SEÇİM DEĞİL, SAVAŞ!...
Abdullah Can
26 Mayıs 2015 Salı 17:23
En kasvetli ve kaotik dönemlerden birini yaşıyoruz. Çok parçalı ve her parçası birbiriyle kavgalı bir ülke manzarası. Halk iradesi üzerinden yürütülen bir iktidar ve ihtiras savaşı. İrade ve inançların ayağa düşürüldüğü; en kutsal değerlerin metalaştırıldığı kirli siyaset oyunları. Madde ve menfaatin kutsandığı, mana ve maneviyatın sıradanlaştırıldığı bir hengâme. Heva ve hevesin ilahlaştırılıp akıl ve ruh hassalarının sefilleştirildiği bir süreç. Kibir ve enaniyetin tavan yapıp tevazu ve diğergâmlığın yerlerde süründüğü vahim bir manzara...
Yalan ve tezviratın bini bir para. Menfaat üzere dönen siyaset, doğruluğu katletmiştir. Yalan, günümüz siyasetinin hayat kaynağı olmuştur. Doğrulukla tanışamayan insanımız, hep yalanlardan bir yalanı tercih etmiştir. Dürüstlüğe hasret insanımız, sahtekârlardan bir sahtekâra sarılmak zorunda kalmıştır. Zulüm başına adalet külahını geçirmiştir; sürekli zulme maruz kalan insanımız, zalimlerden bir zalimi adil diye bağrına basmıştır; kerhen seçmiştir. Hakiki cennete susamış insanımız, hayalî cennetlerle iğfal edilmiştir.
En hayırlı yatırım insana yapılan yatırımdır; taşa-toprağa yatırım yapanlar bıktırmadalar artık. İnsanlığın ve insanî değerlerin alabildiğince aşındırıldığı, aşınmakta olduğu bir süreçten geçiyoruz. Bu erozyon, insanımızın ahlaki ve insanî yanını felce uğratmıştır. Kapitalizmin kamçıladığı egoizm ve benmerkezci dünya anlayışını, yeni dönemin uygulamaları durduramamıştır; buna bir de İslâmî elit burjuvayı katarak hızlandırmıştır. Menfaat ve refahın öncelenmesi, “biz” duygularını köreltmiş, “alta kalanın canı çıksın” felsefesini egemen kılmıştır.
Din ile dünyanın avına çıkan siyasîler; din üzerinden kişisel ihtiras ve millî histerilerini tatmin peşindeler. Dinî bir hedefleri olmadığı halde, birilerine karşı dini silah gibi kullanmakta; kâh kalkan gibi siper etmekte, kâh kılıç gibi sallamaktadırlar. Siyasî emellerine alet ettikleri İslâm’ı bozuk para gibi harcayıp harcayıp yozlaştırmaktadırlar. Birilerini “dinsiz” olmakla ve “Zerdüştî”likte teşhir ederken, İslâm’a ne kadar düşman yetiştirdiklerinin hesabını yap(ma)maktadırlar. Gökteki güneşi, yerdeki cam parçalarına feda eden gözü dönmüş bu anlayış, siyaseten tükendiği bütün alanlarda dini fütursuzca kullanmaktadır.
Kemalizm’i bütün kurum ve kurallarıyla tatbik eden anlayış, bu ideoloji, her nedense “Kâbe-kıble” edebiyatıyla ortaya çıkmakta; “Kur’an”ı siyasî bir malzeme olarak kullanmakta ve “Diyanet” e yaslanarak muhaliflerini sindirmeye kalkışmaktadır. Nesnel hiç bir faydası olmayan bu çıkışların dine ve Kur’an’a ne kadar azim zararlar verdiğini, az-çok toplumun nabzını okuyanlarca malumdur. Çıkışı olmayan bu çıkışların, dindar Kürtler ve hatta Türkler nezdinde ne denli rahatsızlıklar oluşturduğunu sağır ve hissiz sultanlar görmüyorlar, duymuyorlar gibi... Bunun nasıl da geri teptiğini izlemiyorlar herhalde...
Biriler “Kemalizm’i tatbik” tespitimizden alınmasın; sadece okul kitaplarına baksınlar, yeter. İlkokul birden lise son sınıfa kadarki kitapları lütfen inceleyiniz! Başı Kemalizm, sonu Kemalizm, ortası Kemalizm değilse, söylediğimden çark ediyorum. Unutulmasın, eğitim, bir ülkenin geleceği ve mukadderatıdır. Bu ülkede büyük ekseriyetin “kabul etmiyorum” ısrarına rağmen, genç nesiller Kemalizm’in tornasından geçiriliyorlar. Hâl-i pürmelalleri ortadadır; görmezlikten gelemeyiz. O halde soruyorum; sayın devletlûlar, düzeltilen nedir? Görüntünün ötesinde, içerik ve mantalitede bir devrim var mıdır? Yoktur. Neden? Çünkü “derin devlet” ve “derin akıl” öyle buyuruyor, öyle irade ediyor; dayatıyor, uygulatıyor...
Gençlik, sefahet ve levsiyatın gayyasında çırpınırken, ülkenin inanç ve ahlak zemini kayarken, sahil-i selamete ulaştıracak gemisi su alırken, hala “adalet”, “kalkınma” ve “refah”tan bahsetmenin yüzeyselliği ve illüzyonik görüntüsü ne kadar tatmin edicidir? Bir ülkenin en büyük sermayesi insandır, hassaten gençliktir. Gençliğe el atılmadığının en büyük kanıtı, bu kesimde yaşanan başıboşluk ve kendi haline terkedilmişliktir. Maneviyattan bibehre, öz değerler sistemasına yabancı ve çakırkeyifçe bir tüketim sarhoşluğu... Bu mudur idealinizdeki gençlik?!
Hayırhah yönetimlerin asıl başarısı, salt taşa-toprağa yaptıkları yatırımlar değildir; önemlisi, halkının maneviyatına yönelik ümran faaliyetleridir. Maneviyatı alabora olmuş toplumu maddi doyuma kavuşturmak, burjuvaziyi, sefaheti, yabancılaşmayı, dolayısıyla kapitalizmi kamçılamaktır, azdırmaktır. Madde, mananın hizmetindeyse güzeldir; güzelliklere vesiledir. Maddenin hizmetine verilen mana, Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” felsefesine aykırıdır; aykırılıklar üzerine müesses bir nizam, başarı getirmez. Milletin mukadderatına hükmedenler, nelere ve nerelere yatırım yaptıklarını bir kez daha görmeliler!
Ülke dilenci ve hırsızların istilasında ise; her adım başında inleyen ve yalvaran çaresizlerin iniltileri, perişan halleri kulakları, kalpleri tırmalıyorsa, hangi refah ve gelişmişlikten bahsedilebilir? Zenginin alabildiğince zenginleştiği, fakirin alabildiğince fakirleştiği bir toplumda hangi adaletten, saadetten bahsedilebilir? Birilerinin servete boğdurulduğu, kahir ekseriyetinse bir lokma-bir hırkaya mahkûm bırakıldığı bir cemiyette hangi kardeşlikten, hangi eşit vatandaşlıktan bahsedilebilir? Birileri güvenin zirvesinde, etten-kemikten zırhlarla kuşatılmışken, kâşanelerinde dünya cennetlerini yaşarken, ekseriyetin aç, çıplak ve açıkta imrar-ı hayat ettikleri bir vasatta, hangi huzurdan, hangi refahtan bahsedilebilir?
Siyasî Partiler Yasasına göre kurulmuş ve halk iradesiyle Meclis’e gönderilmiş bir partiyi ha bire “terör”le özdeşleştirmek, sürekli “terör örgütünün uzantısı” şeklinde teşhir etmek ne kadar hukukî, ne kadar insanî ve ne kadar İslâmî bir davranıştır? Sormazlar mı; madem “terörist” diyorsun, yıllardır onunla ve paydaşlarıyla sürdürdüğün diyalog ve müzakerelere ne demeli? Bu durumda, suç ortağı olunmuyor mu? Bu mudur siyasî ahlak, bu mudur seviyeli siyaset! Beyler, terörün yeri Meclis değildir; mahkemedir, hapistir. Madem Meclis’tedir, demek meşrudur; meşruyu gayr-ı meşru ilan etmek, Meclis’in şahs-ı manevisine hakarettir, millet iradesini ayaklar altına almaktır.
İnsanların devlete ve devletlûlara dilenci yapıldığı bir süreci yaşıyoruz. Sinirleri alınan insanlar gibi, gurursuzlaştırılan bir büyük kitleyle karşı karşıyayız. Gurursuzluğu benimsemiş, dilenciliğe alışmış, bağımlılığı kabullenmiş bu kitle, yaşamlarını başkalarının avucunda görmekteler; varlıklarını başkalarının lütfu görmekteler. Bu lütfu baştacı edenler, sürü psikolojisine mahkûm edilmiş iradesiz kitlelerdir. Yaşam ünitesine bağlı hastalar gibi, kayıtsız-şartsız teslimiyet içindeler. Etiyle-kemiğiyle velinimetlerinin hizmetindeler. O yüzden de saatlerce velinimetlerini ayakta alkışlar, boğazları yırtılırcasına methüsenalarını ederler.
İnsanları siyasî ve sosyal şirkin gayyasına hapseden siyasîler, onları sağmal inekler, boğazlanacak koçlar, kafeste keklikler, peşlerine takacak sürüler mesabesinde görürler. Onların sırtına binerek yükselirler, yükseldikçe alçaltırlar, alçalttıkça ezerler, ezdikçe sindirirler, sindirdikçe bitirirler; nihayette, hiçlik ve nisyanın dipsiz kuyusuna yuvarlatırlar. Dün de, bu gün de hep öyle oldu; dünden bu güne değişen bir şey yok.
Siyasetteki kirlilik sınır tanımıyor; hedefe ulaşmak için bütün vasıtaları meşru görüyor. Argümanların her türlüsünü, yalan ve entrikanın her çeşidini mubah görüyor. Din, iman, Kur'an, Kâbe, tesettür alet ediliyor; dinsizlik, imansızlık, Kur'an ve Kâbe düşmanlığı işleniyor; İmam Gazali’nin ‘peygamberdir’ dediği “Zerdüşt” üzerinden saldırılıyor; teröristlik ve bölücülük yaftaları yapıştırılıyor; alabildiğince yozlaştırılan tesettür serbestliği minnet ediliyor; milliyetçilik, aralıksız pompalanıyor; biz olmazsak sosyal, siyasal ve ekonomik kaoslar yaşanacak tehditleri savruluyor ve hakeza... Yetmiyor, gizliden gizliye etnik ayrıştırma planları hazırlanıyor; Kürtlerle meskûn il ve ilçelerde "Zazacılık" pompalanıyor...
Evet, hiç bir tarihte başvurulmayan bir uygulama... Kürtleri kendi arasında "Kurmanc" ve "Zaza" olarak değil de "Kürt" ve "Zaza" şeklinde bir ayrıştırma çabası. Devletlûlardan birisi, bu ayrışmayı bilinçli ve üzerine basa basa yapıyor. Lehçelere göre tasnif yerine, iki ayrı kavim gibi sunmaya çalışıyor. Bunun ne kadar rahatsızlık verdiğini, incitici olduğunu bile bile. Amaç belli; yeni bir proje uygulanmak isteniyor. Hem de bu dönemde... Aynı kişi, mitinglerinde "Tatar-Türk", "Manav-Türk", "Yörük-Türk" demez; sadece "Türk" der. Ama sıra Kürtlere geldiğinde "Zaza-Kürt" ayırımına gider; bir lehçenin mensuplarını ayrı bir kavimmiş gibi burnumuzun önüne kor, gözümüzün içine sokuyor.
Bütün bunlar gözardı edilecek şeyler değildir; aydınlanmamış faili meçhuller, Roboski'de katledilen canlar, "Kürt sorunu yoktur" sözleri, Kobanî için sarfedilen "düştü, düşecek" sözleri, "Aynu'l-Arap" ismindeki ısrarı ve nihayet inkıtaa uğrayan Çözüm Süreci ve bu meyandaki tehditkâr ifadeler ciddi rahatsızlıklar vermektedir. Bu rahatsızlıkların meyveleri de gün be gün ortaya çıkmakta, kitlesel saflaşma ve ayrışmalara zemin hazırlamaktadır. Her dediğim meşru ve hak görenler, insanları sürü görüyor olacak ki, bütün konuşmalarının, –kavala üflemek misali– sürüyü meleteceğini zannediyor. Ama insanlar sürü değil ki...
Tehlikeli oynamak kadar, tehlikeli alanlarda dolaşmak da tehlikelidir. Etrafımızdaki mezhep ve etnisite eksenli savaş ve trajediye rağmen, bu sahalarda at koşturmak, ferasetsizliktir. Mustafa Kemal gibi "Milliyetçilik İlkesi"nin banisi bile kendi “Nutuk”unda "Zaza-Kürt" ayırımı yerine "Zaza Kürdleri" deyimini tercih ederken, her defasında "etnik milliyetçilik"e karşı olduklarını savunanların bu "fitne"ye davetiye çıkarmaları düşündürücüdür. Bu yapılanlar, denenmemiş bir yol ve yöntem değildir; Elazığ, Erzurum ve Kayseri akademiyasınca yürütülen –sözde– bilimsel inkâr ve asimilasyon tezleri tuttu mu ki şimdilerde tutsun?
Evet, derin bir projenin yürürlükte olduğu kesindir. Derin bir akıl (ya da üst akıl), derin bir damar ve derin bir telkin... Ve hepsinin bileşkesi "Derin Devlet" algısı işbaşındadır. Şehrin birinde kurulan bir üniversite aracılığıyla "Zazacılık" furyası başlatan bir zihniyet, sıradan ve lalettayin bir zihniyet olamaz. Bu bir mühendislik çalışmasıdır; tesadüfen ortaya çıkmadığı gibi, doğal süreçle de izah edilemez. Kendi vatandaşlarını "ırkî" temelde ayrıştırmayı hedefleyen bir anlayış samimi olamaz.
Normalleşmeyi tesis yerine, halkını dinî, mezhebî, siyasî ve ideolojik zemine itenler; bu zemin üzerinde kavga ve kaosu körükleyenler, hayırhahımız olamazlar; onlardan hayırlı bir icraat beklenemez. İdeal İslâm’ı yaşamayanlar, reel-politik kaygılarını İslamlaştırırlar.
Sözün özü: “Siyaset, efkârın âleminde bir şeytandır; istiâze edilmeli!”(Said-i Nursî) Vesselam...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.