SEÇMELİ DİLDEN LEYLA ZANA RÖPORTAJINA…
Fehim Işık
15 Haziran 2012 Cuma 10:49
Şu son birkaç günde yaşanan iki önemli gelişme Kürt sorununun geldiği aşamayı anlamamıza bir kez daha vesile oldu. Bunlardan biri Kürtçenin seçmeli ders olarak eğitim müfredatına alınması girişimleri, diğeri ise Leyla Zana’nın Hürriyet’e verdiği röportaj...
Önce seçmeli dil girişiminden başlayalım.
Şurası artık çok belirgin: Türkiye’de adımlar ne yazık ki zamanında atılmıyor. Adımlar atıldığı zaman ise çoğunlukla geç kalınmış oluyor. Kürtçenin seçmeli ders olarak müfredata alınacağının ve yeterli sayıda istekli bulunduğunda, Kürtçe öğrenme amaçlı olarak yerel dil statüsünde öğretileceğinin Başbakan tarafından açıklanmış olması da böyle bir adımdır. Bu adım belki 8-10 yıl önce atılmış olsaydı, o yıllar uygulanan politikalar nedeniyle ileri bir adım olarak görülebilirdi. Ama bu adımın günümüz koşullarında yeterli olmadığı artık aşikardır.
Biliyorsunuz, Kürtler göçmen olarak bulundukları ülkelerin bir kısmında uzun yıllardır anadillerini öğrenme hakkına sahipler. Kürtlerin, İsveç’te ise uzun yıllardır kendi anadillerinde eğitim görme hakları da var. Bu hak göçmen olarak bulundukları ülkelerde Kürtlere tanınmış iken, kendi kadim coğrafyalarında Kürtlere dillerinin seçmeli olarak öğretilmesi, bir lütuf değil, hatta önemli bir ayıptır. Ayrıca Kürtlerin önemli bir bölümü yüzyıla yakındır süren yasaklama ve engellemelere rağmen hala dillerini konuşabiliyorlar. Burada esas olan Kürtlere kendi dilleri olan Kürtçeyi öğretmek değil, onlara kendi anadillerinde eğitim olanağı sağlamaktır.
Bir diğer önemli durum da atılan adımın sorunun çözümüne katkı sunmasını sağlamaktır. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Kürtlere ciddi yasaklar dayatıldı; Kürtlerin dili, kimliği, kültürü red ve inkar edildi. Bu durum, sonuçları itibarıyla da ağır travmatik bir durumdur. Büyük bir haksızlıktır. Bu haksızlığı gidermek, aynı zamanda sorunun çözümüne katkı sunmak, en önemlisi de inandırıcı olmak ve barış ortamının tesis edilmesini sağlamak için Kürtlerin talepleri önemsenmelidir. Kürtlerin önemli bir bölümü, Kürtçenin seçmeli dil olmasını kendileri açısından bir aşağılama olarak görüyorlarsa, o zaman doğru olan adımı atmak gerekir. O adım da dil açısından, Kürtçenin eğitim dili olmasıdır. Kürtler, çoğunluk olarak bulundukları bölgelerde kendi dillerinde eğitim alma hakkına sahip olmalıdırlar.
Anadille ilgili bu yaklaşımımı haksızlık olarak değerlendirenler olabilir. “Şimdi bu adım atıldı ama devamı da gelir, niçin desteklemiyorsunuz?” denebilir. Açık belirtmek gerekir ki bu durum destek verip vermeme işi değil; işin hakkını teslim etmedir.
Şahsım adına şunu net diyorum: Bu seçeneği realize edip öğrencilerimizin önüne çıkardıklarında, “aman da aman, ben anadilde eğitim istiyorum, bunu istemem” deyip elimin tersiyle itmem, itilmesi gerektiğini de savunmam. Okullarda yeterince öğrencinin bir araya gelerek bu dersi almalarını teşvik ederim, edilmesi gerektiğine inanırım. Hatta birkaç sınıfla değil, birinci sınıftan onikinci sınıfa kadar bu dersin, ehil öğretmenler vasıtasıyla verilmesi için çaba gösteririm, gösterilmesi gerektiğini savunurum. Bunların tümü ayrı şeyler; bir hakkın esasının ne olduğunu söylemek ayrı şey.
Bu hakkın esası anadilde eğitimdir, velhasıli kelam.
Ve eğer hükümet bu perakendeci tutumundan vazgeçerse bu hakkın teslim edildiği gün de gelecektir.
Korkunun ecele faydası yoktur…
***
Leyla Zana röportajına gelince.
Hakkını vermek gerekir; hem Enis Berberoğlu ve Metehan Demir, gazetecilik deyimiyle iyi iş çıkarmışlar; hem de Leyla Zana’nın zamanlaması çok iyi.
Röportajın hükümet kanadından olumlu tepkiler alması, BDP tarafından ise sessizlikle karşılanması da kanımca çok ilginç değil, beklenen bir durumdur. Taşlar önümüzdeki sürede yerine daha iyi oturacaktır. Hatta ileriki günlerde Zana’nın “esasen” söylediklerinin hükümet kanadınca görülmemesi ve bu kez BDP kanadının Zana üzerinden hükümetin zorlanması, daha muhtemeldir. Çünkü Zana’yı olumlayan bir hükümet kanadının, hemen bugünden, güvenlikçi bakış açısından, Kürtler arasına nifak sokma, onları birbirine düşürme girişiminden vazgeçmesi lazım.
Bunu yapar mı?
Hep birlikte göreceğiz…
Şurası da önemli!
Eğer Leyla Zana’nın röportajını bir başkası vermiş olsaydı, kuşkusuz durum bugün daha farklı olurdu. İhanet, işbirlikçilik vs. gırla giderdi. Ama Leyla Zana, hakkını vermek gerekir ki herkesin öyle ulu orta verip veriştirebileceği bir kimlik değil. Rüştünü ispat etmiş bir kimlikle karşı karşıyayız.
Zana’nın röportajda dillendirdiklerinin arka planını derin ilişkilerde aramaya da gerek yok. Belki fikirsel düzeyde tartışılmış, konuşulmuş bir arka zemini vardır. Olması da doğaldır. Ama esasen Zana, gençlerin artık ölmemesi gerektiğinin altını çiziyor, bu röportajında. Bunun için de kapanmış olan diyalog kapısını aralamaya çabalıyor. Bu yönüyle önemli bir girişim ve Zana’yı kutlamak gerekir…
Bu konu daha çok konuşulacak. Uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Ama Zana’nın röportajda en çok tuttuğum birkaç cümlesini alıntılayarak yazıyı burada tamamlayayım. Belki de işin özü bu sözcüklerde gizlidir.
Zana röportajında kendisinden BDP ile AKP milletvekillerini karşılaştırmasını isteyen Berberoğlu ve Demir’e şöyle yanıt veriyor: “Ak Parti’deki Kürt milletvekilleri duyguda Kürt, düşüncede Kürt değildir. BDP’dekiler ise düşüncede Kürt, duyguda değil. İkisi de olaya yarım yarım bakıyor. Yani düşüncede Kürt değil demekle Ak Parti milletvekilleri Kürtlerin geleceğine dair bir şey beslemiyor, düşünmüyor. BDP’liler ise geleceği düşünüyor ama Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için çok mekanik kalıyor.”
Leyla Zana’nın röportajı, hem duyguda, hem de düşüncede Kürt olmanın yansımasıdır, kanaatimce.
Bu sözleri ciddiye almak ve siyasetin dar kalabalığında boğmamak gerekir…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.