güvenlik güçleri gidip toptan imha ediyordu. Esad rejiminin kendi halkına karşı giriştiği katliamları epey kolaylaştıran bu sistemin demokratik ve her zaman da barışçı bir toplum olmayı başarmış kendi ülkelerinden Esad’a yollanmış olmasını İsveçliler hazmedemiyordu. Ericsson firması da kendisini savunurken, bu sistemin topluma zarar verecek birtakım davranışları, kriminal suç örgütlerinin faaliyetlerini önceden tesbit etmeyi amaçlayan bir sistem olduğunu söylüyor ve bu amaçla üretildiğini iddia ediyordu. Yani sistemi ben sattım, ama bir diktatörün bunu kötü amaçlı kullanmasının sorumluluğu bana ait değil gibi bir savunma..
Bir diğer konu da Suudilerle Suudi Arabistan’da silah üretecek ve epey de kâr getirecek bir silah fabrikasıyla ilgiliydi. İki devlet arasındaki anlaşma söylendiğine göre uzun yıllar gizlenmişti. İsveçliler hem anlaşmayı hem de kamuoyundan bu anlaşmanın gizlenmiş olmasını eleştiriyorlardı.
Kendi devletimizin tartıştığım şu kanlı tarih sürecinde, aldığı kararlar hakkında biz ne biliyoruz peki? Çok, ama çok az şey.
Devlet taammüdü ve sol sözkonusu olduğunda, sorun herhangi bir katliam eyleminde ilk kurşunu kimin sıktığına bağlı bir mesele olmaktan uzaktır.
İlk kurşunu sıkacak birileri nasılsa bulunur. Sorun o birilerini üreten zihniyeti ve sistemi sorgulamaktır. Sol bu sorgulamadan kendini muaf tutuyor, bir avuç kaldık, daha bizden ne istiyorsunuz demeye getiriyor ki, gerçekten de bu yakarış insana hüzün veriyor!
1 Mayıs’ta hayatını kaybedenlerin anısına saygı bu hüznü sonsuza kadar yaşamakla değil, bunca ölüme ve bunca zulme rağmen, solun bu ülkede neden bir avuçla anıldığını sorgulamaktan geçiyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.