ŞİKE VE ŞARK KURNAZLIĞI
Roni Margulies
10 Aralık 2011 Cumartesi 08:26
Piskopos Josip Juraj Strossmayer, 1870’li yıllarda İngiltere Başbakanı Gladstone ile yazışır ve Osmanlıların özelliklerini renkli bir dille şöyle anlatır:
“Türklerin tarihi üç korkunç kelimeyle yazılmıştır: Aptalca bir kibir ve tembellik; arsız ve çok zaman gayrı tabii bir şehvet, ve nihayet bunlara eşlik eden korkunç bir zulüm ve istibdat... Türklerin Slav bölgelerimize gönderdiği Asya tipi bürokrasinin niteliğini kendi deneyimlerimizle biliyoruz. Temiz bir yönetim sistemi için gerekli çalışkanlık ve dürüstlüğün zerresinden bile mahrumlar. Herhangi bir şey yaratmaktan tamamen aciz olan Türk ırkı sadece yıkma yeteneğine sahiptir.”
Strossmayer, dönemin önde gelen emperyalist ülkesinden pratik destek isterken, Gladstone’un da paylaşıyor olduğunu çok iyi bildiği “Türk” imajının tüm unsurlarını son derece usta bir şekilde kullanmış.
Strossmayer ile Gladstone’un görüşleri, kişisel, kendilerine özgü bir ırkçılık değildi. Zalim, tembel, namussuz, ahlâksız Türk imajı, 19. yüzyıla gelindiğinde Batı kültürünün artık tümüyle yerleşik, yaygın ve sorgusuz kabul gören bir unsuruydu. Hıristiyanlığın İslam’a karşı düşmanlığından kaynaklanan ve yüzyıllar boyunca savaşlarla beslenen bir unsur.
Dönemin saygın ansiklopedisi Encyclopaedia Britannica, 1888 baskısında şöyle der: “Tüm Osmanlı devlet görevlileri adlî ve idarî işlevleri kendi ellerinde tutarlar ve, genel olarak, adalet işlerinde tümüyle fesat ve rüşvete dayanırlar, halkı ezerler, kamu gelirlerini zimmetlerine geçirirler, çoğu zaman kısa ve sallantılı olan görevlerini kişisel servetlerini büyütmek amacıyla kullanırlar.”
Batı Osmanlı’yı böyle görürken, Batı karşısında giderek zayıflayan ve girdiği tüm savaşlardan yenilgiyle çıkan Osmanlı çare aramaya başlar. “Devleti kurtarmak” gerekmektedir.
Batı güçlü ve ileri olduğuna göre, çare biraz daha Batı’ya benzemektir.
Hatta daha iyisi, aslında pek bir şeyi değiştirmemek, ama görünürde biraz daha Batı gibi olmaktır.
Ve hatta en iyisi, hiç değişmemek, ama Batılıları kurnazca kandırıp aslında onlar gibi olduğumuza onları ikna etmektir.
Bu mükemmel stratejinin en güzel örneğini Murat Belge’nin yeni Militarist Modernleşme kitabında okudum.
Yıllardan 1876. Meşrutiyet ilan edilecek. Midhat Paşa’nın hazırladığı ilk anayasamız, Kanun-u Esasi, yürürlüğe girecek.
Amaç, demokrasiye önem veriyormuş gibi görünen İngiltere ile Fransa’yı Rusya’ya karşı kendi saflarımıza kazanmak, sempatik görünmek. “Bakın, biz de sizin gibiyiz” diyebilmek.
Kasımpaşa’da Bahriye Nezareti’nin üst katında büyük devletlerin elçileriyle bir konferans düzenlenir. Ve tam “Saffet Paşa düvel-i muazzama sefirleriyle görüşürken meşrutiyeti kutlayan toplar patlamaya başlar”.
Konferans sonrasında Midhat Paşa Saffet Paşa’ya “Ne dediler” diye sorar. “Ne diyecekler, çocuk oyuncağı dediler” cevabını alır, çok kızar.
Oynanan oyun o kadar belli, “O kadar acemice ve inandırıcı olmaktan o kadar uzaktı ki, bununla kimseyi ikna etmek mümkün değildi” diyor Belge.
Meşrutiyet sadece dış politikayla ilgili bir mesele değildi elbet. Ama işin bu yanı özellikle ilginç.
“Genel anlamda demokratikleşme gündemini, içeriyi doyurmaktan önce, dışarıyı yatıştırma aracı olarak görme zihniyeti”nden söz ediyor Belge. “Oysa bu politika ya da bu yöntem,” diyor, “yatıştırılmak istenen o dış dünyayı özellikle ve öncelikle kuşkulandırmak için birebir bir çaredir. Karşıdakine güven vermesi mümkün değildir.”
O dış dünya zaten buraya tümüyle ırkçı bir gözle bakıyor; Gladstone ve Strossmayer gibi, sadece “fesat, rüşvet, yolsuzluk”, “Asya tipi bürokrasi” ve “dürüstlükten mahrumluk” görüyor.
Osmanlı da, adeta Batı’nın ırkçılığını haklı çıkarmak istercesine, Avrupa’yı kandırmaya çalışıyor, şark kurnazlığı yapıyor!
Oysa bugün ne kadar farklıyız, değil mi?
Dünya ve Avrupa futbolundan dışlanmamak için, zorla ve istemeye istemeye Aziz Yıldırım’ı cezaevine tıktık, Fenerbahçe’yi Avrupa Şampiyonluğu’na göndermedik.
Şimdi, dünyanın ve Avrupa’nın fark etmeyeceğini umarak, yeni bir yasayla her şeyin eskisi gibi devam etmesini sağlamaya çalışıyoruz!
Çünkü amaç şikeyi engellemek, mafyayı dağıtmak filan değil, dünyayı kandırmak, şark kurnazlığı yapmak.
AK Parti’nin Yeni Osmanlıcılık’tan anladığı bu olsa gerek.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.