SAİD NURSİ VE MİLLİYETÇİLİK
Serdar Kaya
24 Mart 2013 Pazar 08:30
[Aşağıdaki metni, Said Nursi’nin milliyetçiliğe bakışı hakkında benden görüş talep eden bir gazete için yazmıştım. Ancak ilgili gazete özür dileyerek metni yayımlayamayacağını söyledi. Metne, bir süredir yazmakta olduğum inanç konulu dizi ile ilgili gördüğüm için burada yer veriyorum.]
Said Nursi, Türkiye’de İslami kesimin tarihi yazılırken atlanması mümkün olmayan önemli bir isim. Ancak ne yazık ki, sevmeyenleri kadar sevenleri tarafından da pek çok konuda yanlış değerlendiriliyor. Kendisini sevenlerin onu yanlış değerlendirmelerinin nedenlerinden biri, öyle zannediyorum ki, şahsını ve düşüncelerini yaşadığı dönemin çerçevesinde anlamlandırmak yerine daha genel bir boyuta taşıma eğiliminde olmaları.
Örneğin, Nursi’nin 1920’li yıllarda, “Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır, unsuriyet asrı değil. Bolşevizm, sosyalizm meseleleri istila ediyor, unsuriyet fikrini kırıyor, unsuriyet asrı geçiyor” demiş olması, (her ne kadar bazı takipçileri öyle değerlendiriyor olsa da) bir öngörü değildir. Bu söz, o yıllarda yükselişte olan komünizmin milliyet fikrine uzak durması hakkında o güne dair bir değerlendirmedir. Komünizmin bu yönünü, aynı dönemde Kemalist kadrolar da bahis konusu yaparlar. Ancak Kemalistlerin farkları, komünist ideolojinin milliyetçiliği dışlıyor olmasını kendileri için bir tehlike olarak görmüş ve o kaygıyla konuşmuş olmalarıdır.
Bugüne baktığımızda, bir asır önceki bu değerlendirmelerin tamamen aksi istikamette yol almış bir dünya ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Zira, 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkılınca, takriben 70 yıllık komünizm tecrübesinin etnik kimlikleri ortadan kaldıramadığı ortaya çıktı. Küreselleşme ise, her türlü etnik kimliğin hem önem kazandığı, hem de eskisine nazaran çok daha fazla etkileşime konu olduğu bir dönemi beraberinde getirdi. Yani bugün Nursi’nin kendi dönemi için yaptığı (ve aslında o dönem için de çok isabetli olmayan) değerlendirmesinde sözünü ettiğinden çok daha farklı bir dünya var.
Bunların yanı sıra, Nursi’nin milliyetçilik kavramını müspet ve menfi şeklinde ikiye ayırdığı ve bu ikisi arasından müspet milliyetçiliği benimsediği intibaı da her ne kadar takipçileri arasında yaygın olsa da doğru değildir. Ancak, Nursi, çoğulcu (ya da o zamanın ifadesiyle, Osmanlıcı) da değildir. Düşünceleri, üç tarz-ı siyaset içinden İslamcılığa karşılık gelir. Hatta, Nursi’nin tipik bir meşrutiyet dönemi İslamcısı olduğu da söylenebilir. Meşrutiyeti savunması, meşveret ve şu’raya atıfta bulunması, (yine zannedilenin aksine) onu, muasırı olan İslamcılardan farklı kılmaz. Bunlar, o yıllarda meşrutiyetçi İslamcılar arasında yaygın olan, ancak (İsmail Kara’nın yaptığı gibi) İslami bir perspektiften de eleştirilmeye müsait olan düşüncelerdir.
Milliyetçilik (ya da Türkçülük), o dönemde, İslamcılığa uzak olan Batılılaşma taraftarlarının ideolojisidir. Nursi elbette milliyetçi düşünceye epey mesafelidir. Ancak, bütün bunlar bir yana, bugün Nursi’yi öncelikle milliyetçilik, meşrutiyet ya da herhangi bir başka siyasi konudaki düşünceleri itibariyle değerlendirmek ne kadar doğru olur, emin değilim. Zira, gerek hayatta olduğu dönemde gerekse ölümünden sonra onu bu denli etkili kılan, çeşitli siyasi konulardaki düşünceleri değildi. Hatta, sevenleri belki biraz darılacak ama, onu etkili kılan (öncelikli olarak) risaleleri de değildi.
Said Nursi’yi etkili kılan asıl faktörün, ölümüne dek hiç ödün vermediği duruşu olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, o, hayatının ikinci yarısını, 2013 yılının Türkiye’sinde yaşayanların kolay kolay anlayamayacakları derecede acımasız bir diktatörlük rejiminde yaşamak zorunda kalmış, ancak bu rejimin kendisine çektirdiklerine rağmen tavrını değiştirmemiş, düşüncelerinden, faaliyetlerinden ve hatta kıyafetinden geri adım atmamıştı. Dahası, intikam arayışı içinde de olmamış ve zaman içinde Türkiye’nin farklı yerlerinde çok sayıda insan çevresinde toplanmış olsa da, onları hiçbir zaman şiddete yöneltmemişti. Bu noktada, Said Nursi’nin sivil itaatsizlik tavrının gayet işlevsel olduğu da söylenebilir. Zira, Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca, hem aynı fikirde olmadığı iktidara itaat etmeyen, hem şiddete başvurmayan, hem de halk üzerinde bu kadar etkili olabilen ikinci bir insan gösterebilmek zordur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.