23 Kasım 2024
  • İstanbul4°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara18°C
  • İzmir15°C
  • Berlin4°C

PYD KİMİNLE HAREKET EDECEK? ÖCALAN’LA MI ESED’LE Mİ

Ceren Kenar

07 Ocak 2013 Pazartesi 08:00

2013 yılı bereketi ve umuduyla geldi. Kürt meselesine dair tüm tarafların sahip çıktığı ve desteklediği bir müzakere süreci başlamış durumda. Barış için müzakere yapan da, yaptıran da şereflidir. Bu minvalde süreci destekleyerek risk alan, küçük ve kısa dönemli siyasi hesaplar uğruna barış ihtimalini ıskalamayan, bu ülkenin en büyük sorununu çözmek için taşın altına elini sokan tüm aktörlere teşekkür borçluyuz. Müzakereleri başlatan Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümet, hükümetin uzattığı eli karşılıksız bırakmayan İmralı ve BDP, uzun süredir Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda önemli katkı sunan Mesud Barzani, kendi tabanına karşı gelme ihtimaline rağmen süreci desteklediğini açıklayan Kemal Kılıçdaroğlu tarihin altın sayfalarında yer almayı hak ediyor.

Malumun tekraren ilamı ile başlayalım: Kürt meselesi sadece Türkiye sınırları içinde düşünülecek bir sorun değil. Sorunun aktörleri bölgesel. Sorunun çözümünü kolaylaştıracak veya zorlaştıracak faktörler yine bölgesel.

Irak Cumhurbaşkanı Nuri el-Maliki’nin keyfi, hoyrat ve despot siyasetine karşı Barzani liderliğindeki Irak Kürtleri için Türkiye stratejik bir ittifaktan daha öte anlam taşıyor. Türkiye, Kuzey Irak Kürtleri için ekonomik, kültürel ve siyasi işbirliğinin yanı sıra, önemli bir güvenlik desteği sağlıyor. Geçtiğimiz haftalarda Tayyip Erdoğan’ın Irak ordusunun Kuzey Irak’a girme ihtimalinde gerekirse Irak Kürtlerini korumak için Türkiye’nin devreye girebileceğine dair sinyal vermesi ile ironik bir şekilde PKK ve Türkiye ordusu aynı cephede buluştu.

Mevcut hâliyle Irak siyaseti ve Kürtlerinin duruşu Türkiye’deki müzakere sürecini destekleyici bir unsur. Aynı şekilde Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesi Barzani’nin kendi tabanı üzerindeki etkisini de arttıracak bir gelişme olacaktır.

Peki, ya Suriye Kürtleri? Türkiye’de müzakerelerin başarıya ulaşması Suriye’deki Kürtleri nasıl etkiler?

Önce süreci hatırlayalım:

Suriye devriminin başından beri Suriyeli Kürtler sürece ihtiyatlı yaklaştı. 2004 yılında Kamışlı’da düzenledikleri protestolar sonrasında, Esed rejiminin demir yumruğunu yalnız göğüslemek durumunda kalan Kürtler bu travmatik haletiruhiye ile bekle ve gör politikası uygulamaya karar verdi.

Bu sırada 2011 yılının ekim ayında Barzani önderliğinde 15 Kürt partisinin biraraya gelmesi ile Kürt Ulusal Konseyi kuruldu. Konsey rejime muhalif Kürt unsurları içeriyordu. Bununla beraber bu tarihlerde, PKK ile ideolojik ve organik bağı olan PYD (Demokratik Kürt Birliği) rejimle gayrı resmî bir ittifak hâlindeydi. 2011 yılında Suriye rejimi 640 PYD tutuklusunu serbest bıraktı. Bu zamanlar PKK’nın “piyasa değerinin” ve pazarlık gücünün en fazla olduğu dönemdi. “Kürt Baharı’nın” Suriye’den rüzgâr alacağı sanısı ile Kürt hareketinin sosyolojik gerçekliği ve stratejiyi çok da hesaba katmayarak aşırı bir özgüvenle hareket ettiği zamanlardı.

2012 temmuzuna gelindiğinde ise resim değişmişti. Kürt Ulusal Konseyi’ne sahanın gerçeği olan ve en örgütlü siyasi ve askerî Kürt gücüyle yani PYD ile barış gerekiyordu, PYD ise Erbil’in sağlayacağı diplomatik ve ekonomik şemsiyeye muhtaçtı. Barzani’nin çağrısı ile Erbil’de biraraya gelen bu iki oluşum ittifak hâlinde olduklarını açıkladılar. Anlaşmanın üç maddesi vardı; 1- Kürt Yüksek Konseyi kurulacak ve Kürt gruplar arasındaki çatışma sona erecekti, 2- PYD sınır ötesinde PKK’ya yardım etmeye son verecekti, ve 3- Suriyeli Kürtler kendi bölgelerindeki rejim unsurlarını temizleyecek ve de facto kendi yönetimlerini kuracaktı.

Kürtler kendileri arasında kırılgan bir ittifak kurdu, ancak muhalefetle tam olarak angaje olmadı. Kürt Ulusal Konseyi muhalefetle diyalog kurarken, PYD sürecin dışında kalmayı tercih ediyordu. PYD lideri Salih Müslim kasım ayındaki Doha toplantısına davet edilmediklerini açıkladı. Aynı tarihlerde röportaj yaptığım Suriye Ulusal Konseyi eski Başkanı Abdülbasid Sayda ise PYD’nin hâlâ bazı bölgelerde rejimle birlikte hareket ettiğini söylüyordu. PYD Suriye muhalefetini Türkiye’nin güdümünde olmakla suçlarken, Suriye muhalefeti PYD’yi rejimin maşası olmakla itham ediyordu.

Yakın tarihte Türkiye sınırındaki Rasulayn’da Özgür Suriye Ordusu ile PYD arasında yaşanan çatışmalar ise Esed sonrası dönemde bölgede olası bir Arap-Kürt ihtilafının derinleşebileceğini gösteriyordu. Ancak Kuzey Iraklı Kürtlerin aksine Suriye’deki silahlı Kürtlerin arkasında Türkiye yoktu.

Tüm bunlar yaşanırken, Suriyeli Kürtlerin kırılgan pozisyonun farkında olan Abdullah Öcalan kasım ayında kardeşi Mehmet Öcalan ile görüşmesinde Suriyeli Kürtlere bir çağrıda bulunarak şunları söyledi: “Suriye Kürtleri altı kenti ele geçirmekle bu sorunu çözemezler. Araplarla, Yahudilerle, Hıristiyanlarla tüm halklarla ilişki içinde olsunlar. Beraber hareket edebilsinler, yapılarını kurabilsinler ki; ancak bu şekilde özerklik anlamını bulabilir.”

Özetle, şunu söylemek iddialı bir tesbit olmayacaktır: Türkiye’de yaşanan müzakere sürecinin başarıya ulaşması Suriye’de olası bir Kürt-Arap çatışmasını engelleyebilir. PYD’yi düşman bellemeyen bir Türkiye Suriye muhalefeti üzerindeki nüfuzunu Kürtler lehine kullanabilir.

Tabii Türkiye’yi bu yönde kullanmak PYD’nin de elinde. Yedi ay sonra ilk defa dün halka açık bir konuşma gerçekleştiren Beşar Esed’in Resulayn’da “teröristlere” karşı kahramanca mücadele eden Kürt halkına teşekkür etmesi manidar. PYD’nin seçimini Öcalan’dan mı yoksa Esed’den mi yana kullanacağını ise hep birlikte göreceğiz...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.