23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara11°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

PKK’NIN İKİLEMİ

Etyen Mahçupyan

01 Aralık 2013 Pazar 08:47

İdeolojik temeli olan ve hak mücadelesi yapan siyasi hareketlerin er veya geç içine girdikleri sıkıntılı bir durum var.

Çözüm ihtimalinin belirginleşmesi ve o yönde ilerleme adımları atılmasıyla birlikte, bu türden siyasi hareketler sabırsız, tedirgin ve tabiri caizse ‘sinirli' oluyorlar. Uğruna mücadele edilen meşru idealler sahnedeki yerlerini korusa da, zihinleri ‘biz ne olacağız' sorusu işgal etmeye başlıyor. Çünkü ortada bir kurumsal yapı ve muhtemelen birbirine sıkı bağlarla bağlı bir cemaatsel yaşam var. Geçmişte örgütsel yapının idame edilmesi süren mücadelenin doğal sonucu iken, şimdi örgütün kendini yeniden üretmesi farklı bir ‘mücadele' tanımı yapılmasını gerektiriyor.

Bu hiç de kolay bir dönüşüm değil… Çünkü büyük haksızlıkların karşısına dikilmiş olmanın sağladığı prestij, bu haksızlıkların sona erme ihtimalinin belirmesi ve söz konusu beklentinin yaygınlaşıp sıradanlaşması ile birlikte zayıflayabiliyor. Siyasi hareketin taban nezdinde işlev ve anlam kaybına uğramasına neden olabiliyor. Böylece hak arayışının verdiği meşruiyeti aynı düzeyde sürdürmek zorlaşıyor… PKK da böyle bir geçiş sürecinin eşiğinde. Ama PKK için durum daha karmaşık, çünkü sadece Türkiye'de Kürt kimliğine eşitlikçi ve hakkaniyetli bir statü kazandırma ile örgütün geleceğinin ne olacağı sorusu arasında kalmış değiller. Eğer böyle olsaydı çözümün ‘sivilleşme' sözcüğü ile açıklanabileceğini söyleyebilecektik. Açıktır ki silah bırakan ve sivilleşen bir PKK'nın, hele bunu hızlı bir biçimde yapabilirse, önümüzdeki dönemde Kürtlerin yoğun yaşadığı Doğu ve Güneydoğu'da birinci parti olması, bölgede yeniden canlanmaya çalışan siyasi hareketler üzerinde hegemonya kurması en muhtemel sonuç.

Ne var ki PKK'nın bazı avantajları geleceği daha karmaşık hale getirdiği ölçüde bir dezavantaja da dönüşebiliyor. Söz konusu avantaj örgütün Ortadoğu'nun dört ülkesinde birden örgütlenmiş olmasıdır. Bu sadece PKK'nın stratejik bakışını ve arayışını etkileyen bir unsur değil. Doğrudan “PKK'lılığın” tanımını ve beşeri içeriğini de belirleyen bir faktör. Çünkü PKK içinde dört ülkeden de insanlar var ve hiyerarşinin çeşitli kademelerinde görev alıyorlar. Dolayısıyla PKK'nın gelecek stratejisini salt Türkiye üzerine oturtması pek gerçekçi değil. Ama yine de bunun büyük bir zorluk teşkil etmeyeceği, sonuçta örgütün her ülkede demokrasi ve özgürlük peşinde olduğu öne sürülebilirdi. Yeter ki hareket ‘sivilleşmeyi' her coğrafya parçasında geçerli olabilecek bir yeni siyaset çerçevesi olarak hayata geçirebilsin.

Ancak sıkıntı tam da burada… Çünkü Ortadoğu belirsiz bir süre daha kimliksel çatışmalara sahne olmaya aday. Kimse bundan on yıl sonraki devletler düzenini veya sınırları öngörecek halde değil. Ayrıca bu belirsiz geleceğin barışçı bir müzakere sürecini ima etmediği de açık. Kısacası PKK'nın önünde iki yol var: Ya sivilleşecek ve kendisini Türkiye ile sınırlayacak, ya da tüm bölgeyi kendi siyaset alanı olarak görüp silah bırakmayacak. Ancak tüm bölgeyi hedef alıp silah bırakmadığı durumda, eğer AKP hükümetleri şu anki reform çizgisini sürdürürse, PKK'nın Türkiye'yi ‘kaybetmesi', yani Kürt siyaseti üzerindeki hegemonyasını yitirmesi şaşırtıcı olmaz. Bu durumda ‘tüm bölgede' siyaset hedefinin zaten pek gerçekçi olmayabileceği ortaya çıkıyor. Günümüzün sıcak konjonktürünü düşündüğümüzde bunun anlamı PKK'nın Türkiye ile Suriye arasında bir tercih yapmak zorunda kalabileceğidir. Ancak bu ikilem aşılmaz gibi de durmuyor. Varsayalım ki Türkiye'de hükümetin reform sürecini yavaştan alması PKK'nın çatışmacı bir söylemi ayakta tutmasını sağladı. Dahası Türkiye'nin Rojava siyaseti de Kürtlerde tepki üretmeyi sürdürdü… Bu durumda PKK'nın hem silah bırakmayıp hem de Kürt siyaseti üzerindeki manevi prestijini sürdürmesi mümkün olabilir. Böylece örgütün ‘çok ülkeli' yapısı korunurken, ona toplum nezdinde anlamlı bir işlev de yüklenebilir. Ancak ne pahasına? Unutmamak gerek ki böyle bir ‘anlamlı işlev' bir tür çatışma ortamını ima eder ve bu da örneğin yerelin güçlenmesini, muhtemel bir ‘demokratik özerklik' yapılanmasını gündem dışına atar. İyi de sivilleşme olduğu takdirde gerçekleşme şansı çok yüksek olan bu gelişmenin ertelenmesine Türkiyeli Kürtler nasıl ikna olurlar?

PKK'nın önündeki üç hedefin üçünün birden hayata geçmesi imkansız görünüyor. Gerçekçi olunacaksa örgütün beka kaygısı nedeniyle silah bırakmayacağı ve Kürt siyaseti üzerindeki hegemonyasından da vazgeçmeyeceği öngörülebilir. Ama bunun maliyeti yerel yönetim reformunun ertelenmesidir ve sorumluluğun Kürtler nezdinde PKK'ya düşme ihtimali epeyce yüksektir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.