ŞEYH SAİD HAREKETİNİN KİMLİĞİ VE ŞEYH SAİD İLE SAİD-İ NURSİ İLİŞKİSİ
Süleyman Çevik
01 Temmuz 2021 Perşembe 10:33
13 Şubat 1925’te patlak veren 1925 Hareketi, iki ay gibi kısa bir sürede bitti ve Şeyh Said ile 46 arkadaşı uydurma bir yargılama sonunda 29 Haziran 1925’te Diyarbakır Ulucami önünde asıldılar.
Kürtlerin tarihinde önemli bir yer tutan bu trajik olay o günden bugüne her sene, sebep ve sonuçlarıyla farklı mecralarda, farklı görüş sahiplerince konuşuluyor.
1996 Mayıs’ında Şeyh Said’in torunu rahmetli Abdülmelik Fırat’la Nûbihar dergisi için Yalova’da Kürtçe bir röportaj yapmıştım. Bu yazıda, bugünlerin anısına, Abdülmelik Fırat’ın da o röportajda değindiği iki konudan kısaca bahsedeceğim.
Değinmek istediğim birinci konu Şeyh Said hareketinin kimliği, yani dinî veya milliliği konusudur. Çünkü hareketin kimliği konusunda bir kafa karışıklığı vardır. Sadece hareketin kimliği konusunda değil, hareketin adını koymaktan tutun hareketin genel karakterine kadar; çıkış amacı, liderliği ve hareketi organize eden örgüt veya cemiyetin planlamadaki rolü gibi daha birçok konuda da bir kafa karışıklığı vardır.
Kısaca değineceğim ikinci konu ise Şeyh Said ile Said-i Kurdi arasındaki ilişkidir.
Her iki konu için de Abdülmelik Fırat’ın aktarımlarını referans vereceğim.
***
1996 Mayıs’ında Şeyh Said’in torunu Abdülmelik Fırat’la Kürtçe yaptığım röportaj Nûbihar dergisinin 45. ve 46. sayılarında seri halinde yayınlanmıştı.
Abdülmelik Fırat Şeyh Said’in torunu, entelektüel birikimiyle Şeyh Said Efendinin mirasını taşımaya layık bir insandı. Günümüzden geçmişe bakabilen, dünü bugüne bağlayabilen onun gibi insanlara her zaman ihtiyacımız var.
Genel olarak Şeyh Said Hareketi üç farklı bakış açısıyla değerlendiriliyor.
Birinci görüş hareketin milli yönünü görmeyip sadece “dinî” olduğunu savunuyor.
İkinci görüş hareketin dinî yönünü görmüyor, sadece “milli” yönüne dikkat çekiyor.
Üçüncü görüş ise, hareketin hem milli hem de dinî olduğunu kabul ediyor.
Söz konusu röportajda Abdülmelik Fırat Şeyh Said Hareketinin ulusal ve dinî yönüne de değinmişti. Şeyh Said Hareketinin genel karakterini anlatırken röportajın bir yerinde o zamanki Türk idarecilerini kastederek şöyle demişti: “Türkler arasında bu hareket İslamî değil, Kürdistan devletini kurmaya yönelik kavmî bir harekettir diye propaganda yaptılar. Türk genel kamuoyunu buna inandırdılar; zaten Türkler devlet bir şey söyleyince ona inanır. İkincisi dünya kamuoyuna, İngiliz ve Ruslara da Kürtlerin bu hareketi irticai, dinî bir harekettir, biz tam Osmanlıyı yıkmışken, sistemimizi kurmaya başlamışken Kürtler buna karşı çıkıyor diye propaganda yaptılar. Kürtlerin bu hareketini getirip hilafet ve saltanata bağladılar. Ben bunların ikisinin de yanlış olduğunu söylüyorum. Kürdistanî Hareket sadece kavmî ve ırkî değildir, burada din ile millet ikisi bir arada vardır. Esasen ilmî tabirde de din ile millet birbirinden ayrılamaz.” (Nûbihar Haziran 1996, sayı: 45, s. 17)
Yine aynı röportajda Abdülmelik Fırat şöyle demişti: “O zaman Şeyh Said şöyle diyor, Kürdistan’ın önemli kişileri şeyh, ağa ve beyleriyle bir araya geleceğiz, onlara tebliğ edeceğim. Toplanacağız, madem Türkler dinlerini terk etti, İslam’ı bir tarafa bıraktılar, kıbleleri Batı ve Avrupa oldu; bizler de İslami esaslara göre kendi devletimizi kuracağız diyor. Burada Şeyh Said’in kararı katidir. Neden katidir? Bundan sonra önemli olan mesele nedir? Şeyh Said bu meselenin sorumluluğunu yüklenmiş, ferdi ya da cemaati yerine getirmiş, tebliğ etmiştir.” (Aynı kaynak, s. 16)
***
Gelelim Said-i Nursi’nin Şeyh Said veya ailesiyle olan ilişkisine.
Şeyh Said Efendi üstat Said-i Nursi ile görüştü mü, mektup yazdı mı, destek istedi mi? Bazılarının iddia ettiği gibi Said-i Nursi destek vermeyi reddetti mi?
Said-i Nursi Şeyh Said Efendi ailesinden birileriyle neyi görüştü?
Abdülmelik Fırat Nûbihar’ın 46. sayısındaki röportajda bir kez 1954’te Isparta’da, iki kez de mebus olduktan sonra Said-i Nursi ile görüştüğünü anlatmıştı.
1954’te Isparta’da Bediüzzaman’la görüşmesini şöyle aktarmıştı: “Isparta’da olduğu zaman, bana kendi tabiriyle -tabi Türkçesi Osmanlıca idi- dediği aynen şu idi: Biraderi azemim, biraderi ekremim, Şeyh Said Efendi’nin hayfını alacağım, aldım.” (Nûbihar Temmuz 1996, sayı: 46, s. 8)
Said-i Nursi hakkında ciltlerce kitap yazanlar işlerine gelmediği için gidip Abdülmelik Fırat’ın Said-i Nursi’yle hangi konuları görüştüğünü sormadı.
Nurcuların bir kısmı uzun bir zaman Şeyh Said’in Said-i Nursi’ye mektup yazarak devlete karşı harekete katılmaya çağırdığını Said-i Nursi’nin ise bu çağrıyı reddettiğini iddia etti. Rivayete göre, Şeyh Said Said-i Kurdi’den yardım talep ediyor, Said-i Kurdi de bu talebe red cevabı veriyor, cevap verirken de kurduğu cümlelere bakılırsa sanki Şeyh Said’e karşı devletin yanında duruyor izlenimi veriyor.
Abdülmelik Fırat’a Şeyh Said’in Said-i Kurdi’ye harekete destek vermesi için mektup yazıp yazmadığını da sormuştum. Kendisi şunu söylemişti: “Önce şunu söyleyeyim ne bizim elimizde ne de başkalarının elinde böyle bir mektup var. Şeyh Said Efendi kime mektup yazmış ise Türklerin arşivinde var. Bunu genel olarak söylüyorum, bizde böyle bir şey yok. Büyüklerimiz de böyle bir mektubun yazıldığından bahsetmemişler.” (Nûbihar Temmuz 1996, sayı: 46, s. 8)
Said-i Nursi ile Şeyh Said Efendinin hareket metotları birbirinden farklı olabilir, ama bu Said-i Nursi’yi Şeyh Said aleyhtarı yapmaz. Said-i Nursi mazlum olana, Şeyh Said’e vurmaz. Provoke edilen bir ayaklanmanın sonunda yapılan onca zulme sessiz kalmaz, konuştuğunda da mazlumlardan yana konuşur.
Bilindiği üzere, bazı kesimler Said-i Nursi’nin 1913 yılında Bitlis Hadisesi için söylediklerini 12 sene sonra çıkacak olan Şeyh Said Hareketi için söylemiş gibi gösteriyor. Oysa iki dönem birbirinden çok farklı; 1913’ten 1925’e birçok şey değişmiştir.
Abdülmelik Fırat aynı röportajda Said-i Kurdi ile o zaman 15 yaşında olan amcası Şeyh Muhammed arasında Eğirdir’de, sürgünde geçen ilginç bir olayı da anlatıyor.
Şeyh Said Hareketi sonrası Şeyh Said ailesinin bir kısmı Muğla Milas’a, bir kısmı da Isparta Eğirdir’e sürgün ediliyor. Bilindiği üzere, Said-i Kurdi de Şeyh Said olayı sonrası Eğirdir’e sürgün edilmiştir.
Eğirdir’e sürgün edilen Şeyh Said’in ailesinden 20-30 kişiyi Eğirdir gölünde bir adada iskan etmek istiyorlar. Eskiden burada Rumlar varmış. Kayık yok, hiçbir şey yok. Orada açlığa mahkûm olacaklar. Genç Şeyh Muhammed gidip kaymakamla görüşüyor, kaymakama “Bizler yirmi-otuz kişiyiz. Hepsi çocuk ve kadındır. Sizler bizi bu adaya gönderiyorsunuz, yemek yok, hiçbir şey yok, biz orada ne yaparız. Bize müsaade edin paramızla şehirde bir ev kiralayalım. Zaten sizden bir şey de istemiyoruz” diyor.
Kaymakamı razı ediyor ve aile için şehirde bir ev kiralıyorlar.
Said-i Nursi’yi de sürgün olarak Eğirdir’e gönderiyorlar; onu da adaya verecekler. Said-i Nursi Şeyh Muhammed’e geliyor “Sen gidip kaymakamla görüşmüşsün, senin dediğini yapmış, git benim için de söyle” demiş. Şeyh Muhammed onlara “gidip, onlara bu zat tek başınadır, yaşlı ve hastadır, nasıl olacak, o da burada kalsın, dedim” diyor.
Amcam Şeyh Muhammed şunu da söyledi: “Said-i Kurdi kesesini açtı, bana dedi: Bak Muhammed param iki altındır. Biri bana, biri de Şeyh Said ailesi için” dedi ve bana bir altın verdi. (Nûbihar Temmuz 1996, sayı: 46, s. 8 ve 9)
Said-i Nursi ile Şeyh Said’in ilişkisi bugüne kadar çok tartışıla gelmiştir. Klasik Nurculuk anlayışını temsil edenlerin dünyasında asla iki Said bir araya gelemez. İki Said’in bir araya geldiğine dair bir takım deliller varsa da bu delillerin ortaya çıkmaması için Nurcularca çok yoğun çabalar sarf edilmiştir.
Said-i Nursi ile ilgili en küçük bir hatıraya bile yoğun ilgi gösteren Nurcuların dikkatini hiçbir zaman Şeyh Said ailesinden birilerinin Said-i Kurdi ile olan hatıra ve görüşmeleri çekmedi.
Şeyh Said ailesinin fertleri yer ve zaman vererek Erzurum ve Ankara gibi yerlerde Said-i Nursi’yle görüşüldüğünü söylüyor ama bu Said-i Nursi’nin hayatında en ufak detayları bile kaçırmayan Nurcuların dikkatini çekmiyor.
Burada bu konunun detaylarına girmiyorum, kesiyorum.
Yazıyı Uğur Mumcu’nun Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 adlı çalışmasında Said-i Kurdi ile ilgili değindiği ihbar raporuyla bitirelim.
Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925” adlı kitabında “Molla Said-i Kürdi” adında birinin 1924’ün Eylül’ünde Erzurum’a geldiğini ve Cibran Aşireti reisleri Halit Bey ve Binbaşı Baba’yla görüştüğüne dair bir ihbar raporundan bahsediyor.
Mumcu’ya göre, eski Genç milletvekili Hamdi Bey 24 Eylül 1924 tarihinde İçişleri Bakanlığına bir ihbarda bulunmuş. Uğur Mumcu şunları yazmış: “Molla Said-i Kürdi diye bilinen kişi İstanbul’da bulunan Kürt Cemiyeti’nce kararlaştırıldığı üzere Kürdistan adıyla özerk bir devlet kurmak için Erzurum’a gelerek Varto Aşireti Reisi Miralay Kürt Halit Bey’le, sonra da Oğut bucağından geçerken Aşiret Reisi Binbaşı Baba ile görüşerek… (…). Musul’un Zaho ilçesinde Kürt Cemiyeti ile bu konu ile ilgili görüşmeler yapmış… (Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925, Tekin Yayınevi, 1993 İstanbul, s. 66)
Bana göre bu ihbar raporu Said-i Kurdi’nin Erzurum’da Şeyh Said’le görüştüğüne dair kanaatleri güçlendiriyor. Şeyh Said Halit Bey’in bacanağı, âlim bir zat, medresesi var, bölgenin en etkin Nakşibendi şeyhi, postnişin, geniş bir bölgede çok etkin. Erzurum’da Halit beyle görüşen Said-i Kurdi’nin Halit beye çok yakın olan Şeyh Said’le görüşmemesi mümkün mü?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.