ROMANLARINI FRANSIZCA VE TÜRKÇE YAZAN KÜRT PRENS
Rahmetullah Karakaya
30 Mayıs 2019 Perşembe 17:26
Kitaplarını Fransızca ve Türkçe yazan bir “Kürt Prens”in, ilk romanını Fransa’da yayınladığını, l999’da Bodrum’da duydum.
Küçükbük’te tanıştığımız ünlü tiyatro sanatçısı Mehmet Ulusoy, “Kürt Prens”in yakın arkadaşıydı.
“Kürt Prens” deyince ilk akla gelen, Botan beyleri Bedirhaniler, Süleymaniye kökenli Babanlar, Şemdinanlı Şeyh Ubaydullah Nehri’nin, Şeyh Said’in, Kadı Muhammed’in nesli ve Barzanilerdir.
Mesela Osmanlı’ya isyan ettiği için Girit’e sürgün edilen Bedirhan Paşa’nın ailesinden gazeteci Bedirhan Çınar, gazeteci oğulları Güngör ve Ali Çınar’ı yakından tanıyordum.
Özellikle Güngör Çınar ile 1977’de Uzanların İstanbul (eski Yeni İstanbul) gazetesinde çalışırken tanıştık. Dostluğumuz 2012’de ölümüne kadar sürdü.
Oysa ben, Mehmet Ulusoy’dan “Kürt Prens”in adını sorup Osman Necmi Gürmen cevabını alınca, tanımadım. Bu soyadını ilk kez duydum.
Ulusoy, derin tarih bilgisi olan bu değerli dostu ile beni mutlaka tanıştıracağını söyledi. Aynı zamanda gazetecilik de yapan Gürmen, oturduğumuz Gündoğan’da yazlık yaptırıyormuş. Bu nedenle görüşmek için merakım daha da arttı.
O yıl görüşüp tanışmak nasip olmadı. Çünkü Mehmet Ulusoy, tatili bitince İstanbul’a döndü.
2000 yılında yine geldi. Gürmen, Paris’te yaşadığı için yine tanışamadık. Ulusoy ile irtibatımız kesilince de olayı unuttum.
Ta ki 2007 ve 2010’da Türkçe yayınlanan “Rana” romanı nedeniyle Osman Necmi Gürmen’le yapılan söyleşileri okuyuncaya kadar… Gürmen’in, Mehmet Ulusoy’un bahsettiği “Kürt Prens” olduğunu nihayet anladım.
Yaşar Kemal ile birlikte
SULTAN ABDÜLHAMİD’İN REHİNESİ
Meğer Gürmen, Sultan Abdulhamid’in, rehine aldığı Siverekli Bucak (Haciyan) Aşireti Ağası Osman Paşa’nın torunuymuş.
Özellikle Ermeni vatandaşlara karşı kullanmak üzere Kürtleri, Hamidiye Alayları adı altında örgütleyen 2. Abdülhamid’in Urfa-Mardin yöresindeki temsilcisi, Milli Aşireti Reisi İbrahim Paşa’dır.
Ziya Gökalp’ın “İbrahim Paşa Destanı”na konu olan İbrahim Paşa, kısa zamanda bölgesinde hakimiyetini kurar. Ancak Siverek’in büyük aşiretlerinden Bucakların lideri Osman Ağa’ya diş geçiremez. Çaresiz kalınca da, Sultan’a şikayet eder.
Bunun üzerine Sultan, Osman Ağa’yı İstanbul’a davet eder.
Bu daveti iltifat kabul eden Osman Ağa, develerle Adana’ya, oradan da gemiyle İstanbul’a gider. Sultan’ın huzuruna çıkar.
Sultan Abdülhamid, hoşbeşten sonra, “Evladım İbrahim Paşa nasıldır?” der.
Osman Ağa, o zaman tuzağa düşürüldüğünü anlar. Ancak iş işten geçmiştir. Sultan artık Siverek’e dönemeyeceğini, İstanbul’da ikamet edeceğini bildirir.
Kendisine paşalık ünvanı verir, maaş bağlar. Sultanahmet Camii’ne yakın Akbıyık’ta, bir konağı emrine tahsis ettirir.
Böylece Osman Paşa, artık hayatını İstanbul’da bir rehine olarak geçirmeye başlar. Bu arada Çerkez bir hanımla evlenir. Birkaç yıl sonra da memleketteki eşi Süheyla Hanımı da İstanbul’a getirtir. Süheyla Hanım’dan üç kızı ve bir oğlu olur. Hukuk tahsili yapan Halil, Osman Paşa’nın tek oğludur ve yazarımız Osman Necmi Gürmen’in de babasıdır.
Halil, iki anneli evde, kızkardeşleri yanında iki de Ermeni tehciri bakiyesi kızla birlikte büyür.
Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitiren Halil, bir gün Beyoğlu’nun ünlü pastanesi Petrograd’da, genç bir kıza vurulur. Kızı, Üsküdar Sultantepe’deki konağına kadar takip ettirir. İnce uzun boylu genç kız, Sadrazamlık Özel Kalemi’nde görev yapan, sonra Talat Paşa kabinesinde Osmanlı’nın son Posta ve Telgraf Nazırı olan Haşim Bey’in kızıdır. Haşim Bey’in komşu konağı ise Osman Paşa’nın yakın dostu Kürt Nurettin Beylere aittir. Kısa sürede aile ile temasa geçilir. Narin boylu Rana’nın taliplilerine olumlu cevap verilir.
Halil Bey, memleket geleneği gereğince kız evine, bir kasede başlık gönderir. Ancak çok dindar olan Haşim Bey, kesinlikle bunu kabul etmez. Sonra da uygun şekilde iade eder.
İki gencin mutluluğu, saadeti her türlü maddi değerin üstündedir inancına gore…
SADE BİR DÜĞÜN
Rana’nın isteği üzerine iki genç sade bir törenle dünya evine girerler. Rana, Sultantepe’deki Haşim Bey Konağı’ndan Sultanahmet’teki Osman Paşa Konağı’na geçer.
Sultanahmet’in Rana’nın hayatında özel yeri vardır.
Çünkü Halide Edip’in ünlü nutkunu yaptığı Sultanahmet Mitingi’ne katılmış Selahattin Amcası ile. Burada değişik bir dille konuşan grubun güvenlik çemberine alınmışlar. Merakla amcasına kim olduklarını sormuş, sadık dostları, Kürt hamallar oldukları cevabını almıştır. Yine amcasından, İstiklal Savaşı’nda, İstanbul’daki cephanelikleri, bu adsız yiğitlerin boşaltıp mavnalara yüklediklerini ve Anadolu’ya kaçırılmasını sağladıklarını öğrenmiştir.
Şimdi ise Osman Paşa Konağı’nda aynı dili kullanan ailenin bir ferdi olarak mutluluğa kanat çırpmaktadır.
Gürcü asıllı annesi ile hep sürtüşen Rana, yeni evinde büyük sevgiyle kendisine “Qîza min- Kızım” diyen kayınvalidesi Süheyla Hanım ve evin diğer sakinleri ile kısa sürede kaynaşır.
Halil Bey de, bu arada Siverek mebusu olur Üçüncü Meclis’te. Artık hayatı İstanbul ve Ankara arasında geçmektedir.
Bir sure sonra da Rana hamile kalır. Ailenin sevinci doruktadır.
Ancak, Halil Beyin Ankara’da, Rana’nın baba evinde olduğu bir gün, çıkan yangında Sultantepe Konağı kül olur.
Rana, hamileliğin verdiği duygusallık ve yangının şokuyla büyük bir travma geçirir. Bu da hayatının sonuna kadar, yakasına yapışan bir rahatsızlık şeklinde kendini gösterir…
Rana, l927’de bir erkek çocuk dünyaya getirir. Bu, yazarımız Osman Necmi Gürmen’dir. Narin vücutlu Rana, bu kez de biricik bebeğini emzirememek gibi bir sıkıntıyla karşılaşır. Küçük Osman’ı, evin görevlilerinden birinin eşi olan Hatice, kızıyla birlikte emzirmektedir. Buna rağmen Osman’ın hastalanması, Rana’ya zor günler geçirtir.
Konağın gözbebeği Osman, iyi bir eğitim alır. İlkokulu, Göztepe Taş Mektebi’nde okur. O da babası gibi Saint Joseph Lisesi’ni bitirir. Yüksek öğrenim için gittiği Fransa’da uluslararası ilişkileri okur. 1958’de vefat eden babasının yerine aşiretin başına geçer. 1966’ya kadar çok sancılı geçen dönemde, kan davasında 60’a yakın kişinin ölümüne şahitlik eder. Bu arada, devletteki gücünü artırmak için, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kurulan Adalet Partisi Siverek İlçe Başkanlığı’nı da yüklenir.
Sonra başını dinlemek için,1966’da Bodrum’a yerleşir. Oraya ilk turistik oteli yaptırır. Mavi Yolculuk’u ticari hale getirir. Çiftlik kurar. Yine mafya ile karşı karşıya gelir. Bodrum’dan da Fransa’ya göç eder, Paris’e yerleşir. Evlenir. Burada Avni Arbaş, Fikret Mualla, Sabahattin Eyüpoğlu, Can Yücel, Mübin Orhon, Feridun Çölgeçen, Mehmet Ulusoy gibi ünlü sanatçı ve yazarla arkadaşlık eder. Askerlik arkadaşı Erol Simavi’nin Hürriyet gazetesinde 10 yıl Paris temsilciliği yapar.
Bu arada ilk romanı “L’echarpe d’iris”, Gallimard Kitabevi’nce Fransızca yayınlanır. Türk okura ulaşması ise 1977’de gerçekleşir. “Ebem Kuşağı” adıyla Hürriyet Yayınları arasında çıkar.
Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarını, derin bir tarih bilgisiyle ele aldığı “Rana” ise 2007’de Kanat, 2010’da da Everest Yayınları tarafından yayınlanır. En çok satan kitaplar listesine girer. Günümüzde tüm eserleri, Everest Yayınları’nca okurların hizmetine sunulmuştur.
Osman Necmi Gürmen, 29 Haziran 2015’te Paris’te hayatını kaybetti.
ESERLERİ
Gürmen’in Fransızca ve Türkçe yayınlanan eserleri şöyledir:
1- L’echarpe d’iris (Gallimard Yayınevi- Paris). Bu kitap 1977’de “Ebem Kuşağı” adıyla Hürriyet Yayınları’nda çıktı. 2003’te de Menler Yayinevi de “Delibozuklar Çifti” adıyla yayınladı.
2-Türkçe ikinci romanı “Kılıç Uykuda Vurulur”, 1978’de Hürriyet Yayınları’nca yayınlandı. 1979’da Paris’te, “L’espadan” adıyla çıktı. 1981’de Norveççeye çevrilerek, “Sverdfisken” adıyla basıldı.
3- “Rana”, 2007’de Kanat Kitap, 2010’da da Everest Yayınları tarafından basıldı. 1905-1928 arasında, Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş yılları, Rana’nın kişiliğinde akıcı bir dille, ustalıkla anlatılmaktadır.
4- Türkçe ve Fransızca yazdığı “Muhtedi”, 2007’de Kanat, 2011’de Everest Yayınevi’nce yayınlandı. Eser Japoncaya da çevrildi.
5- “Kılıç Uykuda Vurulur”, 2008’de “Ah vre Sevda” adıyla yeniden Türkçe basıldı (Kanat Yayınları).
6- Hikayeleri, 2009’da “Saint Michel’in Develeri” adıyla basıldı (Kanat Yayınları).
7- “Yaban Gülleri”, 2014’te Gölgeler Kitap’ta çıktı.
MEHMET ULUSOY’DAN ANEKDOTLAR
Osman Necmi Gürmen gibi değerli bir yazardan beni haberdar eden tiyatro sanatçısı ve yönetmeni Mehmet Ulusoy’u (1942 İzmir-7 Haziran 2005 Paris), birkaç anekdotla anmak isterim.
İzmir’de, sanatçının anısına 9 yıldır, “Mehmet Ulusoy Sokak Tiyatrosu Festivali” düzenleniyor.
Ulusoy, 1999’da Bodrum’da tanıştığımızda, bana da “Kürt Prens” diye hitap etmeye başladı.
“Mehmet Ağabey. ne prensi, ben Muş’un Pirkaşên köyünden sade bir garibanım” deyince, her defasında şu cevabı veriyordu:
“Ben böyle uygun görüyorsam öyledir!..”
Mehmet Ulusoy ile Denizatı adlı teknede
Defalarca denizde 600-700 metre açılıp ülke sorunlarını sansürsüz konuşuyorduk.
“Ancak bu denizde, bu kayalıklarda bizi dinleyip başımızı belaya sokan çıkmaz” deyip gülüyordu.
Yedeksubaylığı döneminde yaşadığı bir olay, unutulacak cinsten değildi.
Faşist görüşlü bir subay, eğitim sırasında, derslerde fırsat buldukça Kürtlerin, Sosyalistlerin, Komünistlerin, vatan haini olduğunu dile getiren konuşmalar yapıyor.
Mehmet Ulusoy ve arkadaşları, buna ders vermek için plan yapıyor. Bir gece devriye görevi yaparken, başına çuval geçirip kum torbasına çeviriyorlar. Ondan sonra süt dökmüş kediye dönüyor. Bir daha konunun kenarından, köşesinden geçmiyor.
Sabahtan bira içmeye başlayan Ulusoy, aynı zamanda profesyonel dalgıçtı. Bir gün avucundaki 10’a yakın sigarayı içtikten sonra, denize açıldık. Küçükbük Buruncuk’ta 750 metre açıkta, yarım saatten fazla dalış yaptı. Çıkardığı bir bacağı kırık sandalyeyi de kıyıya getirip çöpe attık. İzmirli Ulusoy dalarken, kendinden geçmiş haldeydi. Beni unutmuştu. Sonra dönüşe geçmek istediğinde beni bekler görünce sitem etti. Teselli için cevap verdim:
Arkadaşını yarı yolda bırakmak, bir prense yaraşır mı ağabey!..
Uluslararası iki değerli sanatçıyı, bir kez daha rahmetle anıyorum…
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.