PKK SEMPATİZANLARI İLE BARIŞMAK
Hilal Kaplan
27 Aralık 2009 Pazar 15:21
PKK sempatizanı olan Kürtlerin, Kürt vatandaşların çoğunluğunu oluşturmadığı bir gerçek. Ancak esas farkına varmamız gereken Kürt meselesini çözeceksek sadece demokratik hak ve özgürlüklerin tesis edilmesi sayesinde ikna olabilecek Kürtlerle değil, PKK ve Öcalan’ın durumu hakkında da ikna edilmesi gereken Kürtlerle beraber çözebileceğimizdir. Yaklaşık 2,5 milyon insandan söz ediyorsak, onların eğilimlerini istişare alanından dışlayarak çözüme ulaşamayacağımız çok açık.
PKK sempatizanlarına dair Kürt olmayanların muhayyilesi genelde iki kavram üzerinden çalışıyor: “Kandırılmış” ve/veya “rehin alınmış”. İlki Kürt vatandaşların PKK tarafından kandırılarak, ikincisi ise PKK’nın zoru ile örgüte sempati duydukları söylemini temsil ediyor. Kısaca, bir ideolojik fantezi olarak “saf ve masum Anadolu insanı”na göndermede bulunuluyor ve kandırılmışlığa ve/veya rehin alınmışlığa giden yollar kesilirse PKK’nın da halk nezdindeki sempatisinin bertaraf edileceği savunuluyor. Yani saf olduklarından ötürü kandırılmışlar ya da masumlar çünkü rehin alınmışlar.
Bu argümanın kendisi daha önce de bahsettiğim gibi bir tür “wishful thinking”. Olanla yüzleşmekten kaçınıldığı için inanması daha kolay bir “böyle olmalı” tahayyülü üretiliyor. Yani temenni olana, gerçek muamelesi yapılıyor. Böyle olunca da ‘olan’a dair gerçekçi bir siyasal söylem kurulamıyor. PKK sempatizanı Kürtlerin çoğunluğunun kandırılarak ya da zorla değil, mevcut toplumsal koşullar dahilinde bilerek ve isteyerek PKK sempatizanı olduğu gerçeğini teslim etmemiz gerekiyor. Kendimizi ‘kandırmanın’ âlemi yok. Bu gerçekle ne kadar çabuk yüzleşirsek, ülke geleceği adına da o kadar hayırlı olur.
Bazı yazarlarımız ise kitleler üzerindeki etkilerini fazla mı abartıyorlar yoksa bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama bildiğim, PKK sempatizanı Kürtler ile PKK arasındaki ilişkinin dinamiklerinin sırf biz öyle yazdık ya da temenni ettik diye değişmeyeceğidir. Şu anda pek çok PKK sempatizanı Reşadiye saldırısını anlamlandırmakta güçlük çekiyor. Aynı şekilde DTP’nin sine-i millet kararına da tabanlarının ekseriyeti destek vermiyordu. Bu anlamda farklı biçimlerde aynı tabana hitap eden DTP’ye ve PKK’ya karşı eleştirel bir mesafe en azından zihinlerde konmuş durumda. Ancak bu mesafe son kertede PKK ile sempatizanları arasında bir uçurum olduğu ve mezkûr kitlenin PKK’yı yalnızlaştıracağı anlamına da gelmiyor. Zira Kürtlerin istekleri ile Kürt ‘örgütlü’ siyasetinin istekleri arasında bazı demokratlarımızın varsaydığı kadar büyük bir uçurum yok. Bu anlamda Kürt meselesinin PKK sayesinde bugünkü noktaya geldiğini düşünenler, gelecekle ilgili beklentilerinde PKK’yı dışlama gibi bir yola meyletmiş değiller. Bu anlamda PKK sempatizanı Kürtler açısından mesele sadece Kürtçenin ve Kürt kimliğinin özgürleşmesi değil, aynı zamanda bu özgürleşmenin ‘nasıl’ olacağı. Ki bu ‘nasıl’ın içeriğini de açılım sürecinde Öcalan ve PKK’ya nasıl tavır alındığı dolduruyor.
Mevcut durumda Kürtler, özgürlükler hususunda açılım yapmaya çalışan devlet ve vefa borcu ile bağlandıkları PKK arasında sıkışmış durumdalar. “PKK’yı ver, haklarını al” gibi bir yaklaşımla mevzuu ele almak korkarım ki Kürtlerin ancak daha da militarist bir biçimde PKK’ya bağlanmasına yol açıyor. Evet, demokratik bir kamuoyu oluşturma noktasında Kürt siyasetinin çıkmazda olduğu tesbiti doğrudur. Fakat yine de gayrı Kürt kamuoyunun “haydi demokrat Kürtler işbaşına” çağrıları çare değil. Bilakis bu tavır zaten yıllardır efendilik taslanmış bir halkı daha da içine kapalı bir cemaat haline getirme potansiyelini taşıyor.
Kürtlerin farklılıklarını ön plana çıkarması için AKP’nin Kürt siyasetini rahatlatması iyi bir zemin oluşturabilir diye düşünüyorum. Bu zemini oluşturmak içinse devletin savaştığı ve bu yüzden de barışması gereken tarafın PKK olduğu gerçeğini görmek şart. Yoksa hükümetin demokratik hak talep eden Kürtlerle savaştığını ve dolayısıyla kendi vatandaşı ile barışmak istediğini düşünmüyoruz, değil mi? Bu minvalde “son terörist etkisiz hale getirilene dek savaşmak” ve açılımı sadece “tasfiye” sözcüğüne indirgemek gibi söylemler barışın önünde engel oluşturdukları kadar Kürtlerin devlete duyduğu güvenin sarsılmasına ve demokratik bir ortamın oluşmasına da engel teşkil ediyor.
Tüm yükü AKP’ye de yüklemeyelim çünkü AKP’nin siyaseten barışın yolunu açabilmesi, toplumsal hayatta barış fikrinin tesis edilebilmesiyle doğru orantılı. Zira barış, sadece savaşın yokluğu değildir. Barış, aynı zamanda düşmanlığın yokluğudur.
Türkiye halkının PKK’ya karşı duyduğu nefreti anlamak güç değil. Fakat aynı şekilde bazı Kürtlerin PKK’ya karşı duyduğu vefa duygusunu anlamak da güç değil. (“Başörtülü Kürt Kızı Roja Hakkında” yazımda bu vefa duygusunu anla(t)maya çabalamıştım). Bu iki anlaşılması kolay duygunun düşmanlığa sebebiyet vermeden birarada var olmasının imkânını aramak oldukça güç ama yapılması gereken de galiba bu. Bu yoğun duyguların zıtlığına rağmen birbirimizi kabullenmek, düşmanlığı bertaraf edecek panzehiri de içinde taşıyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.