23 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

SEKÜLERE EN BÜYÜK İMTİHAN

Hilal Kaplan

17 Nisan 2010 Cumartesi 20:37

Literatüre Georg Lukács tarafından tafsilâtlandırılarak kazandırılan “şeyleştirme” (reification) kavramına ırkçılık tahlillerinde sıklıkla müracaat edilir. Irkçılık temelindeki şeyleştirmede kişi, ırkçılık/ ayrımcılık yaptığı insanları “şeyler” olarak görür. Bunu yaparken de kendisini ‘tarafsız’ gözlemci olarak konumlandırır. Şeyleştirmenin en sarih örneklerinden birini “Müslüman’a en büyük imtihan” yazısıyla Yıldırım Türker verdi.

Âdeta bir öfke nöbeti sırasında yazılmış gibi görünen yazıda eşcinselliğin inançlarına göre günah olduğunu savunanlara hiddetlenen Türker, bu mevzuda basın açıklaması yapan Müslümanları şöyle anlatıyor: “Şu, önde mutsuz ve öfkeli yüzlü kadınların, arka sırada da bıyıklı helallerinin boy gösterdiği resim.” Bu kadarla da kalmıyor. Başörtülü kadınlar “başını bağlayıp sokağa fırlayan hanımlar” diye tarif edilirken ben de “Taraf gazetesinin türbanlı aydın kontenjanından Hilâl Kaplan” olarak takdim ediliyorum.

Şeyleştirmenin mantığına uygun olarak, Türker için Müslümanlar sadece başörtülerinden ve bıyıklarından müteşekkil “şeyler”dir. İnsan olmaklıktan kaynaklanan varoluşsal bütünlük böylelikle tek bir “şey”e indirgenir ve Türker gibiler şeyleştirmeden ilişki kuramadıkları Müslümanları ‘tarafsız’ özne pozisyonundan ancak bu şekilde tarif ederler.

Homofobide işleyen mantık da aynıdır. Eşcinsel, insan olmaklıktan kaynaklanan varoluşsal bütünlüğünden koparılarak tek bir “şey”e indirgenir. Aslında şeyleştiren bakışı teşhis etmek öyle çok da zor değildir. Mesela eşcinsellerin yaptığı basın açıklamasından bir resmi Müslüman biri Türker’in yaptığı gibi şeyleştirici bir bakışla tarif etseydi, “homofobik” damgası o anda vurulurdu. Ancak Türker’in Müslümanları şeyleştiren diline ırkçı ya da ayrımcı demek özellikle “solculuğundan sual olunmaz” cemaatin aklının ucundan geçmez.

Aslında bu da şaşırtıcı değil zira şeyleştirmenin esasını oluşturan tam da böyle bir kayıtsızlık, böyle bir körlüktür. Yani aynı şeyleştirici mantığı paylaşan gruplar (ırkçılar) sadece dışsal nesneler olarak gördükleri grubu değil, kendi cemaatlerini de şeyleştirirler. Axel Honneth’in “öz-şeyleştirme” (self-reification) diye tabir ettiği bu mantığa göre dünyaya şeyleştiren ilişkiler üzerinden bakan özneler “dünyanın diğer özneler için ifade ettiği çoklu anlamları” göremezler. Bu yüzden ırkçılık da yapsa, ayrımcı bir dil de kullansa onlar her daim haklı birer ‘vicdan bekçisi’dirler.

Yazarın bakışını tahlil ettikten sonra biraz da yazının içeriğine bakalım. Benim için şöyle denmiş: “Hem şeriat hükümlerini hatırlatıyor iç huzuruyla. Hem demokratlık düsturunu sokuyor gözümüze.”

Hem Şeriat hükümlerini önemseyen hem de Müslüman kimliğine sadık kalarak demokrasi mücadelesinde kalem oynatan/sokağa çıkan birisi pek bilindik bir “durum” arz etmiyor sanırım. O yüzden bu “hem... hem” cümlesi sanki suçüstü yakalanmışım gibi bir edayla yazılmış ve ardından da esas niyetim ‘dışa vurulmuş’: “Belki batının boyunduruğundan kurtulup Malezya ve İran’daki gibi bütün geyleri birer ağaçta sallandırmalı.”

Daha Müslüman camiada eşcinsellerin uğradığı zulüm mevzu bile edilmezken “Henüz Özgür Olmadık” bildirisi zamanında –adımın kimi Müslüman çevrelerde “eşcinselci”ye çıkması pahasına- hemen her röportajda buna karşı olduğunu dile getiren ben, demek ki aslında elime geçecek ilk fırsatta “eşcinselleri idam mangası”nın ön safında yer alacak türden biriyim. Kişi, şeyleştirdiği insanlara değişmez bir öz atfettiğinden, gördüğümüz gibi Türker için bir Müslüman’ın kendisiyle aynı şeyleri söylemediği sürece ne dediğinin pek bir önemi yok.

Sanırım seküler bir dil içinden ama aynı zamanda Müslümanların fikrî olarak beraber durabilecekleri bir zemin üzerinde söylem kurmaya çalışmam bazı seküler aydınlarımıza bir tür “tekinsizlik” hissiyatı veriyor. Çünkü bu dilin ve ‘girdiğim’ alanın aslî sahipleri var. Dolayısıyla ‘ev’de “ne idüğü belirsiz” bir yabancı dolaşıp ortalığı alt üst ediyor. Sınırlar birbirine geçiyor. İçerisiyle dışarısı karışıyor. Oysa gericiliği tescilli, cahil ve karanlık Müslümanlar bir yanda; ilerici, aydınlık entelektüellerimiz diğer yandaydı. Kafalar yerli yerinde, saflar belli, payeler bölüşülmüştü.

Yıldırım Türker’in aşina olmadığımız hıncı da benim gibi Müslümanları ne homofobik ne de liberal/özgürlükçü olarak konumlandırmasından kaynaklanıyordur belki. Bilmiyorum. Bildiğim, Yıldırım Türker’i sahip olduğu herhangi bir kimlik kategorisine indirgeyip şeyleştirmekten hayâ edeceğimdir, çünkü tüm insanlar gibi Yıldırım Türker de o kimlik kategorilerinden çok daha fazlasıdır.

Adorno ve Horkheimer “her şeyleştirme bir unutuştur” der. Bu noktada ‘vicdan bekçisi’ aydın(lar)ımızın da Müslümanların bıyıklarından ve başörtülerinden çok daha fazlası olduklarını “hatırlamalarını” ancak temenni edebiliriz. Başarılar...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.