SIRADAN BİR GÜN
Tuncer Köseoğlu
21 Eylül 2012 Cuma 07:17
Salı sabahı her zaman olduğu üzere saat sekiz gibi kalktım. Son günlerde korkarak dokunsam da televizyonun açma düğmesine, kalkar kalkmaz her zamanki gibi haber kanallarında gezinti yaptım; bugün canımı yakacak haber çıkmaz umuduyla. Bir önceki gün Bingöl Karlıova’da pusuya düşürülen şehit polislerin cenaze törenleri vardı haberlerde. Gencecik bedenler sırasız ölümlerle toprağa veriliyordu. Daha da kötüsü sıradan, umarsız bir hâl alıyordu bu gencecik bedenlerin toprağa verilişi. Duşun altında başıma ilk su damlası değdiğinde küçük adamı düşündüm; hani şu Tanrılar Çıldırmış Olmalı filminde kabilesini kötülüklerden korumak için gökten düşen kola şişesini uzaklara götürüp ufka atan adamı... O kola şişesi az iş açmamıştı küçük insanların başına. Barış içinde yaşarlarken, uçaktan atılan kola şişesi yüzünden bütün kabilenin huzuru kaçmış, adeta savaş başlamıştı. Oysa alışık değillerdi böyle şiddete. Küçük adamın buna son vermek için eline aldığı kola şişesini geldiği yere atmak için yola koyulmasını anlatıyordu film. Bunları düşünerek sokağa çıktığımda her zamanki gazete bayiinden gazetelerimi alıp, kahve içeceğim yere geldim. Orta boy bir filtre kahve her sabah olmazsa olmazımdı.
Kahvemi yudumlayıp, gazeteleri okurken rüzgârın etkisiyle havada süzülen sararmış bir yaprak düştü gazetenin üzerine. Yaprağa baktım bir süre. Rüzgârla birlikte dans ediyordu gazete sayfasının üzerinde. İyiye işaret bu dedim içimden. Sevmem sıcakları, yağmur insanıyım. Her şeyiyle sıcak geçen bir yaz artık geçiyor diye ümitlendim. Bir yerlerde yazın son aylarını denize girerek geçiren insanlar geldi aklıma, kıskançlık kapladı içimi. Kahve içtiğim yerin karşısında PTT var, genelde tekaüt aylığımı oradan alırım. PTT’ye doğru amaçsız bakarken Başbakan Erdoğan’ın birkaç gün önce söylediği cümle takıldı kafama. Ne demişti Başbakan: “Son bir ayda 500 terörist etkisiz hâle getirildi.” Etkisiz hâle getirmek... Ne kadar soğuk, vicdan yoksunu bir cümle. Savaş öncelikle hisleri yok ediyor. Hani postaneler banka gibi oldu ya. Birine havale gönderiyorsunuz. Havalede rakam yazıyor 500 diye, parantez içine de yazıyla yazarsın beşyüz diye. Bir yerden bir yere havale göndermişti Başbakan. Karşılığı ise o yerden gelen şehitler oluyor ve kararıyor vicdanlar her şeyiyle. Sayıya dönüşüyor bir anda genç bedenlerin ölümleri...
Gazetede sabah toplantısı rutin seyrinde ilerledi. Toplantıyı yöneten Ahmet Abi, Yıldıray Oğur’un yazısına atıfta bulunarak bununla ilgili tepki alalım dedi. Yıldıray, bu kirli savaşı bir yıl içinde bitirecek yedi adımdan söz etmişti yazısında. Barış ile ilgili her öneri heyecanlandırıyordu Ahmet Ağabeyi... Yine öyle oldu, her gün yaşanan ölümlere karşın umutluydu. Toplantıdan sonra matbaacı bir arkadaşım aradı. Gazeteye yakındı yeri, yanına gittim. Sürekli takıldığım lokale geçtik bir çay içmek için... Lokalin içi boştu, yaşları yetmişi geçmiş dört ihtiyar okey oynuyordu bir masada. Tanıyordum bu insanları. Onlara bakıp, lokalin sahibine “Bu adamlara iyi bak. Beş, bilemedin on yıl sonra aramızda olmayacaklar” diye pis bir espri yaptım. Cevap muhasebeci Mustafa abiden geldi. “Ulan puşt, kim kimin cenazesine gider belli olmaz” dedi. “Orası öyle de hani sıralı ölüm var ya ondan dedim” gülümseyerek. Kimse bilmez ne zaman öleceğini de, sıralı ölüm diye bir şey var. Hem gençlik yıllarını çoktan geçtim ben. Yaşadığım ülkede daha çok genç fidanlar gidiyor sırasız ve haksız bir şekilde. Bir süre sonra gazeteye döndüğümde kara haberi aldım. Pusuya düşmüştü genç bedenler. Bilanço ağırdı, 10 ölü, yetmiş yaralı... Yine sırasız, yine haksız ölümler ve sayıdan ibaret kalacaklar...
Birinci sayfa toplantısında acı vardı arkadaşların yüzünde. Gündem bir anda değişti. Yıldıray’ın yedi maddelik barış yazısının tepkileri rafa kalktı. Ahmet Ağabeyin yüzü asıldı. Yazıişleri’nde bir arkadaş, savunmasız, korumasız ölüme gönderilen bu genç bedenler nedeniyle Genelkurmay Başkanı istifa etmeli dedi. Yüzüne baktım “Nerede yaşadığını unutuyorsun. Hiçbir yetkili başarısızlıkta istifa etmez” dedim. İstifa etmelide ısrar etti arkadaş. Aslında o da biliyordu istifa etmeyeceğini. İstemeyerek de olsa asık suratlı ama sorgulayan bir gazete yaptık. Oysa neşeli eğlenceli bir gazete yapmak gelirdi içimizden. Gece son sayfalar gidene kadar gazetede kaldım. Bir ara Toplum-Yaşam editörümüz yanıma geldi; “Çankırı’da kaza oldu 10 ölü var” dedi. Zaten ölüm ilanı gibiyiz. Birinci sayfaya olmaz, sen içeri gir haberi dedim. Bunu söylerken ses tonuma ve duyarsızlığıma şaştım. Eve döndüğümde yeni günün ilk saatleri geçmişti çoktan. Balkona çıkıp, denize doğru baktım. Kapalı perdelerin çoğunda ışıklar sönmüştü. Küçük adamı düşündüm yeniden. Kabilesini korumak için geldiği yere atacaktı şişeyi. Uzun mesafe kat etikten sonra başardı ve fırlattı o barış düşmanı şişeyi boşluğa... Büyük adamlar aramak yerine hepimiz o küçük adam olsak. Çoğalsak ve yeter artık deyip, hep birlikte fırlatabilsek o laneti boşluğa. Tanrılar artık çıldırmasa...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.