21 Kasım 2024
  • İstanbul9°C
  • Diyarbakır13°C
  • Ankara14°C
  • İzmir20°C
  • Berlin3°C

SAİD-İ NURSÎ VE TEŞKİLAT-I MAHSUSA POLEMİĞİ (IL)

Abdullah Can

01 Nisan 2021 Perşembe 00:08

Önceki yazımda, Said-i Nursî’ye isnat edilen “Teşkilat-ı Mahsusacı”lık yalanının “kaynağını”, “yayılma kanallarını” ve bunların zihinlerde yaptığı “tahribat”ları izah etmiştim. Özetle, kaynağın “Cemal Kutay”, kanalların ise, başta Necmettin Şahiner olmak üzere, kendisiyle aynı paralelde düşünen kimseler olduklarını yazmıştım. Ayrıca, bugüne kadar, bu yalanı doğrulayan resmî-gayr-ı resmî hiçbir belgenin ortaya konulmadığını belirtmiştim. Bu yazımda ise, bu asılsız isnadın aksini ortaya koyan “kaynaklar”a değineceğim. Böylece, zihinleri işgal eden bu yalanın, tamamen gündemden düşmesine gayret edeceğim.

Öncelikle şunu belirteyim; Nursî’nin eski-yeni tüm kitaplarını defalarca okumuş biri olarak, iddia ediyorum ki, onun hiçbir kitabında -ister açık ister kapalı olsun- “Teşkilat-ı Mahsusa” ifadesi geçmez. “Vardır” diyenler, ispatla mükelleftirler. Biriler kalkıp Nursî’nin, “(Ben) yedi cemiyete mensubum. Zira maksatlarını bir gördüm[1] sözünden böyle bir anlam çıkarabilir, ancak bu sözün söylenildiği 1909 tarihi dikkate alınırsa, bunun 1913’de kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’ya teşmil edilemeyeceği açıktır.

Keza, “Eski Said’in İttihad Terakki Komitesi’ne şiddet-i muhalefetiyle beraber, onların hükümetine ve bilhassa orduya karşı tarafgirâne yüksek takdiratı...”[2] cümlesinden de böyle bir sonuç çıkarabilir. Ancak bu sözün devamında sarfedilen “dört sene tarafgir bulunmuş[3]” kaydı, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluşundan önceye isabet etmektedir. Yani 1908-1912 yılları... Kısacası, hangi taraftan bakılırsa bakılsın, Nursî’nin sözleri içinde, bu teşkilata üye olduğunu gösteren tek bir ifadeye rastlanılmaz. Zaten önceki yazımda da belirtmiştim; Said-i Kürdî, bizzat bu cemiyetin mahkemesinde, 31 Mart hadisesi (1909) bahanesiyle yargılanmıştır. Böyleyken, “şiddetle muhalif olduğu bir komite”nin eliyle kurulmuş paramiliter bir örgüte üye olması düşünülebilir mi?

Bir diğer husus, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulduğu 1913’ten feshedildiği 1918 aralığındaki süreçte, Said-i Nursî Van’da (tedrisatla meşgul), talebe ve gönüllülerle savaşta (Birinci Dünya Savaşı), Rusya’da esarette (Kostroma’da), esaret dönüşünde ise, İstanbul’da Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye azalığındadır. Kısacası, onun hayatının kronolojik seyri ortadadır; hiçbir kertesinde bu menem örgütle bağlantı kurduğu sabit değildir, ispat edilemez. Bu noktada, vicdanlı ve kişilikli bir kişi, yalan ve iftiraya sarılmaz, delil ve belgeyi esas alır. Belgesi yoksa, susmayı tercih eder. Nihayet vicdanını ve kalemini kiraya vermemiş tarihçilerden gördüğümüz budur. Ne var ki, grupçuluğun, ideolojik bağnazlığın beraberinde getirdiği “önyargı” ve “dezenformasyon”, maalesef “ahlak” ve “karakter” halini almıştır. Bu ahlaksız ve karaktersizler, fikren alt edemediklerini, yalan ve iftiralar üzerinden çürütmeyi “maharet” telakki etmekteler. 

Bilindiği gibi, Said-i Nursî, Sultan Abdülhamid döneminde “tımarhane” ile “hapishane”ye kapatılmış. İttihatçılar döneminde, “Divan-ı Harp”te (Sıkkı Yönetim) yargılanmış. Cumhuriyet döneminde ise, beterini yaşamıştır; sürgün, hapis, tecrit, zehirlemeler, mahkemeler birbirini izlemiştir. Kendisi her savunmasında, İslamiyet, insaniyet, cemiyet, memleket adına yaptığı hizmetlerini dillendirmiş; isnat edilen suçları birer birer çürütmüştür. Mesela, İngilizlerin İstanbul’u işgallerine karşı verdiği mücadelesini, 31 Mart Hadisesinde isyan eden taburları itaate getirmesini, Bitlis Hadisesindeki yapıcı rolünü, Birinci Cihan Harbi’ndeki fedakârlıklarını vs. birer savunma argümanı olarak kullanmıştır. Enteresandır, hiçbir savunmasında, “Teşkilat-ı Mahsusa” saflarında yer aldığını; Balkanlarda, Bingazilerde mücadele ettiğini, keza Şeyh Said kıyamında aksi tavır aldığını söylemiş değildir. Çünkü bu tür ilişkileri olmamıştır. “Müdafaalar” kitabı ortadadır, bakılabilir.

Bunun bir göstergesi de onun avukatlarını savunmalarıdır. Avukatlarından Abdurrahman Şeref Laç, Hulusi Bitlisi Aktürk, Mihri Helav, Ahmet Hikmet Gönen, vd. savunmaları da aynı minvaldedir. Said-i Nursî’nin vatan, millet ve mukaddesata dair hizmetlerini anlatırlarken, hiçbiri, hiçbir savunmada onun hizmetleri arasında “Teşkilat-ı Mahsusa” saflarında yer aldığını dillendirmiş değildir. Bakılabilir. Halbuki, hâkim ideoloji “ırkçı” karakterinin gereği, bu türden hizmetler son derece muteberdir; müvekkillerini sistemin kahrından kurtarmak için birer araçtır. Ancak olmayan bir ilişkiyi ona isnat etmemişlerdir; sadece olanlar ve yaşadıkları üzerinden savunmuşlardır. Bu zatlardan hiçbiri, hatıratında da bu ilişkiye temas etmiş değildir. Ancak iliklerine kadar Kemalist ve Nursî’yle hiçbir şekilde teması olmayan Cemal Kutay, bu pervasızlığı işlemiş; devasa bir yalana imza atmıştır. Tabii, Nursî’nin vefatından sonra...  

Nursî’nin, İttihat ve Terakki’nin bu paramiliter yan kuruluşuyla ilişkisinin olmadığına ve böyle bir ilişkinin de kurulamayacağına dair en önemli bir belge de kalemini ve vicdanını kiralatmayan insaflı tarihçi ve araştırmacı şahsiyetlerdir. İdeolojisi, dünya görüşü ne olursa olsun, adaletli ve hakperest olmak ayrı bir imtiyazdır; tebrike şayandır. İşte onlardan bazıları (Not: Yazarların isimlerini verip, çalışmalarını dipnota aktarıyorum).

Tarık Zafer Tunaya[4], Şükrü Hanioğlu[5], Ergun Hiçyılmaz[6], Prof. Dr. Mustafa Balcı[7], Philip H. Stoddard[8], Cemal Necip Gürler[9], Cemil Koçak[10], Araştırma Görevlisi Çağdaş Yüksel’[11] vb... Evet, bu şahsiyetlerin tamamı, Teşklilat-ı Mahsusa üzerinde araştırma yapmış, kafa yormuş kimselerdir. Hiçbiri, kendi çalışmasında Said-i Kürdî’ye yer vermiş değil; onun bu örgütle irtibatını iddia etmiş değillerdir. Hatta size garip gelebilir; Nursî’nin vefatından 2 sene sonra, “Teşkilat-ı Mahsusa” üzerine kitap yazan Cemal Kutay bile, bu mevzuya değinmiş değildir.[12] Ne olmuşsa, sonraki yıllarda bu sansasyonel yalana teşebbüs etmiş. Keza, bizzat “Milli Emniyet Hizmetleri (M.E.H/MAH) Riyaseti”nce hazırlanan çalışmada da Nursî’ye yer verilmiş değildir. Halbuki bu ilişkinin “resmî” bir belgesi olsaydı, devletin bu mühim kuruluşu bunu mutlaka dillendirirdi.[13] 

Hasılı, bu kadar güçlü delillere karşın, kıyıdan köşeden gazel okuyanların bir kıymet-i harbiyesinin olmayacağı açıktır. Bunlar kimlerdir, ya milliyetçi/mukaddesatçı geçinen Müslüman şahsiyetlerdir ya da ulusalcı/Kemalist seküler kimselerdir. İçlerinde en ilginç olanları ise, Nurcularla irtibatlı olanlardır. Ve belirtmeliyim ki, hepsinin kaynağı ya doğrudan Cemal Kutay’dır ya da birkaç rivayetçiden sonra yine ona rücu etmektedir. Anlayacağınız, tavşanın suyunun suyu gibi bir şey... Şimdi de bu üç grupta yer alanlardan birkaç örnek verelim ki iddiamız havada kalmasın (Not: İsimlerini verip, çalışmalarını dipnota aktarıyorum).

Necmettin Şahiner’den sarf-ı nazar, Ahmet Şahin[14], Dr. Yasin Yılmaz[15], Safa Mürsel[16], Mehmet Niyazi Özdemir[17], Abdullah Muradoğlu[18], Prof Dr. Ekrem Buğra[19], Ergün Poyraz[20], Benjamin, C. Fotna[21].

Böylece, bu mevzuyu burada kapatırken, şunu da ilave etmekte fayda görüyorum; son listede yer alan arkadaşlardan bazıları, kalkıp diyebilirler, “Evet, bir zamanki iddiamız buydu, ancak bugün için böyle bir iddiamız yoktur!” Buna, “Âmenna” demekle birlikte, onlardan beklentimiz, 1-Kitaplarının son baskılarından bu yalanı çıkarmaları, 2-Kamuya açık bir gazete, site ya da televizyonda, yazdıklarını tekzip etmeleridir. Bunu yaparlarsa, Kutay’la aynı günahtan yargılanmazlar; yok, yapmazlarsa, bu iddiayla işledikleri günah, devam ettikçe, yalan ve iftiranın gayyasında battıkça batacaklardır. Zira, bu asılsız iddiaları, Nursî’nin düşmanlarınca aralıksız olarak malzeme edilmektedir, edilmeye de devam edecektir gibi...


[1] İçtimaî Dersler, s. 62
[2] Kastamonu Lahikası, s. 55
[3] age. aynı sayfa
[4] “Türkiye’de Siyasal Partiler”, c. 3, (Teşkilat-ı Mahsusa için, bkz. s. 273-299 arası)
[5] “Enver Paşa’nın Gizli Mektupları”, Cumhuriyet, 1-12 Ekim 1989
[6] “Belgelerle Teşkilat-ı Mahsusa”, Ünsal Yayınları, 1979
[7] “Teşkilat-ı Mahsusa yahut Umur-u Şarkiye Dairesi”, Dinamik Akademi Yayınları, 1. Baskı, 2011 (Teşkilat-ı Mahsusa için, bkz. s. 35-43 arası)
[8] “Teşkilat-ı Mahsusa”, Arma Yayınları, İstanbul, 2003, Çev. Tansel Demirel
[9] “İttihat ve Terakki ve Paramiliter Yan Kuruluşları” Dokuz Eylül Üniversitesi, Tez, 2009
[10] “Belgesel Bir Teşkilat-ı Mahsusa Öyküsü” Bilim ve Ütopya, Makale, Şubat 2000, Sayı 23-25, s. 1-23 arası
[11] “Teşkilat-ı Mahsusa ve Çete Savaşı”, Ulakbilge, Makale, 2018, c. 6, sayı 31, s. 1742-1747 arası
[12] “Birinci Dünya Harbi’nde Teşkilat-ı Mahsusa ve Hayber’de Türk Cengi”, İstanbul, 1962
[13] “Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi”, Dr. Erdal İlter, Ankara, 2002
[14] “İslam Büyükleri”, Yeni Asya Yayınları, 1981, s. 250
[15] “Rüyada Bir Hitabe’ye Tarihi Açıdan Bir Bakış”, Makale, 19 Nisan 2009, Pazar, Risale Akademi
[16] “Devlet Felsefesi”, Yeni Asya Yayınları, 1975, s. 234-235
[17] “Yazılmamış Destanlar”, Ötüken Neşriyat (Roman), 1992, 2. Baskı, s. 157-162
[18] “Teşkilat-ı Mahsusa”, Yeni Şafak, Dizi Yazı, 14-23 Kasım 2005
[19] “Teşkilat-ı Mahsusa Nedir? Ne Değildir?”, Makale, Haber7, 06.01.2020; Türkiye Gazetesi, aynı tarih
[20] “Kanla Abdest Alanlar”, Togan Yayıncılık, 2. Baskı, s. 10
[21] “Kuşçubaşı Eşref: Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı”, Çev. Selçuk Uygur, Timaş Yayınları, 2017, s. 61 (Hiçbir kaynak vermiyor; çevirmenin kendi ilavesi de olabilir).

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.