SANDIK, HALK, DOĞANLAR VE GÖMÜLENLER...
Ali Bayramoğlu
14 Eylül 2010 Salı 16:14
Türk siyasetinde son beş yıl içinde iki kritik an yaşandı, İlki 22 Temmuz 2007'de, ikincisi 12 Eylül 2010'de... Her ikisi de toplumun değişimden, demokrasiden yana ağırlığına koyduğu anlar oldular.
Türkiye 22 Temmuz sonrası sivilleşme sürecinin ne denli derinleştiğine, askerin nasıl meşruiyet sıkıntısı içine düştüğüne Türkiye tanık oldu. Ve o günden itibaren atılan tüm reformist adımlar toplumun gözetimi ve desteğiyle gerçekleşti.
Ve 12 Eylül 2010...
12 Eylül 1982 Anayasası'nın 26 maddesi toplum iradesi ve eliyle değişti.
Ancak referandumun anlamı sadece bundan ibaret değil. Yüzde 58'lik oy oranı ya da "evet" ve "hayır" arasındaki yüzde 16'lık fark, tersi iddia edilemez biçimde toplumun reform politikalarının arkasında olduğunu, reformcu siyasi iktidarı bu yönden desteklediğini gösterdi...
22 Temmuz'un nasıl sonuçları olduysa, 12 Eylül'ün de sonuçları olacaktır...
1. Ülkedeki değişim iklimi kesifleşecek, reform beklentisi artacaktır. Günümüz koşullarında siyasetin demokrasi çıtası etrafında yaşanan rekabetle anlam kazandığı bir kez daha ortaya çıkacaktır.
2. Sonuçlar toplumsal kutuplaşma üzerinde dindirici etki yapacaktır. Değişim sürecinde dirençler kadar korku ve güvensizlikleri merkez alan politikalar değer kaybetmeye başlayacak, direnç cephesinin gücü hızla yüzde 40'ların altına doğru kayacaktır.
3. Bu sonuçlar özellikle MHP tabanının eridiğini, MHP'nin mevcut politikalarıyla baraj altı bir siyasi parti olmaya doğru ilerlediğini göstermektedir. CHP açısından da durum farklı değildir. Tüm beklentilere ve yaptığı çıkışlara rağmen, Kılıçdaroğlu'nun Alevi kesim dışında önemli bir etkisinin olmadığı, partisinin oy oranını yüzde 25'lere doğru gerilettiği anlaşılmaktadır...
4. Referandum sonuçlarının bir diğer etkisi şüphe yok ki Kürt sorunu üzerine olacaktır. Bu açıdan en önemli ölçüm kriteri boykot çağrısına uyan ve uymayan kitlelerin oranıdır.
Şöyle: Türkiye genelinde katılım yüzde 77 civarındayken, Kürtlerin illerinde bu oran yüzde 55 olmuştur. Sonuç olarak BDP'nin boykot çağırısının etkisi bölgede yüzde 22 civarındadır. Denebilir ki, Kürt sorununun taşıyıcısı olan bölge kenti Diyarbakır'da da katılım oranı yüzde 35'e kadar düşmüştür. Ancak bu ilde katılım oranının hemen her seçimde Türkiye genelinin 15 puan altında olduğu düşünülürse, BDP'nin etkisinin yine yüzde 20-25'lik bir dilimde olduğu görülecektir.
Bu durum, bir yandan bu siyasi partinin ve Öcalan'ın etkisinin varlığına, hem bu etkinin sınırlarına işaret eder.
Dikkate almak ve üzerinde düşünmek gereken hususun bu sınırlar olduğu açıktır.
Zira sınırlar Kürt örgütlerinin denetlediği alandan daha büyük bir Kürt alanının ve kesiminin Türk siyasi sistemiyle entegrasyon ve etkileşim talebinde olduğuna işaret eder.
Bu sonuçlar BDP'nin meşruiyetini tersten etkileyecek ve akıllı demokratik bir siyasete kapılar açacaktır.
5. Tüm bu verilerin işaret ettiği tek bir nokta bulunuyor:
Türkiye'nin hızla yeni bir anayasa hazırlaması gerekiyor. Değişimci iklim bunu talep ediyor, kutuplaşmanın giderilmesi bunu gerektiriyor, Kürt sorununda yol almak için yeni bir toplumsal mutabakat kaçınılmaz hale geliyor. Yeni anayasa değişim sürecindeki aksaklık ve usulsüzlükleri asgariye indirmek hukuk ve demokrasi dilini siyasal ve toplumsal yaşamın gerçek ve doğal parçası haline getirmek işlevini yerine getirir.
6. Ve son nokta:
Referandum sonuçlarının ortaya çıkardığı seçim coğrafyası "toplum olma hali" açısından ciddi sorunlar barındırıyor. İki, hatta üç coğrafi ve kültürel parça halinde bölünen, birbirine güvensizliklerini dile getiren bir sosyal yapı var karşımızda... Bu yapıyı bütünleştirmek, birleştirmek gitgide önemli bir mesele hali almaktadır ve anayasa, yani yeni toplumsal mutabakat bu açıdan da şarttır.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.