SIRAT KÖPRÜSÜNDEKİ KÜRTLER
Fehim Işık
06 Kasım 2013 Çarşamba 08:45
Daha önceki yazılarımdan birinde Kürdistan Ulusal Kongresi çalışmalarının Kürdistan Federe Bölgesi seçimleri sonrasına ertelenmesi durumunda yapılmasının riske girebileceğini belirtmiştim.
Nihayetinde öyle oldu.
Seçimler sonrasında ilk toplantısının 8 Ekim’de yapılacağı açıklanan Hazırlık Komisyonu resmi olarak bir kez bile bir araya gelmiş değil.
Kongrenin belirlenen tarihte yapılıp yapılmayacağına dair bir açıklama yok.
Üstelik taraflar arasında, Rojava ve Türkiye’deki çözüm süreci üzerinden yaşanan gerginlik giderek büyüyor.
Rojava’daki siyasal güçler Kürt Yüksek Konseyi’ni (KYK) oluşturmuşlardı.
KYK ne yazık ki kâğıt üzerinde kaldı.
Bu olumsuzluk KYK çalışmalarına yansıdı; siyasal güçlerin iç ve dış ilişkilerini KYK’den bağımsız yürütmelerini ve nihayetinde Suriye muhalefetine katılmadan Cenevre-2’ye kadar birçok çalışmanın taktiksel olmasını ve ‘bağımsız’ sürdürülmesini beraberinde getirdi.
Elbet Kürdistan Ulusal Kongresi çalışmaları sadece Rojava’da yaşanan sıkıntılar üzerinden riske girmedi. PKK’nin gerilla güçlerini geri çekmeyi durdurması, hükümetin kırıntı bir paketle süreci karşılamayacağının anlaşılması nedeniyle Türkiye’de çözüm sürecinin kritik bir aşamaya girmesi de hem Kürtler arası ilişkilere, hem de Kürtlerin stratejik işbirlikleri geliştirmesine engel oldu.
Her ne kadar farklı güçlerin varlığından söz etsek bile biliyoruz ki yaşananların iki önemli aktörü var: PKK ve KDP...
PKK ile KDP arasındaki gerginliğin tarihi eskiye dayanır. Çok eskileri saymasak bile özellikle 90’lı yılların başından ortalarına kadar yaşanan kanlı iç çatışmalar sürecinden gelen ciddi bir birikimin olduğu açık.
Bir diğer handikabın altını açık çizmekte de yarar var.
Hem PKK, hem de KDP Kürdistan’ın özgürlüğü için ciddi emekler harcamış, binlerce, onbinlerce insanını savaşta yitirmiş partilerdir.
Yaptıkları yadsınamaz.
Ama KDP’nin bir türlü parça esaslı bakış açısından kurtulamaması, PKK’nin ise kendisini dört parçanın hamisi gibi görmekten vazgeçmemesi; esasen de her iki partinin hegemonik bakış açılarını aşamamaları sürecin arzulanmayan bir noktaya gelmesinin nedenlerinin başında gelmektedir.
Bu durumdan neyi anlamak lazım?
Özeti şu: Sürecin temel aktörleri olan PKK ve KDP gerilimi aşılmadığı, bu yapılar kendi aralarında geleceğe dönük stratejik işbirlikleri geliştirmedikleri müddetçe Kürdistan’ın farklı dinamikleri de giderek KDP ile PKK arasında taraf olacak; açı giderek büyüyecek ve belki de provokasyona açık bu durum ‘birilerince’ değerlendirilip Kürtler yeniden iç çatışmalara çekilecektir.
Son günlerde ne yazık ki gerilimi azaltacak yaklaşımlar yerine artıracak adımlar çoğalmaya başladı. KDP, PYD lideri Salih Müslim’in Kürdistan Federe Bölgesine geçişini yasakladı. Bu yetmez gibi gayri siyasi ve bir o kadar da gayri ahlaki bir tutumla Kürdistan yerine Ankara, Bağdat, Şam ve Tahran’ı Müslim’e adres olarak gösterdi. PYD ve PKK üzerinden şekillenen taban ise bu olumsuzluğu siyasal bir nüve olarak değerlendirip kâh Mersin’de olduğu gibi açılan pankartlarla Barzani’yi bel altından vurma yoluna gittiler, kâh Barzani ve KDP’ye siyaseten ağza alınmayacak argümanlar üzerinden hakaretler yağdırdılar.
Bu yazılanlar belki buzdağının görünen kısımları ama önlem alınmadığı, bu gerilim aşılmadığı sürece Kürtleri bekleyen günler yaşadığımız günlerden daha az sıkıntılı olmayacak.
Kürtler egemenler karşısında hiçbir zaman yenilmediler.
Rojhilat’tan Başûr’a, Bakûr’dan Rojava’ya Kürtlerin kazanımlarını kaybetmeleri yine hep Kürtlerin eliyle oldu.
Kürdistan Federe Bölgesi de Kürtlerin kazanımıdır; destan yazan direnişlerle Serêkaniyê’yi, Til Koçer’i, Til Xelef’i özgürleştiren Rojava da Kürtlerin kazanımıdır.
1919’larda geleceklerini altın tepside egemenlere sunan Kürtler, bu tarihsel hatayı bir daha yapmamalılar...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.