SAVAŞ VE GERÇEK
Ahmet Altan-
18 Temmuz 2010 Pazar 15:32
Uzun süren savaşlarda gerçekleri bulmak çok zorlaşır.
Gazeteler ve televizyonlar “gerçekleri” aramaktan ve göstermekten vazgeçer, “düşmanı” hırpalayacak, “dostu” sevindirecek haberleri tercih ederler.
Kürt gerillaların cenazelerine, vicdana, hukuka ve dine hiç uymayan biçimde saygısızca ve insafsızca davranıldığında, bunun kendisine haber verilmesine saygısızca tepki gösteren Başbakan’ı eleştiren satırlara “tipik” Türk gazetelerinde pek rastlamazsınız.
Onlar, kendilerini savaşın rüzgârına öylesine kaptırmışlardır ki “ölülere saygı gösterilmesi” gerektiğini bile unutmuşlardır.
Bir insan öldüğünde “savaş” biter.
O ölünün ailesine teslim edilmesi ve sonsuz yolculuğuna usulünce uğurlanması gerekir.
Böyle yapılmadığı yolunda bir iddia başbakanın önüne gelirse, başbakan bunu araştırmakla yükümlüdür, bu iddiayı önüne getirene kızmakla değil.
Ama bizim başbakan öyle yapmadı.
Cenaze namazında “düşmanlıkların” bitirildiğini, bu hayata ait bütün hesapların kapatıldığını, “helalleşildiğini” ve “gidenin” hep bir ağızdan “iyi bilirdik” diye yolcu edildiğini hiç hatırlamadan, “onlar da bizimkilere yapıyorlar” türünden izansız bir tepkiyle meseleye sırtını döndü.
Hâlbuki bunu araştırmak, ölülere saygı gösterilmesini sağlamak onun göreviydi.
Bunu, hiç kimseye değilse, onların ailelerine borçluydu.
Evladını itikadına uygun biçimde gömmenin bir babanın elindeki son teselli olduğunu aklına bile getirmedi.
Yaptığı utanılacak bir işti ve Türk medyası bunu eleştirmedi.
Türk medyası da “düşmanlığı” ölüm noktasında bitirmek gerektiğini düşünmedi.
Üstelik de “ölülere saygısızca davranıldığı” iddiasını da gözlerden sakladı.
Biz “ölülerle savaşmayın” manşetini attığımızda onu da görmezden geldi.
Kürt medyası tam tersine gerilla cenazelerine sahip çıktı, ölülere yapılan saygısızlığı anlattı, bunu kınadı.
Doğrusu buydu.
Ama gerilla cenazeleri hakkında “hakkaniyetle” davranan Kürt medyası da Reşadiye baskınıyla ilgili tek satır eleştiri yazmadı.
“Tam barış aranırken bu baskın da nereden çıktı” demedi.
Kürtler kendi aralarında bile Reşadiye baskınıyla ilgili eleştirilerini ve kuşkularını dile getirirken, bu eleştirilerle kuşkular “merkez” Kürt medyasına hiç yansımadı.
Gerçekleri Kürt medyası da aramadı.
Görüyoruz ki iki “medya” da kendilerini savaşın bir parçası haline getirmiş, “gerçeklerle” uğraşmaktan vazgeçmiş, kendi “taraflarının” propagandasına kuvvet vermiş.
Diyelim ki bu da anlaşılabilir bir şey.
Bir savaş var ve “medyalar” da kendilerini bu savaşın tarafı olarak görüyor.
Peki.
Doğru bir gazetecilik türü değil ama dünyada bu tür gazeteciliğin de çok örnekleri var.
Bunu böyle kabul edelim ve iki tarafın da haberlerinde ve eleştirilerinde tarafgir olmasını savaşın parçası sayalım.
O zaman bu “iki” medyanın birbirine hiç benzemeyen yaklaşımlar göstermesi gerekiyor, değil mi?
Birinin sakladığını öbürünün açığa çıkarması, birinin eleştirdiğini öbürünün savunması icap ediyor, değil mi?
Ya, bu birbirine karşıt iki medya bazen ortak tavır alıyorsa, ona ne diyeceğiz?
İşte benim için şaşırtıcı ve kuşkulu olan, Türk ve Kürt medyasının zaman zaman ortaya çıkan ortak tavırları.
Bugün Türk “merkez” medyasını okuyan bir Türk’le, Kürt “merkez” medyasını okuyan bir Kürt’ün ortak noktası nedir biliyor musunuz?
O Kürt de, o Türk de Dağlıca baskınının içyüzünü, Aktütün baskınında neler olduğunu, bir üsteğmenin “PKK birliklerini” korumak için bir Heron uçağının vurulmasını istediğini bilmez.
Bu iki “düşman” medya, her ne hikmetse bu olayları elbirliğiyle saklar, bu “gerçekleri” ortaya çıkaranları elbirliğiyle eleştirirler.
Niye?
Neden aynı olayları saklıyorlar?
Neden “PKK birliğini” korumaya çalışan üsteğmenden ikisi de söz etmiyor?
Neden ikisi de bu “gerçeğin” ortaya çıkarılmasını “kendisine karşı bir düşmanlık” olarak algılıyor?
Neden savaşın içindeki bazı “gerçekleri” saklamakta “ortak” bir çıkar görüyorlar?
Bu, kirli ve ahlaksız bir savaş.
Bir ülkenin içinde, o ülkenin vatandaşları arasında yirmi beş yıl süren savaş bütün ülkeyi kirletir.
Savaşa tapınıp, barışı lanetleyenler çoğalır, birbirlerine olan düşmanlıktan daha güçlü bir düşmanlığı “barış isteyenlere” beslerler.
Barışın yolu “gerçekten” geçiyor, savaş ise yalanla besleniyor.
Barış isteyen herkes “gerçeği” aramalı bence, gerçeği bulduğumuzda barışı da buluruz çünkü.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.