SEVDİM SENİ BİR KERE’
Orhan Miroğlu
16 Haziran 2012 Cumartesi 06:15
Bir istatistik çalışması var mı bu konuda bilmiyorum, ezbere konuşmuş olmayayım, ama Alevi ve Sünni evliliklerinin geçmişe göre artmış olabileceğini düşünüyorum doğrusu.
Erkam Tufan Aytav’ın nisan ayında piyasaya çıkan kitabı bu konuyla ilgili ve Sevdim Seni Bir Kere adını taşıyor.
Eğer Alevi-Sünni evliliklerinin dününü, bugününü merak edenlerdenseniz, Aytav’ın kitabı, merakınızı giderebilir.
Alevi ve Sünni toplumu arasında beş yüzyıldan fazla bir zamandır yaşanan önyargılar bugün ne durumda?
İlk tanışma, görüşme, âşık olma, beğenme anları..
Alevi veya Sünni kimliğini gizleme..
İlk anda ret etme ve ret edilme durumları..
Birbirinin inanç, görenek ve göreneğini merak etme hâlleri..
Bütün bu sorunlar, kitaba konu olan evlilikler bağlamında anlatılıyor.
Her şeyin bedeli ödenir, ama bazı sevdaların bedeli zor ödenir..
Gönlünüz sevdaya düştüğü andan itibaren, sevdalandığınız kadın ve erkek için her bedeli ödemeye hazırsınız demektir.
Ama ya bu sevda başkalarına da bedel ödetecekse, siz sevdalandınız diye başkalarının başının belaya düşme ihtimali varsa?
İşte o zaman her şey bambaşka bir hâl alır.
Farklı inanç veya etnisiteden gelen kişiler arasında yaşanan aşklar bazen maalesef sadece âşıklara değil, bütün bir topluma verilmiş bir çeşit cezaya dönüşür ve bu türden aşklar beklenmedik bir biçimde iki toplumu, iki halkı durup dururken karşı karşıya getirir.
Midyat’ta 1960’lı yıllarda yaşanan bir aşk öyküsü iyi başlamış ama çok da mutsuz bir sonla bitmişti.
Midyatlı bir Süryani genci, İstanbul’da tanıştığı bir Alevi kızla büyük bir aşk yaşar.
Sevgilisini alır Midyat’a getirir, niyeti nikâh kıymak ve evlenmektir.
Fakat nikâh kıymak için gittiği Nüfus Müdürlüğü’nde kızın Alevi olduğu anlaşılınca, kıyamet kopar. Midyat’ın Estel kesiminde yaşayan Müslüman halk arasında “Bir Süryani bir Müslüman kızla nasıl evlenebilir” diye tam bir infial hâli yaşanır.
Ve romanlara, filmlere konu olabilecek kadar hüzünlü bir aşk hikâyesi ayrılıkla sonuçlanır.
Neyse ki, Sevdim Seni Bir Kere mutlulukla başlayıp mutlu sonla biten Alevi-Sünni evliliklerini anlatıyor, hüzün duymadan, keşke böyle olmasaydı demeden okuyacağınız bir kitap, yaz tatili okuma listenize alın derim..
Özel Yetkili Mahkemeler’e dair
ÖYM konusunda yürütülen tartışmalar gelip bu mahkemelerin artık işlevini doldurduğu ve yargılamanın bizatihi cezaya dönüştüğü noktasına dayandı. Oysa Ergenekon’un mütefekkirleri bu düşünceye ne AİHM hâkimlerini ne halkı inandırabilmişlerdi. İkna faaliyetine şimdi saygın hukukçular, saygın insan hakları aktivistleri de katılmış bulunuyor.
Hatırlayacaksınız, Anayasa referandumu öncesi, İtalya’da filan birtakım hukuk âlimleri bulunmuştu. Tv kanallarına ikide bir bağlanıyor ve saatlerce bu meclisin yeni bir anayasa yapamayacağını, Anayasa değişikliğini referanduma sunamayacağını, bunun tam bir hukuk ihlali olduğunu anlatıp duruyorlardı.
Şimdi ÖYM’lerin hukuk dışı olduğunu anlatacak bu türden ithal “düşünürlere” gerek kalmadı. Çünkü Ergenekon sürecinin arkasında duran hukukçularımız, isimleri Ergenekon’un ölüm listelerinde çıkan insan hakları aktivistlerimiz dahi, üç yıl sonra, ÖYM’leri yeniden ama başka bir tarih ve hukuk bilinciyle keşfetmiş görünüyorlar. Bu mahkemelerin İstiklal Mahkemeleri geleneği üzerinden, yani toplumun önemli bir kısmını düşman kabul eden bir anlayış üzerinden kurulduğunu yazıp çiziyorlar ki böylesi tarihsel analizlere dayanarak toplumu ikna etme çabası, doğrusu Ergenekoncuların dahi aklına gelmemişti.
Devletin kozmik odalarına üç yıl önce, ÖYM savcılarını yollayanlar, aynı savcıları şimdi de, görevlerinin başından alıp başka yerlere atayanlar, Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşme hamlesini yarım bırakmak ve bitirmek niyetindeler.
Her şey normale gidiyormuş artık ve Türkiye ÖYM’leri kaldırmaya hazırmış!
Darbe dönemi kapanmışmış!
Peki, bu ÖYM’ler sadece darbeciler için mi kurulmuştu?
Faili meçhul cinayetleri, Ergenekoncuların Fırat’ın ötesine uzanan faaliyetlerini aydınlatmak gibi bir yanı da yok muydu işin?
Darbecilerin hıncı ve öfkesi, iktidar hırsı bitti mi gerçekten?
Silivri’deki darbecilerin gelecek tahayyülü, iktidar talebi, intikam duyguları bugün dahi bir iç savaşı göze alabilecek düzeylerde seyretmiyor mu?
Bir yandan, ÖYM’leri fiili olarak işlevsiz hâle getirmeye çalışıyorsunuz, bir yandan da Özal’ın mezarını açmaya kalkıyorsunuz.
Özal’ın mezarını açsanız ne olur açmasanız ne olur?
Kusura bakmayın ama buradan çıkacak bulguları araştıracak savcıyı bu saatten sonra zor bulursunuz.
Onlarca faili meçhul cinayet mağdurunu daha bu yılın başında Meclis’e davet edip komisyonlarda dinlediniz, onlara umut verdiniz.
Elazığ’da hunharca öldürülen Ayten Öztürk’ün babası Hıdır Öztürk Meclis’e gelenler arasındaydı.
Yürek burkan sözler sarf etti. Hıdır Amca, adalet arıyor, kızını alçakça katledenlerin bulunup yargılanmasını istiyordu.
Ama ne yazık ki Ayten Öztürk davası Hıdır Amca’yı memnun edecek bir süreçten henüz çok uzak..
Cinayeti saptıran, hakikati gizleyen ölüm raporunun altında imzası olan doktorlar ve savcı hakkında henüz idari bir soruşturma dahi açılmış değil.
Gidin bakın, Musa Anter, Vedat Aydın, Mehmet Sincar ve daha yüzlerce faili meçhul cinayetin, katliamın dava dosyaları gazete kupürleriyle dopdolu.
Çünkü soruşturmalar derinleşmedi, Fırat’ın ötesindeki kozmik odalara girilmedi henüz.
Tam da böyle bir aşamada, şimdiye kadar Ergenekon davalarını itibarsızlaştırmayı başaramayanlar yanlarına bir zamanların keskin Ergenekon karşıtlarını alarak, ÖYM’leri itibarsızlaştırma mücadelesini başarıyla tamamlamış bulunuyorlar.
Sormak gerekir şimdi.
Şamar oğlanına çevirdiğiniz iyice itibarsızlaştırdığınız hangi özel yetkili savcılarla soruşturacaksınız Uludere’yi, katliamları, faili meçhulleri?
Eğer her şey buraya kadar idiyse, acı ve yas içinde kıvranan insanların umutlarıyla neden bu kadar pervasızca ve hoyratça oynadınız?
Yazık günah değil mi?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.