21 Kasım 2024
  • İstanbul13°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

SAVAŞLAR ÇAKTIRMADAN GELİR...

Nabi Yağcı

12 Nisan 2012 Perşembe 06:46

Ve her zaman gerçek nedenleri örten zahiri bir nedene dayalı ilân edilir. Gerçek nedenler ise çoğu zaman tek bir nedene ya da bir veya birkaç nedene indirgenemez ölçüde karmaşıktır; bir ülkeyi savaşa sürükleyen nedenlerin hangisinin asli, hangisinin tali olduğunu anlamak uzmanlık ister. Bir savaşın asıl yükünü çekecek olan halk ise çoğu kez savaşın gerisindeki nedenleri bilemez, bilmesi mümkün de olamaz.

Savaş lobileri savaşa karar verir ve sonra halka bir savaş “nedeni” sunarlar. Ve bu neden şaşmaz biçimde her zaman halkın “milli güvenliğini” ve “milli gururunu” ilgilendiren bir neden olur.

Bir süredir Suriye ile “savaşa tutuştuk, tutuşacağız” havaları estiriliyor; o kadar ki önümüzdeki iki günün en kritik iki gün olduğu dahi söyleniyor. “Kofi Annan’ın barış planı çökerse arkasından savaş kaçınılmaz olur, Türkiye daha fazla sessiz kalamaz, kalmamalı” yorumları yapılıyor. Daha önceleri ihtimal vermeden söz edip geçilen savaş hali havasına bir iki gün içinde “çaktırmadan” giriverdik.

En uzun sınıra sahip olduğumuz komşumuz Suriye’deki rejim kavgasının bizi çok yakından ilgilendireceği açıktı; Suriye’de diktatör Esed rejimine yönelik mücadele Tunus, Mısır ve Libya’dan çok daha sıcak biçimde Türkiye’yi etki alanı içine alacaktı. Hem mezhep çatışmaları hem Kürt sorunu hem de İran ile ilişkiler nedeniyle farklıydı Suriye bizim için. Bu nedenle Türkiye’nin yalnızca uzaktan izleyici olmasını kimse beklemiyordu. Ama savaşa girişmek, aktif diplomatik müdahalelerden farklı bir şey. Birkaç gündür ciddi biçimde savaştan söz edilir oldu. Başbakan da savaşı ima eden sözler etti, iktidar yanlısı basında bu yönde telkinler arttı.

Suriye’ye bir askerî müdahalenin neredeyse kaçınılmaz hale geldiği türünden yorumlar doğrusu beni şiddetle tedirgin ediyor.
Birilerinin, bir yerlerde, kapalı kapılar ardında bizim adımıza geleceğimizle ilgili uğursuz kararlar verdiğini düşünerek kaygılanıyorum. Zira bir askerî müdahale, bir savaş kararı başka tür kararlara benzemez. Savaş kararı ekonomide teşvik kararları gibi bir şey değildir, savaş kararı bir bölgeye yanlış teşvik verdik diye sonradan düzeltebileceğiniz türden değildir.

Bırakın savaşa girişmeyi, İslam dünyasında bir model ülke olma iddiasında olan, AB üyeliğine aday ve artık birbirleriyle savaşan ülkelerin taş devri insanları gibi görüldüğü bir çağda savaş sözlerinin edildiği bir ülke olmaktan utanç duymak gerekir. Zaten Kürt sorunu nedeniyle 30 yıldır süren ve 40 bin insanımıza mal olan bir utancı temizleyebilmiş değilken şimdi bir de komşularıyla savaşan bir ülke mi olacağız?

Günümüz dünyasında savaşlara kategorik olarak karşı olmak gerek.

Öte yandan, Suriye’ye yapılacak bir askerî müdahalenin doğuracağı sonuçlar üstüne düşünmek de çok önemli. Düşünmemiz gerekenler yalnızca insani açıdan doğacak acılar, maddi, manevi kayıplar da değil... Savaş ve demokrasi, tarih boyu birbiriyle hiç de uyumlu olmayan bir çift oldular. Tam da askerî vesayetten kurtulup sivil demokrasi inşa etme sorunlarıyla cebelleşirken karşımıza çıkacak bir savaş hali her şeyi “sil baştan” yapabilir, iktidarı kuşatmış olan otoriterleşme eğilimlerini daha da arttırabilir; her halde ekonomik istikrar da bundan nasibini alacaktır!

Ne oldu da...

Birkaç gündür savaşı ciddi ciddi konuşur hale geldik?

Birilerinin, yakamızı, elimizi kolumuzu savaş makinesine çaktırmadan kaptırmalarına fırsat vermek istemiyorsak bu soruyu sormalıyız.

Ne oldu gerçekten?

İleri sürülen iki gerekçe var. Bunlardan biri, sınırlarımızdan içeriye Suriyeli rejim karşıtlarının ve rejimin baskılarından kaçan halkın akın etmesi. İkinci ve daha önemli gerekçe ise geçen gün Suriye’nin sınırötesi ateşiyle sınırlarımızı ihlal etmesidir. Her ikisi de kanımca savaş için ikna edici gerekçeler değil. Hele bu ikincisine sığınmak Türkiye için hiç de sağlam gerekçe olamaz. Zira Türkiye PKK nedeniyle kaç kez sınırötesi operasyonları için Irak topraklarına girmişti, hatırlayın!

Denebilir ki, “savaş tehdidini, gerçekte savaş yapma niyetiyle bağlı değil, Esed’in halkına yaptığı zulmü durdurabilmek için diplomasinin bir parçası olarak anlamak gerek”. Bu niyetle savaştan söz ediliyor olsa bile günümüzde güç kullanma tehdidinin kendisi de artık meşru görülemez. Kaldı ki güç kullanma tehdidi son derece tehlikeli bir araçtır da, istemeden, sırf dayılandığınız için de savaşa yakanızı kaptırabilirsiniz.

Yarın çok geç olmadan savaş tamtamları karşısında barışın sesi yükselmeli.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.