23 Kasım 2024
  • İstanbul19°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara11°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

SAVAŞ TAMTAMLARI ARASINDA-2

Hilal Kaplan

12 Ağustos 2011 Cuma 10:52

Bir sorunu, o sorunu yaratan zihniyette ısrar ederek çözemezsiniz. (Albert Einstein)

Geçen yazıda PKK'nın kendi tabanını savaşa kışkırtmasına rağmen Ak Parti hükümetinin "topyekûn savaş"a hazırlandığı algısını yaydığından bahsetmiştim. Peki "Kürt açılımı"ndan "Millî birlik ve kardeşlik projesi"ne uzanan süreçte Ak Parti hükümet(ler)i bu tezi boşa çıkaracak icraatlarının yanı sıra, aynı zamanda tam da doğrulayan işlere imza atmadı mı? Başbakan Erdoğan 'Kürt siyaseti'nin ağzına sakız ettiği ve sıklıkla anlamını kirleten söylemlere alet ettiği "barış" kelimesini temiz bir ağızla tekrar yürürlüğe soktuktan sonra barış söylemiyle çelişen söylemleri bizzat üretmedi mi? Devlet "barış" derken -Kürt vatandaşlarla savaş halinde olmadığımıza göre- savaşılanla barışmayı ima eden bir tutarlılıkta hareket edebildi mi? Ne yazık ki bu sorulara da tümüyle müsbet cevaplar vermek mümkün değil.

KCK davasından tutuklu siyasîler meselesi, polis ya da asker kurşunuyla katledilen Kürt vatandaşların faillerinin ortaya çıkarılması noktasında gösterilen çekimserlik, 12 Eylül zihniyetiyle mücadele iddiasında olan Ak Parti'nin bir 12 Eylül kurumu olan YSK'nın adaletsiz Hatip Dicle kararına destek vermesi, vb. müsbet cevap vermeye engel teşkil ediyor. Bu anlamda, kanaatimce en büyük sapma olarak 2005'te varlığı kabul edilen "Kürt sorunu"nun günümüzde "Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır"a indirgenmesini göstermek mümkün.

Açılım politikasıyla beraber devlet, Kürt sorununu yaratan zihniyetten büyük ölçüde uzaklaşsa da günümüzde "Kürt vardır, Kürtçe de vardır ama devletin izin verdiği yere kadar vardır" gibi bir noktaya gelinmiş görülüyor. Türkçe biliyorsanız kendinizi en iyi ifade ettiğiniz dil olan anadilinizde savunma yapamıyorsunuz. Kürtçe, seçmeli dil olarak bile müfredata konmuş değil, bu vaad edilmiş de değil. Üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı veya Kürdoloji bölümü açılabilecekken, 15 milyon vatandaşımızın anadili "Yaşayan Diller Enstitüsü" çatısı altındaki "herhangi bir dil" konumuna indirgenmiş durumda.

Ne var ki tüm bu aksamalar bir şekilde halledilip aşılsa bile Kürt sorununun, PKK sorunundan tamamen azade bir biçimde çözülemeyeceğini de akılda tutmak gerekiyor. Çünkü anadilde eğitim hakkı dahi tanınsa, yine de dağdakilerin durumunun ne olacağını dert eden milyonlar olacaktır. Zira o milyonlar ne yazık ki tanınan her hakkı dağdakilerin ve Öcalan'ın varlığına bağlıyorlar. Bu minvalde PKK sorunu da "son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar" zihniyetiyle çözülemez.

Unutmayalım ki PKK, tabanından karşı ses çıkmayacağını bilmenin rahatlığı içinde Barış Konseyi'nin kurulacağını ilan eden Öcalan'a rağmen şiddet kartını oynayabildi. Zira Ak Parti, seçim öncesi ve sonrasında meselenin çözümüne dair herhangi bir ipucu vermediği gibi YSK'nın Hatip Dicle kararını da destekler mahiyette davranarak PKK'nın "Ak Parti çözüm istemiyor" propagandasına uygun davranmış oldu. Yani BDP'ye "İyi niyet beklemesinler" restini çeken Başbakan Erdoğan'ın zaten uzun zamandır 'iyi niyet' göstermemiş oluşu, devletin çekimser ve ikircikli politikaları 'şahinler' diye adlandırılan gruba hareket alanı açmış oldu. Oysa Terörle Mücadele Kanunu'ndaki düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan maddelerin (ki mevcut kanuna göre bu yazıdan ötürü ben bile mahkûm edilebilirim) kaldırılacağı teminatı bile Silvan'dan beri onca insanımızı kaybetmemizin önüne geçebilirdi.

Buna ek olarak, Kürtler kendi aralarında mitoz bölünmeye de uğrasa PKK diye bir gerçeğin olacağını da göz önünde bulundurmak gerek. Beş milyon gibi bir nüfusun sihirli bir değnekle, üstelik PKK'lıların 'ölü ele geçirildiği' bir süreçte, PKK'dan vazgeçeceğini ummak abestir. Örneğin Kemal Burkay gibi bir aydının, çözümü federasyon seçeneğinde görmesine rağmen, Ak Parti tarafından sahiplenilmesi kayda değer bir gelişmedir. Ancak bu alaka, PKK sempatizanlarını Burkay'ın siyasî çizgisine çekmek gibi bir stratejiyle yürütülüyorsa, bu sadece Burkay'a haksızlık değildir, aynı zamanda bir sosyolojik vakıa olarak PKK'nın neye tekabül ettiği hâlen anlaşılmamış demektir.

İşkencelerden geçerek, faili meçhullere kurban giderek, toplu mezarlarda kaybedilerek varlığını ve dilini kabul ettirmiş Kürtlerin meselesi çetrefil bir meseledir. Bu yüzden halkın yarısının onayını almış olan Ak Parti hükümetinin, sağlam bir politik çözüm projesi sunması ve çözüm iradesinin Silvan'da olduğu gibi bir PKK saldırısında geri gitmeyecek kadar sağlam olduğunu göstermesi beklenir. Ancak bu çözüm projesi günümüzde savaşa çağıran PKK'nın davetine icabet ederek, metod olarak olmasa bile zihniyet olarak 1990'ların devlet aklına gerileyerek gerçekleşecekse, bizi yine çözümsüzlüğün matem dolu yolları bekliyor demektir.

Hülasa, benim gibi "yeni Türkiye"ye inanan herkesi, savaş baltalarının ucundan tutmaya çağıran teklifleri reddetmeye; hayata ve barışa çağıran bir dilde ısrar etmeye davet ediyorum. Zira savaşın "yeni" olan hiçbir yanı yok.

Not: 'Bizim medya mahallesi'ne bu yazıda da gelemedim, nasipse Cuma'ya.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.