SAVAŞ MI BİRLEŞTİRECEK, BARIŞ MI
Nabi Yağcı
21 Temmuz 2011 Perşembe 10:43
KCK Yürütme Konseyi’nin, Demokratik Özerklik açıklamasını internet ortamında okudum. Hayli uzun bir metin bu... O denli zamanımız olacak mı onu da bilmiyorum ama daha sonra, ayrıntılara inerek üzerinde durmak istiyorum. Önemli bir metin... Fakat bu yazımda toplamından çıkan izlenimlerim, sezgilerim üstüne konuşacağım. Bir yana KCK’ın bu son açıklamasını, öte yana Başbakan’ın “Kürt sorunu yoktur PKK sorunu vardır” açıklamasını ve neredeyse linçlere varacak anti-Kürt sokak gösterilerini koyuyorum.
Sonuç:
Kritik eşik çoktan aşılmış, artık yol ayrımında bile değiliz. Kararlar alınmış durumda, stratejiler belirlenmiş mesele taktiksel zamanlamada. 14 Temmuz tarihi sonuç yalnızca... Yani YSK’ın Hatip Dicle’nin milletvekilliğini iptali, Meclis’i boykot etme kararı, üç kişinin kaçırılması, iki görevlinin arkadan vurularak öldürülmesi, Silvan pususu... Bu olaylar öncesinde bölgede PKK militanlarına yönelik operasyonlarla pek çok PKK’linin öldürülerek yaratılan tahrik ve sıkıştırma... Artık bütün bunlar birbirinden ayrı münferit olaylar olarak gözükmüyor bana. Kaldı ki öyle de olsa aynı yere varıyor.
Sorumlular elbette aranmalı, yanlışlar kuşkusuz eleştirilmeli ama şimdi kanımca dikkatimizi göremediklerimizi görmeye, sineklere değil onları doğuran bataklığa vermeliyiz. Henüz biraz zamanımız varken –eğer varsa...
Kapıyı tıklatan soru savaş mı barış mı sorusudur
Bir yerlerde alınmış olan kararlardan sonra zamana yayılacak bir çözüm yolu neredeyse kalmadı. Fakat savaşı önümüze tek seçenek olarak koyanlara karşı, kim koyarsa koysun elimiz kolumuz bağlı durmak aşağılayıcı bir durum. Üçüncü taraf olarak bir barış hareketine ihtiyaç var. Ne var ki, barış hareketinin başarılı olabilmesi için üçüncü taraf “tarafsız” olamaz. Barış istiyoruz diye milyonlarca imza versek –ki bu her şeye rağmen önemlidir ve yapılmalıdır–, alınan kararları durduramayız. Bu üçüncü tarafın bataklığı doğuran nedenler üstüne anlaşması gerek. Öteki hedef yani ne olursa olsun savaş dursun yaklaşımı bir sonraki felaket evresinin hedefi olur. Ancak savaşın, iç savaşın yakıp yıktığı yerde destek bulur bu slogan. O günleri görmeyeceğimizi umalım.
Savaş mı barış mı sorusuna yanıt verebilmek için bir adım geriye çekilip, o “olmasın” dediğimiz son evreyi tahayyül etmeliyiz. Yani ya komşunun komşuyu vurduğu, linçlerin olduğu ya da devamında Türkiye’de demokrasinin sonlanarak Türkler’in de Kürtler’in de birlikte kaybedeceği totaliter bir rejimi tahayyül edelim. Soğukkanlı bakıldığında bugünkü durum şudur:
Ayrılma oldu zaten şimdi nasıl birleşeceğimizi konuşmalıyız.
Güneydoğu’ya, Diyarbakır’a her gidişimde aynı duygularla dönmüşümdür. Etrafıma bu izlenimi hep aktardım. Hatta belki de yazdım bile. “Kopuş psikolojik, ruhsal ve zihniyet anlamında zaten olmuş durumda, şimdi birleşmeyi konuşmalıyız” dedim. “Bölünüyoruz, bölüneceğiz, bölücüler, terör” edebiyatının artık sosyal barış içerikli hiçbir karşılığı yok. Tek karşılığı savaş.
Böyle baktığımda karşımızdaki soru ya da ikilem, kapıyı çalan o olsa da savaş mı barış mı ikilemi değil. Zaten 30 yıl savaşılmış, ancak bir savaşta olabilecek olan 50 bine yakın can vermişiz, üstüne üstlük 17 bin faili meçhul cinayet. Ki ölenlerin çoğu Kürtler.
Öyleyse karşımızda duran soru “Savaşarak mı birleşeceğiz, barış içinde mi birleşeceğiz” sorusudur.
Tabii eğer birleşmeyi istiyorsak.
Savaşla değil barışla birleşebilmek, yani Yugoslavya olmamak için bana göre iki önkoşul var: Biri ve birincisi Kürt özgürlük hareketinin kazanımlarının korunmasıdır. Bunun ne anlama geldiğini tartışırız ama önce koşullar belirlenmelidir. İkinci önkoşul ise derin devletin, Ergenekon’un temizlenmesinin yanında olmaktır. Bunun anlamı ise izah gerekmeyecek denli açık.
Kısacası savaş, iç savaşa ve her tür şiddete karşı duruşun etkili sonuç verebilmesi için Kürtler’in tarihsel haklılığı kabul edilmelidir. “İmha, inkâr, katliam, kültürel soykırım” yalnızca uzak değil yakın tarihin de günahıdır ve elbette bugüne uzanan sonuçları da vardır. Fakat bugünü somut analiz etmeden diktatörlük koşulları altında olduğumuz, hiçbir demokratik imkânın olmadığı, Kürtler’in hiçbir kazanım elde etmediği yorumu da kabul edilemez. Böylesi bir bakış temelinde bir barış hareketi yaratılamaz.
Hepsinden önemlisi iki taraflı nefret söylemlerini dıştalayan, Kürtler’e karşı saldırı ve linç girişimlerine karşı duracak, karşılıklı kabul edilebilir talepler üzerinden barışçı- birleşme yanlısı bir kamuoyu yaratmak için çabalamaktır.
Yaşanan onca olumsuzluğa rağmen Barış Konseyi ya da benzeri bir girişim barış içinde birleşmeyi sağlayabilir. Bu yönde adımların atılması soğukkanlı düşüncelerin yeni yollar üretmesi için gerekli olan değerli zamanı bize kazandırabilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.