SINIRSIZ KÜRT TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ
Süleyman Çevik
28 Eylül 2011 Çarşamba 16:53
Belki birilerine garip gelecek ama Kürt meselesinde nasıl bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için bu soruyu sormak gerekiyor: Siz Türkiye’de herhangi bir caddenin, okulun, meydanın veya herhangi başka bir yerin adında hiç “Kürt” kelimesinin geçtiğini gördünüz mü?
Bu soruya hiç kimse “evet” diyemez.
Bırakın Kürt kelimesini, yakın zamana kadar bu ülkede Kürtleri çağrıştıracak herhangi bir işaret bile bulamazdınız. Kürtlerin büyükleri, yazarları, alimleri ve başkaca değerleri yakın döneme kadar pek de bilinmedi; şimdi de layıkıyla bilinmez.
Bu ilgisizliğin en büyük sebebi Türkiye’deki hakim zihniyetin ve çeşitli çevrelerin Kürtlere karşı olan tahammülsüzlüğüdür...
Kürtlerin bu ülkede yaşadığı onca vahşet, katliam ve sürgün onların insanî taleplerine karşı olan tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Başka bir deyişle, birilerinin Kürt olduğunu bilmesi kendi kimliklerini korumak ve geliştirmek istemesi bu birilerine hep ağır bedellerle ödetilmiştir.
Hepimiz devletin okullarında eğitim gördük. İlgili ilgisiz ders kitaplarının çoğunda defalarca Türk ismi geçmesine rağmen bu kitaplarda bir defa bile Kürt ismi geçmez. Yalnızca bunun bir istisnası var: 1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarında kurulan zararlı ve yararlı dernekler sayılırken “Kürdistan” ismi bir defa geçmektedir. “Kürdistan Teali Cemiyeti” de bu zararlı dernekler arasında sayılırken Kürt ve Kürdistan ismi “muzır cümleler” içinde geçer. Oysa bu dernek resmen Osmanlı idaresince kurulmuş ve desteklenmiştir. Dernek başkanı da dönemin Reis-i Şura-yı Devlet (Danıştay Başkanı) Seyid Abdülkadir Efendi’dir.
Bu derneğin zararlı dernekler arasında sayılması da kasıtlıdır. Kürt adıyla bir derneğin zararlı diye nitelendirilmesi Kürt çocuklarına, bu tür adların zararlı olduğu anlatılmak isteniyor. Bu tür yollara tevessül etmesinler diye bir nevi uyarılmış oluyor.
Kürt çocukları bir yandan başkalarının kahramanlığını, yiğitliğini, bilginliğini ve başkalarının kültür zenginliğini duymak zorunda kalırken, öte yandan kendinin bir hiç olduğunu görüyor. Kendi ismi bir kez kitaplarda geçiyor, o da “zararlı” diye geçiyor.
Kürtlere güven kazandıracak, onun tarihini anlatan, Kürtler için çalışmış önemli şahsiyetleri büyükleri, meşhurların adları hiçbir şekilde bu kitaplarda anılmaz. Yüzlerle ve binlerle ifade edilen bu bilgin, alim, kahraman ve ilimle meşgul olan kişiliklerimizi kimse tanımıyor. Bu şekilde bu yasakçı zihniyet Kürt çocuklarının kendilerini tanımasına engel oluyor.
Hakim zihniyetin Kürt ismine karşı bir tahammül sorunu vardır. Sistem kendisinden bir şey talep etmeyen Kürt ile kendi haklarını talep eden Kürdü biri birinden ayırmaktadır. Kürt kimliğiyle ön planda olan hiçbir Kürt şahsiyetine sahip çıkılmamış, onlarla ilgili çalışma ve toplantılar yapılmamış, Kürt dili, edebiyatı ve kültürü ile ilgili kitaplar yayımlanmamıştır...
Düşünün yakın döneme kadar gözümüzün içine baka baka aslında Türk olduğumuzu söyleyenler, tarihte Kürtler adına ne varsa hepsini çok rahatlıkla inkar edebilir. İnkâr ettiği şeyi kendine mal edebilir, başkasının adına kaydedebilir. Yani senin olmaktan çıkarabilir. Senin coğrafyanda seni anlatan ne varsa yok gibi davranabilir.
Uzak değil, sadece bölgenin otuz yıl önceki haritalarına bakıldığı zaman buradaki dağ ve köy adlarının ne kadar değiştiği rahatlıkla görülebilir. Burada Kürtlerle ilgili izler silinmiş, oraya başkaca izler yerleştirilmiştir.
Şimdi birilerinin bu sözlere itiraz ederek, son 25 senedir gündemimiz hep Kürtlerle doludur, dediğini duyar gibiyim. Cumhuriyetin tarihinden, Kürtlerin yaşadıklarından habersiz olanlar azıcık bir incelemeyle görecekler ki onlarca yıl bu ülkede sanki Kürtler hiç yaşamıyormuş gibi hareket edilmiştir.
Oysa Kürtler diliyle, folklorüyle ve kültürüyle kendi coğrafyalarında hep varlardı, ama bu ülkede resmen yoklardı. Onca sene burada bir milletin varlığına gözünü kapatmak ancak tahammülsüzlükle açıklanabilir.
Meseleye resmi söylemin penceresinden bakanlar bir şekilde rejimin gözüyle Kürtlere bakmaktadırlar. Rejimle bir şekilde kavgalı olan insanlar da dahil, mesele gelip Kürt meselesine dayandığı zaman kimsenin birbirinden farkı kalmıyor. Rejime muhalif olanlar çoğu zaman bu meselede kendilerinin rejimle ne kadar uyum içinde olduklarının farkında da değildirler. Gerek İslamcı, gerek Solcu gerekse de başka dünya görüşüne sahip rejim muhalifi kesimler rejimin değişmesinde yıllarca nasıl ağız ve fikir birliği içinde ise, Kürt meselesi ve Kürtlerin haklı talepleri karşısında topluca rejimle aynı safta görülmüştür. Yirmi yıllık bir tecrübenin ürünü olan Nûbihar dergisi aynı zamanda dinî meseleleri Kürtlere Kürtçe aktaran bir dergi. Biz bu dergiyi çıkardığımız ilk günlerden bu yana ulusalcı çevreler kadar Türk islamcı ve dindarlarında da tahammülsüzlüğüne de çok şahit olmuşuzdur...
Bu memlekette yaşayan insanların çok büyük bir kısmı, ister farkında olunsun ister farkında olunmasın, Kürt meselesi nadir olarak anlaştıkları meselelerden biri haline gelmiştir. Kürtler konusunda sadece Türkiye kamuoyu değil, Kürtlerin yaşadığı İran, Irak, Suriye ve Türkiye devletlerinin yegane anlaştıkları mesele de Kürt meselesidir diyebiliriz.
Ne yazık ki Türkiye’deki halk da böylesi bir haksızlığa karşı direniş göstermek yerine yapılan haksızlığı savunur hale gelmiştir. Oysa dünyada buna benzer sorunların karşısına ilk önce o ülkelerin asli halkı durumunda olanlar dikilmektedir.
Türkiye’de ise bu meselede insanlar gözü kapalı devletin bütün siyasetlerini sahiplenmektedirler.
Bu coğrafyada Kürtleri böylesi bir şekilde yalnızlaştıran siyasetin Kürtlerden şikayet etmeye ne kadar hakkı vardır?
Kürtlerin yüzlerce binlerce değeri vardır ama kimse bilmiyor ve bahsetmiyor. Burada Kürtlere karşı tahammülsüzlüğü sembollerinden olan biri bir devlet diğeri ise bir şahıs olan iki bariz örneği vermek istiyorum:
Kürtlüklerinden dolayı Mervanilerin kurduğu devlet ile İslam dünyasının medarı iftiharı Selahaddin-i Eyubi’ye hakim zihniyet gözünü kapatmıştır.
Mervaniler bir Kürt hanedanıdır. Başkentleri Meyafarkin, yani bugünkü Silvan’dır. 981 yılında kurulan bu hanedanlık, 1085 yılında Selçuklular tarafından yıkılmıştır. Üstelik Selçuklulara Anadolu’nun kapısını açanlardan biri de Mervanilerdir. Çünkü 1071 Selçuklu-Bizans savaşında Mervaniler bir rivayette göre 20 bin, bir rivayette göre de 10 bin askerle Selçukluların tarafında savaşa katılmışlardır.
Yüz yılı aşkın geniş bir coğrafyaya hükmeden Mervanilerlerle igili hiçbir şey bilinmiyor.
Türkiye’deki tarih hiçbir şekilde bu devletten bahsetmiyor. Kitaplarda ve günümüz ansiklopedilerinde de Mervanilerin adı geçmiyor.
Hiçbir şekilde bu hanedanın adını bir yere vermemişler. Tarihi eserlerinden hiç bahsedilmiyor. Belki de eserlerini başkalarına mal etmişler. Mervanilerin hiçbir şekilde Türkiye’nin gündemine girmemesini neyle izah edebiliriz?
Bir başka konu ise Selahaddin-i Eyyubî’dir. Selahaddin-i Eyyubî sadece İslam tarihinde değil, insanlık tarihinde de çok önemli bir yere sahiptir.
Dünya müslümanlarının Selahaddin’e sevgisinin yanı sıra diğer dinlerin mensupları da onu takdir etmektedirler.
Yukarıda da belirtiğim gibi Türkiye’nin yakın tarihine baktığımız zaman Kürtlerle ilgili bir şeye rastlayamıyoruz. Buna bağlı önemli şahsiyetlerin de bahsi geçmez. Bir de bunun üstüne aslında Kürtlerin Türk oldukları da ileri sürülür. Böyle bir atmosferde dünyanın Kürt olarak bildiği Selahaddin-i Eyubî burada Türk büyüğü oluvermiştir. Yakın döneme kadar tarih kitaplarında, okullarda Selahaddin hep böyle tanıtılmıştır.
Aslında o dönemde böyle diyenler bu dediklerine kendileri de inanmamışlardır. Yoksa en azından bir sokağa da Selahaddin ismi verirlerdi. Aslında onlar Selahaddin’nin Kürt olduğunu biliyorlardı, ancak biz Kürtleri Türkleştiremiyoruz bari Selahaddin’i Kürtlükten çıkaralım diye düşünmüşlerdir.
Selahaddin’in hangi millete mensup olduğu dünyada tartışılmazken, onu “Türk Büyüğü” diye tanıtmak ancak bu kişileri gülünç duruma düşürür.
Bu gülünçlüğü fark edince de bu kez insanlık ve İslam tarihinde sanki Selahaddin diye biri bu kadar büyük bir rol oynamamış gibi hareket etmişlerdir; O’na bütünüyle gözlerini kapatmışlardır, onunla ilgili ciddi bir çalışma yapmamışlardır.
Bu yüzden dünya alem Selahaddin’i tanır ve gerçekten de Selahaddin-i Eyyubi önemli bir şahsiyetken Kürtler onu tanımıyor. Çünkü hakim zihniyet Kürtlerin kendi büyüklerini bilmelerini istememektedir.
Birçok Arap Selahaddin’den dolayı Kürtleri sevmektedir. Selahaddin Avrupa’da da çok sevilip takdir edilmektedir. Denilebilir ki 1400 yılık İslam tarihinde Selahaddin Avrupa’da dört halife olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’den daha çok tanınmaktadır. Selahaddin üzerine yazılan yazı, makale ve kitap adedi İslam dünyasında hiçbir şahsiyet üzerine yazılmamıştır. Tabi ki bunun sebepleri var. Selahaddin’in mütevaziliği, Kudüs’ü fethinde diğer dinlerin tabiilerine karşı olan tutumu burada önemlidir.
Gel gör ki Selahaddin gibi bir insan Türkiye’de tanınmıyor. Onun gibi bir insanın ismi devletin resmi okullarına, caddelere ve meydanlara verilmiyor. Sebep onun Kürt olmasıdır...
Selahaddin Türk olsaydı onun adı memleketin dört tarafına verilmiş olacaktı.
Onun adının hiçbir yere verilmemesi bile onun Kürt olduğuna delildir.
Mervanilere ve Selahaddin-i Eyyubî’ye gözünün kapatan anlayış tahammülsüzlüğü temsil ediyor. Rejimin Kürtlere bakışını bu iki örnek, bize çok güzel anlatıyor.
Kürt’ten bahsetmemek, insanlık tarihinde yer vermemek, kahraman ve bilginlerinin olmadığını ima etmek, Kürtleri hiçbir özelliği olmayan bir millet gibi göstermek Kürtlerin özgüvenini kırmaya yöneliktir. Böylece Kürt kendi medeniyetinin olmadığına, köylü olduğunu hayvancılık ve çiftçilik dışında hiçbir şey beceremediğine kendisi de inanmaya başlar. Böyle bir durumda hiç kimse bir türlü “efendi” olamayan Kürde ait olmak istemez. Bu siyasetle büyüyen Kürdün kendine güveni kalmaz.
Bu tahammülsüzlük hangi sebebe bağlanırsa bağlansın hiçbir şekilde mazur görülemez ve bu anlayışın Kürt sorununu çözmeye yönelik hiçbir katkısı olmayacaktır...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.