'ŞAHİN' AKDOĞAN'IN YAPTIĞINA BAKIN!
Gülay Göktürk
02 Eylül 2014 Salı 06:33
Daha dün, Yalçın Akdoğan’ın çözüm sürecinin başına geçmesinin, süreci sekteye uğratacağı konusunda karamsar kehanetler dolaşıyordu ortalıkta. Bu kehanetlerin – aslında umutların demek daha doğru- dayanağı da Akdoğan’ın PKK’ya karşı sert üslup kullandığı ve “şahin” kanatta yer aldığı idi.
Neresinden baksanız saçma sapan bir “analiz”di bu.
Birincisi, müzakere yapmanın karşı tarafa sürekli yağ çekmek, eleştirmemek, kaşının üstünde gözün var dememek anlamına geldiği sanılıyordu galiba. Sağlıklı bir müzakere için samimiyetin şart olduğu, gerektiğinde sert karşı çıkışların da bu samimiyetin bir parçası olduğu algılanamıyordu.
İkincisi, bu sürecin kişilere endeksli bir süreç olmadığı; görevlendirilen kim olursa olsun, hükümet olarak ortaya konulan hedefe uyumlu davranacağı göz ardı ediliyordu.
Her neyse, spekülasyonların ömrü 24 saati bile bulmadı.
“Şahin” Akbulut göreve gelir gelmez kolları sıvadı ve Beşir Atalay’ın bıraktığı yerden alıp hızla ilerletmeye koyuldu çözüm sürecini. Dün, Devlet-İmralı-Kandil hattındaki görüşmelerin ardından 9 maddelik bir yol haritası üzerinde uzlaşma sağlandığını öğrendik.
Hayata, eve, siyasete…
Üzerinde anlaşmaya varılan maddelere baktığımızda, sürecin en hayati aşaması olan “dönüş”ün artık elimizi uzatsak tutabileceğimiz kadar yaklaştığını görüyoruz.
Yıllardır dağlarda, Mahmur’da, Erbil’de, Süleymaniye’de, Avrupa’da ya da başka diyarlarda dönüş gününü bekleyen PKK’lılar, adı af olmayan, pişmanlık beyanı aranmayan bir düzenlemeyle ve Habur gibi talihsizliklere uğramayacak bir biçimde ülkelerine dönecekler.
"Hayata, eve, siyasete" dönüş programı adı verilen dönüş programı yürütülürken hem dünya örnekleri hem de toplumsal hassasiyetler dikkate alınacak. Örgütten ayrılarak Erbil, Süleymaniye gibi kentlere yerleşenler de Türkiye'ye dönebilecek. Hakkında kırmızı bülten çıkarılan üst düzey yönetim kadrosu ise Erbil'de yaşamını sürdürecek ya da Avrupa seçeneğini tercih edecek.
Ve bütün bunlar olurken, biz sürecin daha ileri aşamalarını konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz. Buraya bu sayede geldik; her şeyin başı konuşmaya başlamak ve eski bilgilerimizden kuşku duyma cesareti göstermekti.
Şimdi, önyargılarımızı bir kez daha zorlayacağız; bir kez daha duygularımızı aklımızın süzgecinden geçirecek, tabularımızla bir kez daha hesaplaşacağız.
Dört ülkede birden faaliyet gösteren PKK’dan, özellikle Ortadoğu’nun bu şartlarında topyekûn bir silahsızlanma beklemememiz gerektiğini kabul edeceğiz bir kere… Silahların Türkiye’den çıkarılması hedefiyle hareket edeceğiz. Çözüm süreci devam ettiği, doğru politikalar izlendiği sürece, Türkiye sınırı dışındaki silahlı PKK’nın Türkiye için bir tehdit olmayacağını anlayacak, siyasetin sorun çözücü gücüne güveneceğiz.
Suriye Kürdistanı ile ilgili politikamızı gözden geçireceğiz. Irak Kürdistanı konusunda yaptığımız hatayı Suriye Kürdistanı konusunda da tekrarlamamak; boşu boşuna bir on yıl daha kaybetmemek için Rojava politikamızı gözden geçireceğiz. Güney sınırımızda bir Suriye Kürdistanı oluşmasının yol açtığı “tehditleri” konuşmak yerine fırsatları ve avantajları konuşacağız artık.
Ve 1925’ten, yani Cumhuriyet’in Kürtler’e ihanetinden bu yana yaralı olan bir ilişkiyi tamir etmeye çalışacağız: Kürt halkının (evet, PKK’nın değil Kürt halkının çoğunluğunun) Türkiye devletiyle nasıl bir idari ilişki içinde yaşamak istediğini açıkça ortaya koymalarına imkan tanıyacak; bu konuyu tabu tanımadan tartışacak ve kararlarına saygı duyacağız.
X x x
Şimdi ne yapmak istiyorum biliyor musunuz?
O tarihi Nevruz gününde ve o günden bu yana ortaya çıkan her pürüzde ve her dalgalanmada “Bu süreç ölü doğdu”, “Bu süreç yürümez”, “İşte çöktü çökecek” tarzı yazılarıyla dileklerini “analiz” adı altında piyasaya süren o sözde analistlerin yazılarını bir bir çıkarıp yüzlerine çarpmak…
Tabii zor iş. Zaman ister, sabır ister, iyi arşiv ister.
Bunu ben yapamam ama biri yapsın lütfen…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.