26 Aralık 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara8°C
  • İzmir14°C
  • Berlin6°C

ŞİDDET KARŞITLIĞI KAZANACAK

Ersin Tek

13 Ekim 2014 Pazartesi 12:32

Gerginlik, endişe ve nefretin egemen olduğu bir Dünya(Ortadoğu)da ve dünya tekrar vahşet ve şiddete yönelirken hakikatin derinliğini hatırlatmak zordur ve faydasızdır.

Kendisini müslüman sayan câni(ışidçi)lerin Kürdistan şehirlerini işgal etmesi, yakıp yıkması, çoluk çocuk, kadın, yaşlı demeden her önüne çıkanı acımasızca katletmesi, insanlık değerlerini en iğrenç bir biçimde çiğnemesi, tecavüz etmesi, yağmalaması; ve buna karşın, bu cânilere karşı cesaretle savaşan cesur yürekler, modern tankların altına yatmış gencecik bedenler, tarihi boyunca kutsal zikirler mırıldanan ve bugün derin bir yalnızlığa(ölüme) terk edilmiş Kürd halkının trajedisi karşısında tüm kelimeler kifayetsizdir..

Yine de; bizleri örnek ve dengeli bir toplum(insan) olmaya çağıran Allah’ı hatırlamak ve çağrısına hakkıyla icabet eden kimselerden olmak adına ve tüm insanî/islamî değerlerin ırzına geçen bu cânilere sempati besleyenlere ve bu cânilerin yaptıklarından dolayı islamî değerlere nefret kusanlara inandığımız bazı gerçekleri hatırlatmamız ve onları itidale davet etmemiz gerekiyor. Bunu yaparken, Allah elçisi Şuayb(a.s)’ın sorumluluk bilinciyle yapmalı: ‘‘Yalnızca gücümün yettiği kadar düzeltmeyi istiyorum. Başarım da Allah’ın yardımıyladır. Yalnız O’na dayanıyorum, ve ancak O’na yöneliyorum.’’

İslam’dan önce ve İslam’ın doğuşu esnasında dünya şiddete yabancı değildi. Kabilelerin iç bünyesinde ve kabileler arasında şiddet, toplumsal ilişkilerde bilinen ve uygulanan bir yöntemdi. Mekke döneminde Hz.Peygamber(s.a.v) ve Müslümanlar şiddetten nasiplerini almış ve her türlü şiddete maruz bırakılmışlardı; Mekke’de gücü elinde bulunduran müşrikler, İslam’ın yayılışını önlemek için Müslümanlara sosyal ve ekonomik boykot, baskı, keyfî tutuklama, göçe mecbur bırakma, zincire vurma, kızgın kumlar üzerine yatırma ve göğüslerinin üzerine büyük taşlar bırakma gibi çeşitli insanlık dışı işkence türleri ve hatta acımasız öldürme yöntemleri uygulamışlardır. Müşriklerin Müslümanlara karşı şiddet uygulaması, İslam’ın Mekke döneminin son gününe kadar sürmüştür.

Ancak, müşrikler şiddet yöntemiyle İslam’ın büyümesini ve yayılmasını önlemeye muvaffak olamadıkları gibi, bilakis bu konuda başarısızlığa uğradılar. Öte yandan başarıya ulaşan, kendisine onca şiddet uygulanan peygamber ve Müslümanlar oldu. Çünkü Hz.Peygamber(s.a.v) müşriklere aynı yöntemle karşılık vermedi ve onlardan intikam alma yoluna gitmedi. Peygamber, Müslümanlara şiddet karşısında sabretmeyi, güçlü ve merhametli olmayı telkin etti, öğretti. Peygamberin kendisi şiddet taraftarı olmadığı gibi, kendisinin aslî vazifesi/hedefi şiddeti önlemek ve yok etmekti. Aziz Kur’ân’da peygambere(ve müslümanlara) şöyle buyruluyordu: ‘‘Sen onlar üzerinde bir zorba değilsin.’’ Yine başka bir ayette, ‘‘Her inatçı ve zorbanın hüsrâna uğradığı’’ bildiriliyordu.

Her devrimin, bir devrim bir felsefesi vardır. İslam Devriminin felsefesi de adalet idi. İslam Peygamberi bu noktanın altını çiziyordu: ‘‘Bir tek saati adaletle geçirmek, altmış yıllık ibadetten daha hayrlıdır.’’

Fakat, Peygamber islam devrimini(iktidarını) oluştururken bazı şeylerin ters gideceğini ve adaletten sapma olacağını bilmiyordu, ya da biliyordu(Allah izni dâhilinde) ama bilmesi bir işe yaramıyordu. Çünkü sünnetullah(yeryüzü sosyolojisi) istediğimizden çok başka işliyordu Peygamberden sonra olacak sapmalar da kaçınılmazdı, imtihandı, normaldi ve bir hikmet barındırıyordu. Bu hikmeti daha iyi düşünmek gerek…

Evrensel olan adalet değil, adalet mücadelesidir. Yani, zulme karşı olan mücadeledir; Promethus’tan İmam Huseyn’e, İmam Huseyn’den Şêx Saîd’e, Şêx Saîd’den bugün direnen Kürd gençlerine uzanan bir gelenektir. Adaletsizliğe karşı mücadele yükseldikçe ve kavramın içi doldukça yaşamın(varoluşun) içeriğinin zenginleşmesi de mümkündür. Adalet çoğunlukla vicdanla(tarihsel ve toplumsal yanı olan bir şeyle) ilgilidir. Bu nedenle, insan vicdanını korumalıdır. Ki, insanlık(mücadele) korunsun.

Malumdur ki, Batı Uygarlığının kullandığı anlamıyla siyaset alanı, nifak, yalan, hokkabazlık, kurnazlık ve fırsatçılık alanıdır. Burada Gandhi’yi hatırlamak gerek. Gandhi, ülkesini kurtarmak için bu alana sadece ihlâs, açıklık ve şiddet karşıtlığı silahıyla girmişti. Bunun sonucunda çağdaş uygarlık kaybetmiş ve Gandhi(ve ülkesi) kazanmıştı. Çünkü Gandhi’nin mücadele felsefesi güç, iktidar ve şiddet üzerine değil; hak, adalet ve özgürlük üzerine bina edilmişti. Bu felsefenin başarıya ulaşması geç ve bedeli ağır olabilirdi, ama en sonunda galip gelmesi kaçınılmazdı.

Gandhi’nin bu dünyadaki son anları, peşpeşe Kur’ân, İncil, Tevrat ve Bhagavat-Gita okumakla geçmiştir…

Ve çok trajiktir ki; ömrünü ve davasını şiddet karşıtlığı üzerine bina etmiş olan Gandhi şiddetin elinde ölmüştür. Bu, ilahî bir komedidir. Fakat tarihin her döneminde tekrarladığı son derece nadir bir hikmete benzemektedir. Antik halklar sık sık inançlarını ve mitolojilerini bu hikmet(komedi) üzerine kurmuşlardır; yapan tanrı, yıkan şeytan…

Şiddet karşıtlığı, insan vicdanına güven üzerinde iki kez yoğunlaşan bir diyalog ve felsefedir. Müslümanım diyen bir kimsenin bu felsefede kendini görmesi, gerçek İslamın(Müslümanlığın) doğasına yaklaşması anlamına geliyor. Nitekim Kur’ân, hasımla konuşmanın sıcak bir dost gibi olması için, onun vicdanına yöneltilmesini teşvik etmektedir: ‘‘İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.’’

Halil Cibran yüzyıl önce acı gerçeğimizi/yanılgımızı haykırmıştı:

‘‘Hile ve kötülükle aşiretleri birbirinden ayırdılar. Grupları birbirinden uzaklaştırdılar. Kabileleri birbirine düşürdüler. Bu sert fırtınalar önünde ne zamana kadar kül gibi dağılacağız? Ne zamana kadar pis kokan leşin yanında aç aslan gibi birbirimizle boğuşacağız?

Tahtlarını korumak için, kalplerinin mutluluğu için, Arap olana karşı Dürzü’yü silahlandırlar. Sünni ile boğuşması için Şii’yi teşvik ettiler. Bedevi’yi öldürmesi için Kürd’ü desteklediler. Hristiyan ile tartışması için Müslüman’ı cesaretlendirdiler. Ne zamana kadar annesinin kucağında kardeş kardeşle kavga eder? Sevgilinin mezarı başında ne zamana kadar komşu komşuyu tehdit eder? Allah’ın gözü önünde haç, hilalden nereye kadar uzaklaşır?’’

Ortadoğu’da dün ve bugün yaşanılan/yaşatılan şeylerin özetidir bu sözler.

Çok sayıda bireysel ve toplumsal çatışmanın kaynağı olan şiddet, bir toplumda iletişim ve problemleri çözme aracı haline geldiği zaman, basit sorunlar dahi üzücü sonuçlarla sonuçlanabilir. Ortadoğu yüzyıllardır aynı yanılgıyı tekrarlıyor. Bu yanılgıya dur demek gerekiyor. Yanlış bilgiler, bâtıl düşünceler ve kanla kirletilmiş olan dinleri ve toplumları, aşk, ilim, felsefe ve hikmet ile yeniden temizlemek gerekiyor…

Ve inanıyoruz ki; öğretisi bedevi(selefi)lerce kanla, ölümle, sapkınlıkla kirletilen İslam Peygamberinin adaletini ve Ganj Nehri’nin sularına atılan Gandhi’nin küllerini, insanlığın vicdanının derinliklerindeki günler ve geceler toplayacaktır; birgün adalet ve şiddet karşıtlığı, zafer kazanacak ve biz de Peygamber’in ve Gandhi’nin o ölümsüz zaferini kutlayacağız..

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.