RUSYA, TÜRKİYE VE ROJAVA...
Ali Bayramoğlu
18 Mart 2016 Cuma 08:20
PKK'nın Ankara saldırısı ülkeyi cehenneme çevirirken, Rusya üsler dışındaki askeri güçlerini Suriye'den çekeceğini açıklıyordu.
Rusya'nın bölgede varlığı, bu varlığın sonuçları ve bugünü bizi her açıdan yakından ilgilendiriyor.
Dikkatle takip ettiğim Nerinazad sitesindeki bir yazıda Şahittin Şimşek şu tespitleri yapmış:
“Putin görev tamamlandı diyor. Peki görev neydi ve Rusya ne yaptı da görev tamamlandı? Eğer görev tamamlanmışsa ki Putin öyle diyor o zaman sahadaki bu dengeye bakmamız lazım. Bu denge Rusya gelmeden önce neydi ve şimdi ne durumda? Rus müdahalesinden önce siyasi olarak dünya Esat'ın iktidarına gün biçerken bugün Suriye rejimi Cenevre görüşmelerinde Esat'ın geleceğini kırmızı çizgi ilan edebilecek gücü kendinde buluyor. Askeri olarak Şam'a sıkışan rejim ordusu bugün muhalifleri birçok stratejik noktada yendiği gibi muhaliflerin Türkiye'ye açılan nefes borularını da ya kesmiş ya da kesmek üzeredir. (…) Rusya'nın sahada gerçekleştirdiği bu belirleyici değişiklikleri herhalde Esat'a olan sevgisinden dolayı değildir (…) “Tarihsel Akdeniz'de var olma siyasetim devam ediyor dolayısıyla Doğu Akdeniz'deki askeri varlığımı tehdit edecek bir siyasi değişikliğe izin vermem…. mesajını diplomatik yollarla vermektense askeri ve fiili olarak vermeyi tercih etti ve büyük oranda başardığı da söylenebilir…”
Şimşek haklı.
Rusya, bölgeye gelerek askeri ve siyasi dengeleri değiştirdi. Esat'ı rahatlattı. Esat'ın rahatlamasıyla Rusya'nın Batı Suriye'ye askeri ve siyasi yerleşme politikası paralel seyretti.
Rusların yöneldiği hassas yerlerden birisi stratejik değeri yüksek Rojava oldu. PYD-YPG'yle kurdukları ilişki, hem bu grupların özgüvenini ve beklentilerini yükseltti hem hareket alanını genişletti.
Ayrıca, Rusya'nın bölgedeki hükümranlık arayış ve çıkarları ile Rojava'nın özerk bir Kürt bölgesi olması arasında geçişler oluşmaya başladı.
Belki en önemlisi şu: Rusya'nın bu politikaları, rejimin hakim olduğu bir bölge, Kürt bölgesi ve muhaliflerin egemen olduğu bölgeden oluşan fiili bölünmenin federatif bir yapıya dönüşmesi ihtimalini ciddi bir alternatif haline çevirdi.
Nitekim bugün Suriye'nin federatif bir yapılanmaya gitmesi, ABD, AB, Rusya, İran arasındaki kesişme noktalarından birisi olarak görünüyor. Irak Kürdistan Özerk Yöneti'minin bağımsızlığa hazırlanan başkanı, PYD tarafından Suriye'den dışlanan lideri KDP'nin lideri Barzani bile bir süre önce yaptığı bir konuşmada, “Suriye'nin artık eski haline gelmesinin mümkün olmadığını ve en uygun çözümün federasyon olduğunu” söylüyordu.
Bu modele, kendi Kürt sorunuyla bağlantı içinde bakan ve şiddetle itiraz eden güç Türkiye.
İtiraz siyaseti bir sonuç verecek mi ya da koşullar bu siyasetin sonuç vermesine müsaade eder mi? Vermediği takdirde Türkiye'nin başka bir rota izlemesi, varoluşsal tehdit olarak gördüğü bu sorunu başka yol ve araçlarla kuşatması gerekmez mi?
Bunlar mevcut koşullarda Türkiye'yi yönetenlerin kendilerine sormakla ve rasyonel yanıtlar bulmakla yükümlü olduğu sorular…
İtiraz siyasetinin, diplomatik ihtimaller tüketildikten sonra (kısmen tüketilmiş görünüyor) temel aracı “güç ve güç tehdidi”. Bu aracın sorun çözme şansı ise mevcut durumda hemen hiç yok.
Nitekim Türkiye, bugüne kadar, bu araç ve türevleriyle (askeri yardım, lojistik destek, askeri tehdit, uyarı ateşleri) istediği hedeflere ulaşamadı. ÖSO'yu rejimin alternatifi kılma çabaları sonuç vermedi. Esat'sız bir Suriye en az 2017'ye kadar mümkün görülmüyor. Sınır boyu Kürt bölgesinin oluşması engellenemedi ve vahimi Türkiye'nin Kürt sorununda merkezin Rojava'ya kaymasının önüne geçilemedi.
Peki bundan ne olacak?
İçeride izlenen, isyan bastırma önlemlerini aşıp, tüm siyasi sahaya asayiş gömleği giydirmeye yönelen Kürt politikası, bölgedeki meydan okuma siyasetinin bir parçasıysa, dış politikanın da ciddi bir şekilde gözden geçirilmeye ihtiyacı var demektir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.