ŞARLATANLIĞA KULAK VERMENİN BEDELİ YÜKSEK OLUR
Ahmet İnsel
16 Temmuz 2013 Salı 07:47
AKP hükümeti, mali sermaye birikimi rejimine karşı mücadeleyi gündemine alan, piyasa ekonomisini sınırlamayı hedefleyen bir programa sahip değil. Olabilir mi?
AKP, serbest piyasa ekonomisiyle büyüme ilkesini benimsemiş bir siyasal parti. 10 yılı aşan AKP iktidarı, Türkiye ekonomisinin küresel piyasa ekonomisine eklemlenmesi konusunda hep heveskâr ve gayretkeş oldu. Böyle bir eklemlenme, takriben otuz yıldan beri egemenliğini sürdüren finansal kapitalizmin beklentilerine tabi olmak demektir. Bu da mali sermaye birikimi rejiminin genel olarak ekonomiye hâkim olması, kâr normunu belirlemesi, bazı ekonomik göstergeleri diğerlerinin önüne çıkarmasıdır. Sermayeyi ödünç verenlerin değerleri, bakış açısı ve beklentilerinin ekonomiye egemen olması demektir bu. Faiz, bu dünyada kullanılan en önemli araçlardan biridir. Sermayenin ödünç verilme fiyatıdır.
AKP, Türkiye ekonomisini uluslararası finans dünyasına entegre etmeye o kadar iştahlı ki, son 2011 seçim beyannamesinde İstanbul’u uluslararası finans merkezi yapmayı vaat ediyordu. Bunun için yer olarak Ataşehir seçilmişti. Amaç, Türkiye’ye daha fazla sermaye girişi sağlamak, yapısal olarak yetersiz olan iç tasarrufun yarattığı büyüme kısıtını yurtdışı tasarrufu çekerek aşmaktı. Bu ise elbette uluslararası sermayenin kârlılık, öngörülebilirlik, güven beklentilerini Türkiye ekonomisinin tatmin etmesi ölçüsünde başarılabilecek bir hedefti.
Bu hedefin özünde toplum için iyi olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu. İşaret etmek istediğimiz sorun, AKP hükümetinin ve en başta Başbakan’ın son bir buçuk ayda sergilediği yaman çelişki. Bir yanda uluslararası piyasaya entegre olma, onun finans merkezlerinden birini İstanbul’da kurma projesini hayata geçirmeye çalışırken, diğer taraftan kendine karşı ‘faiz lobisi’nin kurduğu komploları sabah-akşam teşhir etmek, suçlu aramak bu çelişkinin merkezinde yer alıyor. ‘Faiz lobisi’ olarak tanımlanan aktörler, mali sermaye piyasasının yerli ve yabancı aktörleridir. Bu aktörler, reel faizlerin yükselmesiyle hem bir kayıp yaşarlar (ellerindeki kâğıtlar eski faizden olduğu için değersizleşir) hem de yeni yaptıkları mali yatırımlarla kazançları artar. Borsa iner çıkar. Ama sermaye piyasasının çok iyi durumda olması, çalışanlar, özellikle orta ve alt kademedeki ücretliler açısından pek sevindirici sonuçlar yaratmaz, o da başka.
Bildiğimiz kadarıyla AKP hükümeti, mali sermaye birikimi rejimine karşı mücadeleyi gündemine alan, piyasa ekonomisini sınırlamayı hedefleyen bir programa sahip değil. Olabilir mi? Dayandığı sosyal sınıfa, seçimlerde gücünü aldığı seçmen koalisyonunun ağırlık merkezine bakınca mümkün değil elbette. O zaman, ‘faiz lobisi komplosu’ gibi bir şarlatanlık ürünü analize Başbakan’ın sarılmasını, SPK ve BDDK’nın spekülatör avına çıkmalarını AKP’nin genel çizgisi açısından akılla izah etmek mümkün olmuyor.
Başbakan’ın beklenmedik biçimde geçen pazar günü iktisadi durum üzerine yaptığı toplantı sonrası yayımlanan değerlendirme, hükümetin, Başbakan’ın da marifetiyle düştüğü gülünç durumu telafi etmeyi galiba amaçlıyordu. Açıklamada, ‘faiz lobisi’ ve benzeri safsatalara yer verilmiyor, serbest piyasa ekonomisini, neoliberal politikaları benimsemiş bir hükümetin yapması gerektiği gibi, yaşanan iktisadi çalkantı bu sefer kendi içinde tutarlı kavram ve tespitlerle değerlendiriliyordu.
Ben AKP’li ya da AKP’ye oy veriyor olsam, Başbakan’a sorma ihtiyacı duyardım: Bu bir buçuk aylık akıl tutulmasının neden olduğu bedelin hesabını verecek misiniz? Ya da sizin aklınızı çelenlerden hesap soracak mısınız? Aklınız böyle safsatalarla çelinmeye, bu şarlatanlıklara inanmaya bu kadar yatkın mı?
Belki AKP içinden ve çevresinden bu tür sorular soranlar vardır ama ben duymadım, görmedim. Onlar sormasa da bu soruları esas sorması gereken muhalefet değil mi?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.