SANSÜR VE İLKE
Cihan Aktaş
10 Eylül 2012 Pazartesi 05:15
Twitter Türkiye’nin sansür uygulaması içeren bir talebini reddetmiş. Aklıma İran günlerinde ödünç bir filtre kırıcı ile girip tweet attığım saatler geldi. İnsan sebeplerine kendini ikna edemediği, özsaygıyla da buluşturamadığı anlamda bir engele katlanmak istemiyor.
Gözlemlerime göre hâlihazırda internet kullanıcısı herhangi İranlı bir genç, rejime muhalif olmasa bile türlü sebeplerle internet sansürünü aşmak için elinden gelen her yolu deniyor. Sansür mantığının kapsama alanı, buna mecbur ediyor. Bloga girmek isteyen ya da bir araştırma yapan kullanıcı, hedeflediği sayfaya gidecekken önü fotoğraflarla, aforizmalarla cazip olunmasına, güzelim güvercin yürüyüşleriyle, salkımsöğüt gölgeleriyle, tarihsel mirasın zamana direnen cepheleriyle cennet bahçelerinden bir sahne ifadesi kazandırılmaya çalışılmış uyarı sayfalarıyla kesiliyor. Sansür kurgusu, arayan kişinin muradını daha iyi bildiğinden kuşku duymuyor. Kullanıcının ise aklı başka yerde. Mahmelbaf’ın bir filminde konu aldığı âmâ sansürcü açısından neyin sansürlendiği önemsiz sanki bir yerden sonra.
Kullanıcı arama motorunda bir kelime arıyor. O kelime nedense sansür filtresine takılmış, ilerlemeniz imkânsız. Bunun yerine size sanki benzeri kelime, kavram ya da adresin yerini tutma iddiasıyla, sözde nazik bir dille belli kurulların onayını almış siteler öneriliyor. İyi de sizin aradığınız bilginin o sitede bulunmayacağı çok açık. İnsan kendini aptal yerine konmuş hissediyor, çünkü sadece yapılacak araştırmanın engellenmesiyle kalınmıyor, sürdürülen çalışmanın nasıl, hangi kaynaklarla daha iyi ve değerli olacağına dair çerçeveler de dayatılmış oluyor. Saksağanlarla ilgili bir yazı yazarken aklıma bir soru takılıyor, fakat açılmıyor girmek istediğim site... Aradığınız kaynağın sizin için önemini yadsıyan sansür aklı açısından her kelime her adres birbirinin yerini tutabilir. Özellikle gençlerin mizah duygusunu arttırırken filtre kırma alanında uzmanlaştıran bir muamele ile daha dürüst ve dünyanın bütün kötülükleri karşısında da donanımlı gençler yetiştirileceği umuluyor olabilir mi...
İran elbet, devrimden bu yana ciddi komplolara maruz kalmanın tedbirler almaya sevk ettiği, bunun yanı sıra da vehimlere boğduğu bir ülke. Ancak (tıpkı uydu ve bir zamanlar da video yasağında yaşandığı üzere) sansür uygulamalarının pratiğini hesaba katmadan çoğaltılan filtre önlemleri, gençleri daha güçlü filtre kırıcı program arayışlarına sevk etmekle kalmıyor mu nihayet...
Bunları yazarken aklıma, Kant’a ait olduğu söylenen ama ilk olarak Aliya’da okuduğum, “her türlü etiğin ön şartı özgürlüktür” şeklindeki cümle geliyor. İnternet her bağlamda sınırsızca serbest olmalı demiyorum elbet, ancak İran uygulamasındaki parodiler ve bloglarla, sms’lerle, fısıltı gazetesiyle yayılan kara mizah, başka bir yolu olması gerektiğini düşündürtüyor insana. Kaldı ki İranlıları teknolojik gelişmelerden bu yolla kopartamazsınız da... İran devrimi, kaset devrimiydi. Ayetullah Humeyni, elinden radyosunu düşürmeyen bir mollaydı.
Sansür üzerine bir yazışmamız sırasında Rasim Özdenören, bir grup yazarla katıldığı Cumhurbaşkanı Gül’ün öyle yemeği davetinde RTÜK’ün lağvedilmesi fikrine yönelen sorular üzerine dile getirdiği görüşünü şöyle aktarmıştı bana: “...O konuşmada vesayet rejiminin kaldırılması zımnında RTÜK’ün de lağvedilmesi gereğine değinmiştim. Konuklardan Doğan Hızlan, bu cümlemi ele alarak, ‘Peki, ekranları kim denetleyecek’ diye sordu. Ben de, ‘Kimse denetlemeyecek, daha doğrusu bakkalları, hastaneleri kim denetliyorsa o merci denetleyecek, özel bir denetim gerekmez’ cevabını verdiğimde, Cumhurbaşkanı’na dönerek, ‘Biz Sayın Özdenören kadar özgür olamıyoruz’ demişti.” Özdenören, statükocu bir akılla sansür sorununun çözülemeyeceği, Müslümanların ise İslam’ın yürürlükte olduğu bir hayat düzeninde bile statükocu olmaması, sorunun çözümünün her zaman bağlı olunan ilkede aranması gerektiğinin altını çiziyordu mesajında. Oysa çoğu kimse dahası bazı Müslümanlar bile bu basit gerçekliği kavrayamadığı için, kendi kafasındaki İslam husumetini reel Müslümanlara yansıtmakta sakınca görmüyor.
Belli ki sansürün niteliği, niceliği, geniş kitleler bir yana entelektüellerin zihninde bile çözüme kavuşturulabilmiş değil daha. Orhan Miroğlu’nun Taraf’tan ayrılmasıyla yaşanan tartışmalarda bunu bir kez daha görmüş olduk.
Tweet’lerin, mesajların ardı arkası kesilmiyor. O sansürcü gazetede nasıl yazarsınız, o PKK destekçisi gazetede niye yazıyorsunuz... Ben Taraf’ın sansürcü ve PKK destekçisi bir gazete olduğunu düşünmüyorum ama... Kişisel olarak bir sansüre maruz kalmadım Taraf’ta, zaten böyle bir muameleye maruz kalmış olsaydım, hâlâ bu köşede yazıyor olmamam gerekirdi. Yayına başladığı tarihten bir ay sonra Taraf’ta yazmaya başladım. Bazen gazete yönetimine ve yazarlarına dönük eleştirel yazılar kaleme aldım. Bugüne kadar ne sahiplerinden, ne de yöneticilerinden yazdıklarımla ilgili bir kısıtlama ricası ya da içerikle ilgili telkin geldi. İlkeleri olan hiçbir meslektaşımın bu şekilde bir baskı ve denetimden hoşlanacağını sanmıyorum. Üstelik bugünlerin yarınları da var. 28 Şubat’ın şantajcı, Ergenekon işbirlikçisi gazetecilerinin bugün düştüğü duruma bir bakın...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.