ŞİDDETİN GİZEMLİ NESNESİ
Ahmet Altan-
26 Ocak 2012 Perşembe 01:50
Ahmet Altan, ABD’de Harvard Üniversitesi Kennedy School of Government’ta dün bir konferans verdi. Altan’ın “Türkiye ve Şiddetin Gizemli Nesnesi” başlıklı konuşmasının tam metnini yayımlıyoruz.
Amerika’yı iyi tanıyan bir arkadaşım burada konuşacağımı duyunca, “Onlar Amerikalı” dedi, “pragmatist bir yapıya sahiptirler, onlarla kısa cümlelerle konuş”.
Kısa cümleler, düşünceleri anlatmak için iyidir.
Ama o düşüncelerin içinde beslenip büyüdüğü duyguları anlatmak için daha uzun cümlelere ihtiyaç olduğuna inanırım ben.
Hamlet’in düşüncelerini kısa cümlelerle yazılmış bir makalede anlatmak mümkündür ama onun duygularını anlatabilmek için içinde uzun tiratların da bulunduğu bir piyes gerekir ve eğer Hamlet’in duygularını anlamazsanız düşüncelerini hiç anlayamazsınız.
Bir insanı ya da bir toplumu anlamak için onun sadece düşünceleriyle değil duygularıyla da ilgilenmemiz gerekir.
Duygular derken, farkına vardığımız ya da varmadığımız bütün duygulardan, inançlardan, bilinçaltındaki ulaşamadığımız birikimlerden, içgüdülerden söz ediyorum.
Düşüncelerin netliğine, berraklığına ve kısalığına kavuşamamış, o geniş, gölgeli ve karmaşık alandan söz ediyorum.
İnsanlık tarihinin asıl belirleyicisi olduğuna inandığım o karanlıktan.
O karanlığı görmeden, onun ne olduğunu kavramadan, onun üstüne sızmış düşüncelerin rahatlatıcı aydınlığında kararlar vermek, bizi her zaman doğruya götürmeyebilir çünkü.
Hayatın hareketinin belirleyicisi vahşettir.
Doğa, dengesini vahşet üzerine kurmuştur. Bütün canlılar kendi çıkarları için başka canlıları parçalar, öldürür, yok ederler.
Bu vahşette bir masumiyet vardır. Çünkü bunu içgüdüleriyle, yaşamlarını sürdürebilmek için yaparlar. Doğa, onlara böyle yapmalarını emreder.
İnsanlar da bu vahşetten paylarını almışlardır. Bütün canlılar gibi onlar da vahşidirler.
İnsanların vahşeti diğer bütün canlıların vahşetinden daha büyük ve daha azgın bir vahşettir.
Diğer canlılar sadece hayatta kalabilmek, beslenmek ya da bir dişi bulup sevişebilmek için diğerlerini öldürürken, insanlar bütün bunların yanı sıra mülk sahibi olabilmek, daha güçlü olabilmek, emir verebilmek, hükmedebilmek, daha geniş toprak parçalarını ele geçirebilmek için de öldürürler.
Kendi vahşetlerinin hem uygulayıcısı, hem de kurbanıdırlar.
Herkesin hem av hem de avcı olduğu bu korkunç vahşet ortamında, insanlar kendilerini korumak için ne yaparlar?
Tarih boyunca ne yaptılar?
Ne yapmalılar?
Kısa cümleli, pragmatik bir düşünce cümlesi, “vahşetten vazgeçsinler, birbirlerini öldürmesinler” olurdu.
Ama buna doğa izin vermiyor.
Vahşet, insanın içinde, onun aklının uzanamayacağı, ulaşamayacağı bir karanlığın içinde gizli, bizi yaratan sistem her neyse, vahşetin orada dokunulmadan durmasını istiyor.
Buradaki herkes bu konuları benden daha iyi bilir ama ben yazarlara tanınan “cahil olma ve bilmediği konularda da konuşabilme” lüksünü kullanarak, insanların kabilelere, kavimlere, milletlere ayrılmalarının temelinde bu denetlenemeyen vahşetin yattığına inandığımı söylemek istiyorum.
Hem içinizde bir vahşet var, hem de sizi avlamak ve yok etmek isteyen bir vahşetle kuşatılmışsınız, vahşeti uygulayabilmeniz için de, o vahşetten kurtulabilmeniz için de en iyi yol kalabalıklaşmaktır.
Kümelere ayrılmaktır.
Binlerce yıl önce de böyleydi, şimdi de böyle.
Düşünsenize, sınır denen şey sadece bir çizgidir.
İncecik bir çizginin iki yanında bulunan kalabalıkların birbirlerini öldürmesini, birbirlerini bir metre ötedeki birinden farklı görmesini, onu öldürmek istemesini hangi akılla, mantıkla ve düşünceyle açıklayacaksınız.
Çıkarlardan bahsedeceksiniz.
Bütünleşmenin, birleşmenin insan çıkarına aykırı olduğunu mu düşünüyoruz bunu söylerken?
Niye kendi çıkarlarını bütünleşmekte değil de bölünmekte gördüler?
Ve, binlerce yıl çıkarları için bölünen insanlar neden şimdi bütünleşmeye, birleşmeye, globalleşmeye çalışıyor?
Neden daha altmış yıl önce bölünüp birbirini öldüren insanlar bugün biraraya gelmeye çalışıyor?
Çalışıyor ve bir türlü bunu hâlâ tam olarak beceremiyor?
Aklımız, bilincimiz, düşüncelerimiz bize bütünleşmenin daha fazla çıkarımıza olduğunu söylüyor, bilincin, düşüncenin bu kısa cümleli parlaklığına rağmen neden biz savaşın, bölünmenin karanlığından ve akılsızlığından kurtulamıyoruz?
Çünkü bilincimiz bilinçaltımıza, aklımız içgüdülerimize hükmedemiyor henüz, onları denetleyemiyor.
Düşünsenize Amerika daha on yıl önce 11 Eylül gibi korkunç bir felaket yaşadı, bunu hangi çıkar çekişmesiyle açıklayabileceğiz, hangi mantıkla, hangi akılla açıklayabileceğiz?
11 Eylül’de insanları öldürenlerin kendileri de öldü, hangi ekonomik çıkar o insanların kendilerini de öldürmelerini açıklayabilir?
Biz burada, öfkeyi, acı çektirme isteğini, intikam arzusunu, kısaca çıplak vahşeti görüyoruz.
İnsanlık binlerce yıldan beri bu vahşeti yok edemedi, sadece ona çeşitli bahaneler, farklı kılıklar, farklı nedenler buldu.
Daha doğrusu bunları uydurdu.
İstediği vahşetti.
Ve hâlâ vahşet.
Öyle olmasa bazı insanlar 11 Eylül’ü yapmaz, bazı insanlar da 11 Eylül’ü yapanlarla aynı dinden olanlara işkence yapmazdı.
Ben, vahşeti bol bir ülkeden geliyorum.
Geldiğim yerde hâlâ savaş sürüyor.
Hâlâ insanlar birbirlerini öldürüyor.
Şu anda süren savaşın, insanların birbirlerini öldürmesinin en görünür nedeni ne biliyor musunuz?
Türklerin, Kürtlerin çocuklarını kendi anadillerinde eğitmelerine izin vermemeleri.
Kürtler kendi çocuklarını anadillerinde eğitseler bunun kime ne zararı dokunabilir?
Bunun için savaşmanın nasıl bir mantığı, aklı, düşüncesi olabilir?
Savaştan kâr sağlayanlar var tabii ama bu, “Kürtler çocuklarını anadilde eğitmesin” diyen milyonlarca Türk’ün bu akıldışı talebini açıklamaya yetmiyor.
Barışmak, enerjilerini savaşmaya değil de zenginleşmeye harcamak iki tarafın da çıkarı, akıl bunu söylüyor, rakamlar bunu anlatıyor ama bu akla uymayan bir istekle savaşı sürdürüyorlar; biri bitirecek gibi olsa diğeri savaşı hızlandırıyor, savaştıkça kızgınlık, nefret, intikam duygusu çoğalıyor.
Bu savaşta akıl yok, mantık yok sadece ölüm var.
Bu savaştan çıkar sağlayanların rahatça kışkırtabildiği milyonlarca insan var.
Birbirleriyle bir vahşet yarışına giriyorlar, kim kimden daha güçlü bunu görmek istiyorlar, diğerinin burnunu sürtmek istiyorlar; bütün bunların içimize gömülü o korkunç vahşet güdüsünden kaynaklandığını düşünüyorum.
Bugünkü hükümet, önce bu savaşı durdurmaya çalıştı, bunu başaramadı ve hem kendi içindeki, hem de toplumdaki vahşete teslim oldu, o vahşetin sözcülüğünü ve temsilciliğini üstlendi.
Benim ülkemde bugün yaşananları akılla açıklayamazsınız, mantıklı nedenler bulamazsınız, orada sadece vahşeti bulursunuz, o vahşeti daha kibar bir biçimde ifade etmeye yarayan üstünlük arzusunu bulursunuz.
Benim ülkemde devlet insanları öldürüyor.
Beş yıl önce ünlü bir Ermeni yazarımızı, Hrant Dink’i öldürdüler ve onu öldürtenleri bulmadılar.
Ve, biliyor musunuz bir Ermeni’yi sırf Ermeni olduğu için öldürebilecek insanlar hâlâ var.
O vahşet hâlâ benim ülkemde ve dünyada sürüyor.
Vahşet, duygulara ve düşüncelere dönüşerek çıkıyor ortaya.
Peki, ne olacak, bu vahşet böyle sürüp gidecek mi, insanlar birbirlerini öldürüp duracaklar mı?
Elbette hayır.
İnsanların, içgüdüleri, duyguları var ama akılları vicdanları da var.
Bizi her kim yarattıysa, biraz da eğlenmek istemiş anlaşılan; birbiriyle tümüyle çelişen, taban tabana zıt iki özellik yerleştirmiş içimize.
Bizim içgüdülerimiz ve bilincimizin ulaşamadığı ve bilinçdışı dediğimiz karanlığımız bizi sürekli vahşete yöneltiyor, bilincimiz ve vicdanımız ise sürekli olarak bunu engellemeye çalışıyor.
Aslında, insanlık tarihinin en önemli, en büyük savaşı her bireyin kendi içinde sürüyor binlerce yıldan beri.
Bu savaşı hep vahşet ve bilinçaltı kazanıyor.
Peki, bize ümit veren ne?
Bilincimizin ve vicdanımızın sürekli olarak gelişmesi, vahşetle girdikleri her mücadelede, mücadeleyi kaybetseler bile yeni mevziler kazanması.
Bilincimiz ve vicdanımız, sanat eserleriyle, insanın yaratıcılığıyla, bilimle, teknolojiyle sürekli olarak güçlenirken, vahşetin hep aynı kalması, kendisini değiştirememesi.
Hâlâ milliyetçilik, kendi ırkıyla, milletiyle övünme budalalığı sürse ve hâlâ etrafına sınırlar çizilmiş, kafesteki hayvanlar gibi birbirimizden ayrılsak da, “bu tür ayrılıkların, kümelenmelerin akılsızca ve çıkarımıza aykırı olduğunu” söyleyen yeni ve kalabalık bir kümenin ortaya çıkması.
Facebook, twitter, cep telefonu gibi teknoloji harikalarıyla, gençlerin hayatlarında sınırların önemli ölçüde ortadan kalkması.
Sanatın insanların duygularına, içgüdülerine ayna tutarak bu ürkütücü hallerini onlara göstermesi, bilimin sınırları ortadan kaldırması.
Bütün bunlar bize ümit veriyor işte.
Ben ümitliyim, gelecek için iyimserim.
Sizin, benim yaşadığımdan çok daha iyi bir dünyada yaşayacağınıza eminim.
Bir gün benim yaşıma geldiğinizde, siz savaşlardan, ölümlerden, vahşetten söz etmeyeceksiniz, siz vicdanın ve aklın vahşeti gerilettiği, onu kendi içinde bir karanlığa hapsettiği bir dünyada yaşayacaksınız.
Umarım, öyle bir dünyanın gerçekleşmesinde sizlerin de katkısı olur, yazdığınız kitaplarla, yaptığınız buluşlarla insanın aydınlık yanının, karanlık yanını yenmesine yardımcı olursunuz.
Tek korkum, aklınız büyüdükçe cümlelerinizin kısalacak olması, harflerle ve işaretlerle haberleşecek hale gelmeniz.
Sizin çocuklarınız da kısa cümlelere karşı uzun cümlelerin, akla karşı duyguların savaşını verir artık.
Bir iki kuşak sonra mükemmele yaklaşırız.
Geldiğiniz ve benim mümkün olduğunca kısa cümlelerle ifade etmeye çalıştığım düşüncelerimi dinlediğiniz için teşekkür ederim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.