ROTASINI YİTİREN SİYASET, KAYBOLAN ÇÖZÜM SÜRECİ
Bayram Bozyel
07 Mayıs 2015 Perşembe 09:42
Türkiye, 7 Haziran seçimlerinin kısır çekişmeleri içinde yönünü ve çözüm pusulasını iyice kaybetmiş görünüyor. Türk siyaseti, bu seçim sürecinde geçmişte hiç olmadığı kadar irtifa kaybetmiş durumda. İlkesel duruştan, moral değerlerden, ahlaki kaygılardan yoksun bir siyasal kültürde, siyasetin içine düştüğü maskaralık mide bulandırıcı. Neyse ki Türkiye’nin gidişatını sadece siyasal aktörler tayin etmiyor. Geçmişten farklı olarak toplumun siyasal süreci etkileme gücü her geçen gün biraz daha artıyor. Toplumsal aktörün siyasetin tutarsızlığını dengeleyen etki gücü olmasa, umuda dair her şeyi yitirmemek elde değil.
7 Haziran seçimine şurada bir aydan daha az bir zaman kaldı. Buna karşın seçim sonrasına ilişkin en ufak bir öngörüde bulunmak mümkün görünmüyor. Söz konusu belirsizlik sadece nasıl bir parlamento tablosu ile karşılaşılacağından kaynaklı değil. Daha da önemlisi siyaset kurumunun siyasi ve etik bütün normları bir yana iterek doludizgin bir belirsizliğe doğru yelken açmış olması. Gelinen aşamada seçim sonrasına ilişkin bir çözüm beklentisi yok, aksine kaos senaryoları revaçta. Geleceğe dönük ağır basan duygu umut değil, korku ve belirsizlik.
Türkiye’de bunca yıldır ertelenen yeni bir anayasa beklentisine dair en küçük bir umut belirtisi ortada yok. Ayrıca geçen dönemde yeni bir anayasa yapmamakta uzlaşan siyasi aktörlerin önümüzdeki dönemde farklı davranmaları için her hangi bir neden söz konusu değil. Bu konuda belli bir iddiası olan Ak Parti ise, gelinen aşamada yeni bir anayasadan çok Sayın Erdoğan’ın başkanlık macerası peşine takılmış, bu konuyla ilgili bütün iddialarını unutmuş bir hava içinde. Ak Parti’ye rağmen yeni bir anayasa yapımı ise imkânsız gibi bir durum.
Bu tablo içinde geriye ne kalıyor? Türkiye bakımından yeni ve demokratik bir anayasa umudu bir yana itildiğinde geriye kalan hiçbir şey...
Çözüm süreci ile ilgili yaşananlar ise siyaset kurumunun içine düştüğü içler acısı durumun göstergesi. Özellikle de AK Parti’nin Çözüm süreciyle ilgili sergilediği tutarsızlık ve parçalanmışlık hali başlı başına irdelenmesi gereken bir durum.
Tabi bu arada ortada bütünlüklü bir AKP’den söz edilip edilemeyeceği de ayrı bir konu. Gerçek şu ki ortada bir Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun arkasında sürüklenen bir Ak Parti söz konusu. Sayın Erdoğan’ın tek hedefi ise başkanlık sistemini topluma kabul ettirmek. Bütün enerjisini ve kozlarını bu hedefe hasretmiş, bu amaç için kullanmak üzere Ak Parti’yi rehin almış durumda. Buradan AKP bakımından iki sonuç çıkıyor. Birincisi, 7 Haziran seçimi Erdoğan için bir başkanlık sistemi referandumuna dönüşüyor. İkincisi ise, Başkanlık sistemine geçiş temel strateji olarak benimsenince, bütün diğer girişimler -AKP’nin başlattığı ve yürüttüğü Çözüm süreci de dâhil- söz konusu stratejiye feda edilerek askıya alınıyor.
28 Şubat’ta hükümet yetkilileri ile İmralı Heyeti Dolmabahçe Sarayı’nda ortak bir açıklamada bulundu. Orada Öcalan adına açıklanan ve on maddeden oluşan bildiride, PKK’ye seçim öncesinde kongresini toplayarak Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleden vazgeçme çağrısında bulunuldu. Ne var ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu gelişmeye gösterdiği sert tepkiden sonra ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ hükmünü anında yitirdi. Aynı dönemde söz konusu olan diğer bir gelişme ise müzakere sürecini gözetleyecek olan İzleme Heyeti’nin oluşumunda son noktaya gelindiğinin açıklanmasıydı. Erdoğan’ın karşı duruşu sonucu bu konu da tümüyle gündemden düştü. Sayın Erdoğan’ın sürece müdahalesi sadece bunlarla da sınırlı kalmadı. Cumhurbaşkanı, tam da seçim sürecinin ısındığı bir dönemde Kürt sorunuyla ilgili peş peşe kontr açıklamalarda bulundu. Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını, bunu iddia etmenin ayrımcılık olduğunu dile getirdi. Hükümetin muhatap aldığı her hangi bir tarafın ve etrafında oturduğu bir masanın olmadığının altını ısrarla çizdi. Başta bütün bu konularda farklı bir noktada görünen hükümet yetkilileri ise önceki tutumlarından çark ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerini emir olarak telakki ettiklerini bildirdiler.
Erdoğan’ın geçmiş seçim dönemlerinde de milliyetçi oyları kazanmaya dönük bu tür çıkışları olmuştu. Ama hiç biri bu kadar tahripkâr ve toplumsal barış umudu açısından yaralayıcı olmamıştı.
Ve tabi HDP sözcüleri ‘Sürecin an itibarıyla ortadan kalktığını’ söyleyerek bu gelişmelere karşı tepkilerini ortaya koyarken, PKK de bu aşamada silah bırakmaya dönük kongre toplamayı askıya aldığını bildirdi. Gelinen aşamada Çözüm sürecinden geriye kalan tek şey seçime kadarki bir çatışmasızlık durumu. Ama o bile son dönemde artan siyasi gerilim ve provokasyonlar nedeniyle ciddi bir risk altında.
Mevcut tablo içinde 7 Haziran tarihi, çözüm yönünde bir umut aralığından çok bir belirsizlik eşiğine dönüşmüş durumda. Bir ülkenin kaderine ilişkin her şeyin araçsallaştırılıp kirletildiği bir yerde demokrasi ve barışı inşa etmek, evrensel ölçekte hak ve özgürlükleri elde etmek oldukça zor.
Egemen siyaset anlayışında günü kurtarmanın ve her şeyi mubah saymanın bir marifet, yükselen bir anlayış olarak kabul edildiği bir gerçek. Diğer bir gerçek de şu, bu tarz bir siyaset anlayışı sahiplerine kısa vadede kazandırsa da siyasetin ahlaki zeminini çürüten bir işleve sahip. Birkaç oy uğruna toplumsal atmosferi ve zihinleri zehirlemek kolay, ama siyasete olan güveni ve toplumsal diyalog kanallarını yeniden kurmak o kadar kolay olmaz.
Ama yine de bu ülkeye er ve ya geç barış ve özgürlük gelecek. Mevcut siyasi aktörlerin pespaye siyaset etme biçimine ve her şeyi bunca araçsallaştırmalarına rağmen, Türkiye demokrasi yolunda ilerlemeye devam edecek, Kürt halkı özgürlüğüne kavuşacak. Toplumsal akışın seyri bu yöndedir çünkü. Günü geldiğinde söz konusu derin akıntı ya mevcutları hizaya getirecek ya da yeni siyasi aktörler ortaya çıkartacak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.