SARSILIRKEN
Ahmet Altan-
04 Mayıs 2012 Cuma 07:30
Dün mahkeme koridorunda, Mehmet Baransu’nun davasının bitip sıranın bana gelmesini beklerken, Ağır Ceza’nın kapısı açıldı, elleri kelepçeli temiz yüzlü genç bir adam beş jandarmanın arasında merdivenlere doğru yürüdü.
Mahkeme kapısında bir kadın kalabalığı vardı, genç olanlarından biri çocuğun arkasından koşup ona seslendi.
Genç adam önce önüne eğdiği başını kaldırmadı.
Sonra başını kaldırıp, “avukat gelsin” dedi.
Daha yaşlı olan kadınlar sessizce duruyorlardı.
Delikanlının yakın akrabaları oldukları, yaşadıklarından şaşkınlığa düştükleri, hiç alışkın olmadıkları bir durumla karşılaştıkları anlaşılıyordu.
Kadınlardan birine, “neden yargılanıyor” dedim.
“Kapıcıyla kavga etmiş,” dedi, “kapıcı arabasının sileceklerini kırmış, kavga çıkmış.”
“Kapıcıya ne oldu?”
“Hiçbir şey olmadı” dedi kadıncağız.
Kadının anlattıklarından genç adamla kapıcının önemsiz bir tartışma yaşadığı sonucu çıkıyordu.
En fazla karakolluk olunacak bir olaydı anlattığı.
Ama çocuk Ağır Ceza’da yargılanıyordu, tutukluydu ve beş jandarmayla mahkemeye getiriliyordu.
Olayın kadının anlattığı gibi olması imkânsızdı.
Büyük bir ihtimalle öyle bir kavga yaşanmış, kapıcı o kavgada ya ölmüş ya da çok ağır yaralanmıştı, başka türlü o çocuk Ağır Ceza’da tutuklu olarak yargılanmazdı.
Yaşadığı acıyla sarsılan kadın, kendisine “ne oldu” diye soran birine gerçeği söylemiyor, kendi anlattığı hikâyeyle “gerçeğin” değişebileceğini sanıyordu.
O anda yaptığının hiçbir mantıklı yanı yoktu ama karşılaştığı bu dramatik değişikliğe nasıl tepki vereceğini bilemiyor, gerçekleri saklamaya uğraşıyordu.
Acılı kadını daha fazla rahatsız etmedim, “geçmiş olsun” deyip “bizim” mahkemeye doğru yürüdüm.
Mahkemeden sonra o kadını düşündüm.
Büyük şokların insanları nasıl mantık dışına ve inkârcılığa savurabileceğini o kısacık konuşmada görmüştüm.
Gazeteye döndüğümde, CHP’nin ikinci adamı Gürsel Tekin’in parti içindeki görevlerinden istifa ettiği haberi geldi.
Bu istifayla ilgili olarak “ne olmuş” diye sorulduğunda anlatılan hikâye “çocuk, kapıcıyla kavga etti”ye çok benzeyen bir hikâyeydi.
Gerçeğin bir kısmını söylüyordu ama asıl büyük gerçeği anlatmıyordu.
CHP çok sarsıcı bir şok yaşıyor.
Askerin “koruyucu eli” CHP’nin üzerinden çekildi, o kadar çekildi ki “muhtıra” alışkanlığından vazgeçemeyen ordu şimdi bu alışkanlığını “CHP çizgisindeki” yazarlara ve hukukçulara muhtıra vererek sürdürüyor.
Bir zamanlar kendisi “muhtıra” yiyen AKP ise sesini çıkarmıyor.
Bir zamanlar CHP’nin sesini çıkarmadığı gibi.
Her açıdan roller değişti.
Bir zamanlar “ceberut devletin” destekçisi olan CHP o “ceberutluğun” hırpaladığı bir konuma düştü.
Buna, AKP’nin bir zamanlar yaptığı gibi cepheden karşı çıkarak cevap veremiyor, hâlâ Ergenekon peşinde dolaşıp kendine “devletten” bir destek arıyor.
Seçimlerde yenemeyeceğine inandığı AKP’nin karşısında da siyasi bir parti olarak duramıyor.
Hâlbuki sadece şu dünkü Genelkurmay muhtırası bile “demokrat” bir partinin ortalığı ayağa kaldırmasına yeterdi.
CHP’nin böyle bir refleksi yok.
Hızla değişen bir ülkede “konumunu” ve güvenini kaybeden bir parti olarak huzursuzlanıyor, endişeleniyor, eziliyor ama çözümü “demokraside” aramak aklına gelmiyor.
“Muhafazakârlar daha kalabalık, demokrasi içinde biz ne yapsak kazanamayız, demokrasi bizim gibi insanlar için çok kötü sonuçlar verir” inancı bütün ruhlarına nüfuz etmiş gibi görünüyor.
AKP’nin demokrasi dışı keyfilikleri, sanata, yaşama biçimine, televizyon dizisine, yetişecek “nesillere” müdahale etmesi, ordunun CHP çizgisindeki insanlara muhtıra vermesi, CHP’nin tabanını oluşturan insanları zaten “demokrasi dışında” eziyor.
CHP’nin “demokrasi dışındaki” eski müttefikleriyle ilişkileri kesildi, o kulvarda yapayalnız.
Hâlâ Ergenekon peşinde koşması, hâlâ Uludere olayında orduyu kollamaya çalışması, hâlâ darbecilere destek olarak eski müttefiklerinin yaptıklarını görmezden gelmeye çabalaması, artık bu aşamadan sonra CHP’yi de tabanını da hırpalayacak “demokrasi dışı bir keyfiliğe” paye vermesi, rakibini güçlendirip kendini zebun etmesinden başka işe yaramıyor.
“Demokrasi dışındaki alanda” CHP’ye hayat hakkı yok bundan böyle.
Varlını sürdürebilirse ancak “demokrasi” içinde, demokratik bir mücadeleyle sürdürebilecek.
Muhafazakârların, Kürtlerin, Alevilerin, solcuların hakkını savunabildiği ölçüde kendi tabanının haklarını savunabilecek.
AKP, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan, demokratlardan uzaklaşıyor, geniş bir alan açıyor CHP’ye.
CHP, o alana giremiyor.
Eski pozisyonunda duruyor.
Kımıldamazsa yok olacak.
Var olmakla yok olmak arasındaki çizgide duran bir “canlının” çektiği sancıları çekiyor, alışkanlıkları ile kendini kurtarma içgüdüsü arasındaki sıkışma partiyi gün günden sarsıp çatlatıyor, bundan sonra bu sarsıntı azalmaz, artar.
Ama CHP’de ne olduğunu sorduğunuzda, “çocuk, kapıcıyla kavga etti” diyorlar.
Böyle söylemenin davanın seyrini hiç etkilemeyeceğini fark edemeyen o acıdan şaşırmış teyze gibi davranıyorlar.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.