SAİD-İ KÜRDÎ-KTC VE ŞERİF PAŞA POLEMİĞİ (II)
Abdullah Can
13 Ekim 2015 Salı 21:38
Bir önceki yazımda, özetle; ırkçı- İttihadçı basının, Şerif Paşa’nın şahsında Kürdistan Teali Cem’iyetini şeytanlaştırdığını; Ermeni Bogos Nobar’la olan anlaşmanın çarpıtıldığını ve bu kapsamda, Sebilürreşad gazetesinin de “Said-i Kürdî” adına yayınladığı bir mevkuteyle, anti-Kürd bloka katılarak Şerif Paşa’yı ve mensubu olduğu Cemiyeti linç kampanyasına maruz bıraktığını ifade etmiştim. Yine, Said-i Nursî’nin “Molla Said Efendi, Bediüzzaman” unvanıyla Kürdistan Teali Cemiyeti’nin azaları arasında, üçüncü sırada yer aldığını; A. Akgündüz’ün bahsini ettiği “Said Molla”nın ise, cemiyetle hiç bir ilgisinin olmadığını belirtmiştim. Yazının bu ikinci bölümünde ise, “Kürdü Kürde vurdurma”nın tipik örneklerinden olan mevzubahis mevkuteyi ele alacağız; Üstad’ın, Şerif Paşa ve nihayette KTC’ne karşı nasıl konuşlandırıldığını ibretle göreceğiz. Önce Kürd düşmanı çevrelerin dayandıkları belgeyi(!) verelim:
Belgemizin künyesini verelim: “Sebilürreşad, Aded(sayı): 461, 12 Cemaziye’l-Ahir 1338 Perşembe, 4 Mart 1336 (Miladî: 17 Mart 1920), Cild: 18, Sayfa: 224-225”
Yukarıda orijinalini verdiğimiz isimsiz-imzasız belgenin, şimdi de latinize edilmiş aynı çevirisini verelim: (Lütfen dikkate okuyunuz! Okuyunuz ki, bu ifadelerin, Said-i Kürdî’nin inancından ve amacından ne kadar uzak olduğunu anlayınız!)
“KÜRDLER VE İSLÂMİYET
Bogos Nobar Paşa ile ma’hud Şerif Paşa’nın birleşerek Kürdleri cami’a-i İslâmiyet’ten ayırmak teşebbüs-ü hâinanesinde bulundukları haber alınır alınmaz, gerek burada, gerek Kürdistan’da bütün Kürdler kemâl-i nefretle protestolarda bulundular. Salâbet-i diniye hususunda pek yüksek bir mertebede bulunan Kürd ihvan-ı dinimizden beklenen de bu idi. Her millet arasında zuhur ettiği gibi, Kürdler arasında da türeyen birkaç hamiyetsiz iftirakçının bulunacağının hiçbir kıymeti olamayacağı şüphesizdir. Bilakis, bu kabil kesanın izhar-ı nifak etmeleri vahdet-i İslâmiyeyi daha ziyade te’yid ve teşyid eder.
Nitekim o haber üzerine, umum Kürdlerin galeyân ve tezâhürat-ı vahdetkâranesi, bunu çok güzel ispat etmiştir. Bu hususta en ziyade söz söylemek salâhiyetini haiz bulunan ve Kürdlerin salabet-i diniye, necabet-i ırkiye ve celadet-i İslâmiyesini bihakkın temsil eden ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye azasından, Kürd eşraf ve mütehayyızanından bulunan fazıl-ı şehir Bediüzzaman Said el-Kürdî Efendi Hazretleri buyuruyorlar ki:
Boğos Nobar ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevap, vilayat-ı Şarkiye’de Kürd aşairi, rüesası tarafından çekilen telgraflardır. Kürdler cami’a-i İslâmiyeden ayrılmağa asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka makasıd-ı mahsusa tahtında hareket eden ve Kürdlük namına söz söylemeğe salahiyettar olmayan beş-on kişiden ibarettir.
Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini ilâ için beş yüz bin kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete olan sadakatlerini îsar ettikleri kan ile bir kat daha te’yid eylemişlerdir.
Ma’hud muhtıranın esbab-ı tanzimine gelince:
Ermeniler vilayat-ı Şarkıye’de ekall-i kalil derecesinde bulundukları için, asla bir ekseriyet teminine —ve ne kemmiyeten, ne de keyfiyeten Şarkî Anadolu’da iddia-yı temellüke— muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar. Maksadlarına, Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı âlet etmeği müsaid ve muvafık buldular. Bu suretle, Kürd ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarkî Anadolu’daki iftirak âmali mevki-i fiile çıkmış olacaktı. İşte bu gaye ile o ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu.
Ermenilerin maksadı, Kürdleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü ileride, Kürdlerin kemmiyeten hal-i ekseriyette bulunduklarını inkâr edemeseler bile, keyfiyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dûn oldukları bahanesiyle, Kürdleri bir millet-i tâbia haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürd taraftar değildir. Zaten, Kürdler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil muhalif olduklarını isbat ediyorlar.
Kürdlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü her şeyden evvel Müslümandırlar, hem de salabet-i diniyeyi taassub derecesine îsal eden hakiki Müslümanlardan. Binaenaleyh, Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi onları bir dakika bile işgal etmez.
ﺍﻻﺳﻼﻢﺟﺐﺍﻟﻌﺼﺒﻴﺔﺍﻟﺠﺎﻫﻟﻴﺔ İslâm, uhuvvet-i İslâmiyeye münafi olan kavmiyet davasını men eder.
Esasen, bu tarihe ait bir şeydir. Kürdlerin asi ve neseblerine olursa olsun, İslâm’dan iftiraka vicdan-ı millîleri asla müsaid değildir. Bununla beraber, Kürdlerin, Arab kavm-i necibi ile ırken alâkadar bulunduğu hakaik-ı tarihiyedendir. İslâmiyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-u İslâm aleyhine olarak menfi surette intibah hâsıl etmesini kabul edemez.
Binaenaleyh, Kürdleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüpte toplanan beş-on kişiden ibaret... Hakiki Kürdler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürdlük namına söz söyleyecek ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniye’deki mebuslar olabilir.
Kürdistan’a verilecek muhtariyetten bahsediliyor. Kürdler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer, Kürdlerin serbestiyet-i inkişafını düşünmek lazım gelirse bunu Boğos Nobar’la Şerif Paşa değil, Devlet-i Âliye düşünür.
Hülâsa: Kürdler bu hususta kimsenin tavassut ve müdahalesine muhtaç değildirler.
Seyyid Abdülkadir Efendi’nin beyanat-ı malumanesine gelince, bu hususta şimdilik bir şey söyleyemem. Bununla beraber bu beyanatın tahrif edilip edilmediğini bilemiyorum.”
Evet, yazı bu şekildedir. Ve bu yazıyla Üstad’ı kendi emellerine alet etmişlerdir. Hatta Babanzade Ahmed Naim ve Seyyid Tahayı gibi zevatı da… Yazılacak çok şey var, ama biz yazının tahliline bakalım:
1- Evvela, bu yazının başında ve sonunda “Bediüzzaman”, “Molla Said”, “Said-i Kürdî” ya da “Said-i Nursî” adı bulunmamaktadır. Hâlbuki Üstad’ın bütün makalelerinin altında imzası/ismi vardır. (Şark ve Kürdistan, Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi, Volkan, Serbestî, vd. gazetelerde olduğu gibi) Dolayısıyla bu yazı Üstad’a ait değildir.
2- Yazının başlığı (Kürdler ve İslâmiyet), Üstad’ı yansıtmamaktadır; Üstad hiçbir ilmî, irticali, resmî, şifahî yazısında böyle ucu-sonu açık bir başlık kullanmaz. Böyle bir başlıkla Kürdlerin Müslümanlaşma süreci ve İslâmiyet’e olan hizmetleri anlatılır ki, bu da ciltlerle kitap eder; ancak yazının muhtevası siyasî, ideolojik ve sıradan bir hüviyettedir. Konu, Şerif Paşa-Bogos Nobar anlaşması ise, ona uygun bir başlık olmalıydı. Başlıkla muhteva uyuşmazlığı vardır. Sonra, mesele bir anlaşma(!) ise, bunun “Kürtleri cami’a-i İslâmiyeden ayırmak teşebbüsü” ile ne alakası vardır? Kısacası, gazetenin kendi yorumu olan yazının, Üstad’la ilgisi yoktur.
3- Yazının ilk iki paragrafının Sebilürreşad gazetesine ait olduğu açıktır. Giriş paragrafında kullanılan dil ve seçilen kelimeler, sözüm ona Üstad’a mal edilen paragraflardaki dil ile birebir uyumludur; benzer jargonlardan oluşmuştur. Vurgular, son derece tanıdık olup karakteristik olarak devletçi-milliyetçi konsepti yansıtmaktadır. Mesela, ilk iki paragraftaki “teşebbüs-ü hâinane”, “birkaç hamiyetsiz iftirakçı”, “izhar-ı nifak” gibi hakaretamiz ve saldırgan ifadeleri, sözde Said-i Kürdî’ye ait paragraflardaki “beş-on kişi”, “ma’hud muhtıra”, “ekall-i kalil”, “iddia edilen” “alet etmek”, “iftirak âmali”, “ma’hud beyanname”, “Kürdleri aldatmak”, “ecnebi himayesi” gibi tahkir edici ifadeler, devletçi-güvenlikçi refleksler takip etmektedir. Üstad, sivildir; otoriterlerin sözcüsü değildir.
4- Bu yazı Üstad’ı, –haşa–“cahil” ve “gafil” olarak takdim etmektedir. Paris’te bir konferans olmuştur; ismi “Barış Konferansı”dır. Şerif Paşa ile Bogos Nobar, –iddia edildiği gibi– “birleşerek”, “ecnebi himayesinde” bir devlet kurmakta anlaşmamışlardır. Anlaştıkları nokta, emperyalist devletlerin Ermenilere vermek istedikleri 6 şehrin nüfus sayımlarının yapılmasıdır. Şerif Paşa, bu şehirlerde ekseriyetin Kürdlerde olduğunu biliyordu; rahattı. Dolayısıyla bu işten Ermenilerin eli boş çıkacağını da biliyordu. Durum bu merkezde iken, “ma’hud muhtıra”, “ma’hud beyanname” ve “akdedilen mukavele” gibi ne olduğu da meçhul ifadeleri Üstad’a söylettirmek, tam bir gazetecilik şarlatanlığıdır.
Diğer taraftan, henüz Konferans devam ederken, “akdedilen mukaveleye en müskit ve beliğ cevap, vilayat-ı Şarkiye’de Kürd aşairi, rüesası tarafından çekilen telgraflardır” cümlesini ve –ilgisi olmadığı halde– “Kürdleri cami’a-i İslâmiyeden ayırmak” iddiasını Üstad’a dedirtmek tam bir demagojidr. Ulaşım ve haberleşmenin, basın ve yayının kıt olduğu bir dönemde Kürd aşair ve rüesası hemen haberdar edilip protesto telgrafları gönder(t)ilmişse, bu olsa olsa, bir İttihadçıların komplosudur; mimarı da o günün örgütlü “Kuvva-i Milliye”sidir. Konferans’ta –olur ki– Kürdler lehinde bir karar çıkar korkusuyla, olayı sabote ederek, “İngiliz himayesinde” bir Kürd-Ermenisi İttifakı algısını oluşturdular. “İngiliz” diyorum, çünkü Kürdlerin İngiliz antipatisi had safhadaydı ve o sıralarda Güney Kürdistan’da onlarla ölüm-kalım savaşını vermekteydiler.
İşin hakikatinden habersiz, kendi hallerinde ve çoğu da okuma-yazma bilmeyen aşiret reislerinin elleriyle protesto telgrafların göndermek, olsa olsa “Kuvva-i Milliye” aktörlerinin mahareti olabilir; yoksa cehalet ve ihtilaflarla yok edilmeye çalışılan aşiret ve rüesasının işi olamaz. Hatta denilebilir ki bu telgrafların çoğu İstanbul’da tanzim edilip basına verilmiştir. “İrade-i Milliye” gazetesinde bolca örnekleri vardır, bakılabilir.
5- Yazıda geçen “Kürdlük namına söz söylemeğe salahiyettar olmayan beş-on kişi” cümlesi de Üstad’a ait olamaz. Çünkü Şerif Paşa, her ne kadar devlet delegesi olarak gitmişse de, o aynı zamanda Kürdistan Teâli Cemiyeti’ni de temsil etmiştir. Konferansta konuşulacak hususlar, Cemiyet tarafından dikte edilmiştir. Üstad’ın bundan bihaber olması mümkün değildir. Zira kendisi de Cemiyet’e mensuptur. Bu durumda o gün için Kürdlerin en güçlü ve yegâne resmi organı olan Cemiyet için, –hem de hakaretvari olarak– “salahiyettar olmaya beş-on kişi” demesi kendi kendisini nakzetmesi demektir. Gazete, bu cümleleri bilerek seçmiştir; çünkü bir maksadı da Cemiyeti halk ve tarih nezdinde karalama ve karartmadır; moda deyimiyle bir “algı operasyonu”dur.
Yandaki belge Ahmet Akgündüz’ün “Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursî ve İlmi Şahsiyeti” kitabının 2. cildinden alınmıştır. Belge’nin üstünde “Kürdistan Teali Cemiyeti Aza-yı Müessesi” yazılı olup listenin 3. sırasında “Molla Said Efendi, Bediüzzaman” kaydı bulunmaktadır. İlginçtir, bu belgeyi yayınlayan Akgündüz, buna rağmen “Molla Said” yerine “Said Molla”yı oturtarak, Üstad’ın Cemiyet’e mensubiyetini inkâr etmektedir. Ve yine ilginçtir ki, verilen belge BCA (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi) patentli olup sayı ve numarasıyla birlikte konusu belirtildiği halde, Ahmet Hoca, “üzerinde oynanılmıştır” demektedir. Niye, çünkü ezberini bozamıyor...
6- Yazıda geçen “Kürdler, İslâmiyet nam ve şerefini ilâ için beş yüz bin kişi feda etmişler”dir cümlesi de yazının Üstad’a ait olmadığını gözler önüne sermektedir. “Binler seneden beri dinini ve milliyetin unutmayan Kürdler” diyerek vasfettiği kendi halkını, Kürdçe makalesinde “hezar hezar xwîna şehîdan bihayê wê dane” ifadeleriyle anmaktadır. “Hezar hezar” milyonlar demektir. Aynı makalenin Kürd Teavün ve Terakki Gazetesi’ndeki “Ya Ma’şere’l-Ekrad” başlıklı Türkçe çevirisinde de “Milyonlarca şühedamızın kanını ona baha vermişiz” diyerek teyid etmiştir. Hatta Mehmed Nuri Dersimî, Rus-Ermeni işgalini anlatırken,“1914 senesinden 1919 senesi nihayetine kadar Kürdistan'da vaki olan zayiat,–ekseriyet-i azimesi Kürtlerden olmak üzere– 1,5 milyonu mütecavizdir” demektedir.(Bkz. Hatıratım, s. 49) Demek bu yazının adresi, Üstad olamaz.
7- Üstad’a mal edilen “Ermeniler vilayat-ı Şarkıye’de ekall-i kalil derecesinde bulundukları” cümlesi de üstünkörü ve acemice bir ifadedir. Şayet 1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonraki nüfus kaydediliyorsa, doğruluk payı vardır; ama genel bir yargı olarak doğru değildir. Ama Kürdistan’ın Rus Mojikleri ve Taşnak Fedailerince işgali sonrasındaki nüfus mozaiğinden ziyade, burada bizi ilgilendiren husus, Üstad’ın Ermeni nüfusuna ilişkin tespitidir. Münazarat kitabında, Ermenileri, “Âdem zamanından yolda arkadaşlık eden, bizimle gelmiş büyük bir unsur” diye tavsif etmektedir. Benim için bu cümle esastır, gerisi “Sebilürreşad”ın kendi bakış açısıdır. Münazarat, “Kürd Reçetesi” olup hususi bir hüviyet arzettiğine göre “bizimle” tabirinden “Kürdler”i kastettiği açıktır. Demek “Ermeniler”, öyle zannedildiği “ekall-i kalil”(azın azı) değillermiş.
8- Gazetenin yine Said-i Kürdî’ye mal ettiği “(Ermeniler), Kürdler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı âlet etmeği müsaid ve muvafık buldular” cümlesi de Üstad’ı yansıtmamaktadır. Şerif Paşa, deha derecesinde bir zekâvete ve siyasi yeteneğe sahiptir. Koca Osmanlı onu delege seçmiş, Kürdistan Teâli Cemiyeti ona “temsilcimizsin” demiştir. Bu tahkirce ifade, yukarıdan bakanların psikolojisini yansıtmaktadır. Said-i Nursî, Şerif Paşa’yı tanımayacak kadar –haşa– gabi değildir. “Al birini vur ötekine!” mantığıyla, Üstad’ı Şerif Paşa’yla vuruşturan gazete, sırf Kürd ve Türk kamuoyunu Paşa’nın şahsında Kürd Teâli Cemiyeti’ne karşı yönlendirmek için bir taktik manevra uygulamıştır. Muvaffak da olmamış değil, zira aleyhte yapılan bunca propagandalar, Şerif Paşayı da Cemiyet’i de pes ettirmiştir; çözülmeyi hızlandırmıştır. Zaten, daha 1910’larda bile Diyarbekirli “İttihadçı” Süleyman Nazif’in “Boş Herif” müsveddesi bunun zemini çoktan hazırlamıştır.
9- Sebilürreşad’ın servis ettiği sözde Üstad’a ait bu mevkutede, “Şarkî Anadolu’daki iftirak âmali mevki-i fiile çıkarmak” gayesiyle “ma’hud beyanname müştereken imzalandı ve konferansa takdim olundu” demektedir. Bir sefer, konferans henüz bitmemiş iken; alınan karar ya da kararlar taraflarca mahfuz ve kamuoyuna deklare edilmemiş iken, zan, kuruntu ve algılar üzerinden estirilen bir propaganda fırtınası üzerinden nasıl hüküm verilebilir? Üstad bu kadar acemi ve önyargılı mı? Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin asla Osmanlıdan ayrılma gibi bir programı yoktur. Cemiyette bu düşüncede olanlar vardır, ancak başta Seyyid Abdülkadir ve Şerif Paşa olmak üzere, büyük ekseriyetinin ana hedefi “Muhtariyet”tir, özerkliktir, otonomidir. Bunun hiç de “iftirak âmali”yle alakası yoktur.
Bu iddia, o gün olduğu gibi, bu gün de ırkçı-milliyetçi çevrelerin fobiyasıdır, onun ötesinde paranoyasıdır.
Bir de müştereken imzalanıp Konferansa takdim edilen “ma’hud beyanname”den bahsediliyor; nedir bu beyanname? İçeriğinde neler var? Biliniyorsa, neden basına aksettirilmedi? Tamamı tahmin, zan, kuruntu ve algıya müstenit bir propaganda ürünü... Tabii, Üstad gibi, bütün çevrelerin itimat ettiği bir zatı da alet ederek…
10- Yazıda “Ermenilerin maksadı, Kürdleri aldatmak” ve “Kürdleri bir millet-i tâbia haline getirmek” gibi ajite edici ifadeler deyine Üstad’a(!) söylettirilmiştir. Konferans iki halk arasında değil, delegeler arasındadır. Kürd delegesi, Ermeni delegesini cebinden çıkartacak derecede uyanık ve donanımlı bir şahsiyettir. Bahsi geçen ifadeler üzerinden bir kurgu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Kürdleri “aldatılma” ve “millet-i tabia” psikozuna sokma, ajitasyon hamleleridir; tipik bir yönlendirme taktiğidir. Bu, bir noktada Kürdleri “akılsız ahmaklar” yerine koymadır. Zaten “aklı başında olan Kürdler” ifadesinin mana-yı muhalifi, “akılsız Kürdler”dir. O da, Şerif Paşa ve onun şahsında KTC’nin yöneticileridir(!).
Bir sefer, Şerif Paşa’nın siyasî, ilmî, akademik, kültürel ve bürokratik deneyimini bir tarafa bıraksak bile, arkasında bir devlet ve ekserisi ulema ve münevverlerden ibaret bir cemiyet, yani şahs-ı manevisi var. Gazetenin ifadesine bakılırsa, Kürdler, daha yaratılışlarında determinizm ve kaderciliğin esiridirler; önderleri ne kadar donanımlı da olsalar, her zaman için yenilmeye ve güdülmeye mahkûmdurlar; kendi kendilerini yönetecek ne bir akılları, ne de bir iktidarları vardır. Pes doğrusu...
Bu noktada, İttihadçı Hüseyin Cahid’in söylediği “Türkler daima yöneten olacaktır” tezi meğer iman haline getirtilmiş de bizim haberimiz yokmuş! Öyle ya, bu batıl tezi kutsal bir ideoloji haline getirtmek için Bediüzzaman’a da “Bugüne kadar bu milleti Türkler yönetti, bundan sonra da onlar yönetecek” sözünü söylettirmediler mi? Yaratıcıyı “Yahudileştirenler” kadar, “Türkleştirenler” de “mağdublar”(gazaba uğramışlar) güruhuna dâhil olmuyorlar mı acaba! Fa’tebiru ya uli’l-ebsar!
Allah’ım bizi gazaba uğramışlarla birlikte haşretme!
(NOT: Ankara’da yaşanan vahşette hayatını kaybedenlere Allah’tan mağfiret diliyor, failleri ve destekleyicilerini lanetliyor, acılı ailelerine ve yakınlarına taziyetlerimi sunuyorum. Küfür devam eder, ama zulüm devam etmez; “Zalimler (yakında) nasıl bir devrilişle alaşağı edileceklerini göreceklerdir”(Şuara, 227). “Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değildir.” Bu gibi hadiseler, cehenneme olan ihtiyacı gözler önüne seriyor. Zira “Zalim(ler) izzetinde, mazlum(lar) zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor.” “Zalimler için yaşasın cehennem!” diyor, herkes için barış, adalet ve özgürlük dileklerimle...
Yazı devam edecek; devamında buluşmak umuduyla...
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.