SİLÂH VE BARIŞ
Murat Belge
21 Ekim 2011 Cuma 00:30
PKK’nın son saldırısıyla ortalık yeniden kan revan içinde kaldı. “Barış” üstüne konuşmaya başlamışken olayların birdenbire böyle bir rotaya sapmış –saptırılmış– olması, en azından PKK tarafında bu “barışçı çözüm” hedefinden hoşlanmayan birileri olduğunu gösteriyor herhalde. Kavganın “Türk tarafı” şimdiye kadar hiç olmadığı derecede barışçı çözüm yoluna çıkmaya hazır görünürken bu “şiddet ve celâl”e başka türlü bir anlam vermek zor. Bu “çözüm”e her zamankinden fazla yaklaşmış gibi görünürken her şey, şimdi de herhalde –ve kısacık bir zaman içinde– en uzağına savrulduk.
Karayılan’ın uzun uzun yazdığı mektupla da bu olanları birarada düşünmek zor.
Şöyle bir akıl yürütmek mümkün mü: medyada olaylara anlam vermeye çalışanların yazdıkları arasında, PKK’nın imkânlarının sonuna geldiğini söyleyenler de var; acaba PKK böyle bir şeyin söz konusu olmadığını kanıtlamaya çalışıyor olabilir mi? “Ben her zamanki kadar, hattâ daha da fazla güçlüyüm. Şimdi yaptıklarımı şimdiye kadar yapmadıysam, gücüm yetmediği için değil, düşmanlığı daha da ilerilere götürmemek için yapmadım. Ama siz bana “aciz bir düşman” muamelesi uygulamakta ısrarlı bir tavır takınır, böyle bir politika uygularsanız, ben de size çok yanıldığınızı gösteririm.”
Şu sıralar “yeni anayasa” konusu genel gündemin en ön sırasında. Bu son saldırı da bununla ilgili resmî görüşmelerin başlayacağı günün sabahında gerçekleşiyor. Yani, ”bu ülkenin ciddi bir Kürt sorunu yok”muş gibi davranarak anayasa konuşmaya, anayasa yapmaya karşı da bir “uyarı” olarak tasarlanmış olabilir mi bu saldırı? “Biz buradayız! Ona göre!” anlamında bir jest olarak.
O cenahta böyle düşünceler olması, her şeye rağmen, o cenahta bir “çözüm” fikrinin de olduğu anlamına gelir. Çünkü bu, bir “sus payı” ile geçiştirilecek bir şey değil, “iki eşit” arasında gerçekleştirilecek bir şey mesajı olarak anlaşılabilir. Birisi, “masaya güçlü oturayım” diye düşünüyorsa, “masaya oturmayı” da düşünüyor olmalıdır.
Böyle bir düşünce tarzının büsbütün geçersiz olduğu kanısında değilim. Ama bu olayların PKK içinde cereyan eden bir iktidar kavgasının dışa yansıyan ögeleri olduğu yorumuna da uzak değilim. Bu varsa, herhalde yalnızca Öcalan’ın otoritesini geçersizleştirmekle sınırlı bir şey değil, aynı zamanda, PKK’nın nihai kararlarını kimin vereceğiyle ilgili bir çekişme olmalı.
Bu türlü bir kıran kırana kavgaya girmiş taraflar, birçok durumda, aralarındaki düşmanlığın şiddetine rağmen, birbirlerini en iyi tanıyan ve anlayan öznelerdir aynı zamanda. Savaşın Kürt tarafında işin başından beri PKK oturuyor ve Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına rağmen orada çok fazla bir şey değişmiyor. Türk tarafında ise kaydadeğer bir değişim var. Tahterevallinin o ucunda bir zamanlar tek başına TSK otururken şimdi o daha az yer kaplayarak ilişiyor, hükümet ve ona yol gösteren Emniyet de daha geniş bir yere yayılıyor. Ama bu PKK’nın olsun, ülkenin legal-parlamenter siyaset ortamındaki BDP olsun, bir yumuşamaya yol açmıyor, tersine, olguların kendileri de, kullanılan dil de, hızla sertleşiyor. Çünkü taraflar birbirlerini sadece “savaşan düşman” olarak tanıyor ve anlıyor. Bu ortamda içlerinden biri bir zeytin dalı uzatsa, öbürü, “Bunun ucuna bir bomba bağlanmıştır” diye düşünüyor. “Barış” diyenin “barış” dediğine inanamıyor. Ama gerçeklik düzeyinde bakıldığında da, sahiden “barış” diyen galiba yok.
Öyle ya da böyle, bir yanda bu olaylar, bir yanda çözüm, ikisi birarada mümkün değil. Biri, “şu eylemi yapayım da masaya elim güçlü oturayım” diye bir şey düşünse de, o eylemin vereceği gerçek sonuç, masanın toptan ortadan kalkması olur.
Amaçlanan zaten oysa, onu bilemem. O zaman diyecek yok. Her hâlükârda, son kararı Kürt halkının vermesi gerekiyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.