21 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara16°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

ROJAVA İÇİN

Müge İplikçi

18 Eylül 2014 Perşembe 12:02

2013 Ağustos’unda yazdığım bir yazıda ‘Kürtlerin varlığını sürdürdüğü bir diyar olan Rojava’da El Kaide’ye bağlı grupların kuracakları İslam devleti fikrine mesafesiz bakmak ya da mesafenin rengini saydam tutmak Türkiye’nin hiçbir biçimde uzun vadede kendini iyi hissedebileceği bir durum değildir’ diye yazmıştım. Bugün hâlâ aynı fikirdeyim. Üzerinden bir yıl geçti ve bölgede yaşananlar, özellikle ŞengalliEzidi mültecilerin yaşadığı gerçek, bugün IŞİD olarak bildiğimiz, aynı zamanda bir tür neden ve sonuç olarak tanımlayabileceğimiz durumun da özeti. Dahası bu özetin en büyük faturasını, dünyanın bütün savaşlarında olduğu üzere yine kadınlar ve çocuklar ödüyor. Tam kayıp verileri, yaşamını yitirenler toplanmamış olsa da bugüne kadar yaklaşık 600 kadının rehin tutulduğunu, kimi kadın ve genç kızların IŞİD tarafından başta Katar olmak üzere zengin ülkelerin ‘erkeklerine’ pazarlanıp satıldığını biliyoruz. Üstelik bu kadınların içinde sadece Ezidi kadınlar da yok. Türkmen ve Süryani kadınlar da bu gruba dahil. 

Bölgeye iki günlük ziyaret 

Bu durumu çok net bir biçimde takip etmeme vesile olansa bölgeye yaptığımız iki günlük yoğun programlı bir ziyaretti. Hem halkı hem de yöneticileri kadınlardan oluşan bir heyet olarak ziyaret ettik, onları dinledik. Başta HDP Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, HDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, CHP İstanbul Milletvekili Melda Onur, Mardin Belediyesi Eş Başkanı FebruniyeAkyol olmak üzere, bölgeden ve İstanbul’dan gelen birçok sivil toplum örgütüne bağlı kadınlardan, kadın sendika temsilcilerinden ve kadın gazetecilerden oluşan bir grup olarak Mardin’de toplandık. Oradan Irak’a ve sonra da Suriye’ye geçtik. Bir grubumuz Irak’ın Zaho kentindeki kampa giderken, bir diğer grup ise Suriye’ye, Rojava’daki kampa geçti. Ben de ikinci gruptaydım. Rojava’ya yaptığımız çetrefil ama anlamlı (ve saatler süren) yolculuk boyunca coğrafyadaki tanıklığımı, insanların örgütlü oldukları zaman mücadele etmelerinin de mümkün olduğu şeklinde özetleyebilirim. Bilindiği gibi bölgenin kontrolü, Ezidilerin can güvenliği Kürtlerin oluşturduğu YPG ve YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) adlı silahlı örgütlenmeler tarafından sağlanıyor. 

Kamp 

Kontrol noktalarını geride bırakarak kampa geldiğimiz zaman ilk gözüme çarpan Birleşmiş Milletler çadırlarının etrafındaki çöllüktü. Diğeri ise tek bir ağaç ve tek bir gölgenin olmadığı alandaki çocukların çokluğuydu. Ve elbette oyunbazlığı! Çocuk her yerde çocuktu. Hemen etrafımızı sardılar. Öğrendikleri tek tük İngilizceyle adlarını söylediler. Kimi kadınlar çadırların önünde mavi leğenlerde çamaşır yıkıyordu. Bizi görünce kimi el sallıyor, kimi gülümsüyordu. Çadırların içinde şilteler vardı. Bazı çadırlarda da fanlara rastlamak mümkündü. Hava nefes aldırmayacak kadar sıcaktı. Derken geçen bir ambulans ortalığı iyice toza buladı. Kamp çadırlarının, hatta genel olarak kampın neden toz rengi olduğunu o zaman anladım. Kampın tümü bu tükenmek bilmeyen tozla, nefes kesen bir sıcağın ortasında tuhaf bir serap şeklinde uzanıyordu önümüzde. 

Sonra onları dinlemeye başladık. 

Şengalli Ezidiler’in bulunduğu kamptakilerin en büyük dileği bir gün yine Şengal’e, topraklarına dönmekti. Yaşanan bütün sıkıntılara rağmen hayatlarını devam ettiriyor oldukları için mutluydular. Onlara sahip çıkanlara minnet duyuyorlardı. Barışçıl bir halk olmalarına rağmen yaşadıkları büyük travmanın sonucunda mücadele etmeye karar vermişlerdi. 

İçlerindeki kadınlardan biri kampa ulaşacak yardımlar konusunda sınırların kaldırılmasını istediğini söyledi. ‘Kış geliyor ve bizlerin kışlık eşyalara ihtiyacı var’ dedi. 

Gerçekten bu insanların en elzem sorunlarından biriydi bu. Çadırlarda çok eksik vardı ve yaşamlarını devam ettirebilmeleri için yardım şarttı. 

Ertesi gün gittiğimiz Irak Kürdistan Parlamentosu’ndaki yetkililerden, 1991 yılında Türkiye’nin bölgeye sunmuş olduğu işbirliğinin yinelenmesi ricası geldi. Kürtlerdeki özgürlük arayışının sadece o bölgeye özgü olmadığı dile getirildi ve tüm bu yaşananların bütün insanlığın meselesi olduğu vurgulandı. Yetkililer, tüm bu yaşananlardan sonra seslerini dünyaya duyurmak istediklerini belirttiler. İstekleri çok netti: Yardımlaşma. Bu konuda Türkiye’nin varlığını ise çok önemsedikleri aşikârdı.

İkinci kamp olarak gittimiz Mahmur’da da benzer istekleri duyduk. Biraz daha farklı bir biçimde. Onları da yarın anlatacağım.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.