22 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır7°C
  • Ankara12°C
  • İzmir15°C
  • Berlin2°C

PKK İLE SİYASÎ MÜCADELE

Hilal Kaplan

29 Ağustos 2012 Çarşamba 04:50

Örtülü bir darbe süreci olan 1993 yılında kaybettiğimiz değerli siyasetçilerimizden Adnan Kahveci, aynı yıl hayatını kaybeden Turgut Özal'ın sağ koluydu. Geçen yazımda bahsettiğim 1992'deki kanlı Newroz sonrası o meşhur Kürt raporunu hazırlamaya girişmişti çünkü meselenin sadece terörden ibaret olmadığı, güçlü bir halk tabanını da içerdiği aşikârdı. Ve sivil vatandaşlarla, eli silahlıların anladığı dilden konuşmak sadece eli silahlıların meşruiyetini artırmaktaydı.

O raporda Kahveci bugüne de ışık tutan şu cümleleri kâleme almıştı:

- Kürt sorunu bugün Türkiye'nin gündeminde enflasyon ve işsizlikten çok daha önemli bir boyut kazanmıştır. (Enflasyonun %70'leri bulduğu zamanlar – H.K.) Sorunun çözümü için somut ve kapsamlı öneri üreten hemen hemen yok gibidir. Ayrıca hiç kimse kusurlu olduğunu kabul etmemektedir. Sorunun bugüne kadar çözülememesinin tek sebebi Türkiye'nin bunu çözecek demokratik olgunluğa erişememiş olmasıdır.

- Demirel-İnönü hükümeti Kürt sorununun çözümünü yine zamana bırakmıştır. Sorunun çözümünü zamana bırakmak yapılabilecek en büyük yanlıştır. ANAP'ın başlattığı çözüme dönük uygulamalar şimdi tamamen durdurulmuştur. ' Milletimiz buna hazır değil' bahaneleriyle somut demokratik adımlardan kaçınılmaktadır.

- Türkiye basınıyla, aydınıyla 'İşbaşında DYP- SHP koalisyonu var' diye susuyorsa, bu, çok büyük sorunlara gebeyiz demektir. Eğer Kürt sorununa ciddi teşhis konmaz, ciddi çözümler uygulanmazsa Türkiye iç harbe sürüklenir. Herkes korkup sessiz kalırsa Türkiye felakete doğru gidecektir. Şehit olan her asker ve polisten sonra Kürtlere karşı ayrımcılığın arttığının belirtileri vardır. Hızla artan bu gidişi durduramazsak iç savaşa sürüklenmemiz kaçınılmazdır.

Kahveci'nin tesbitleri aradan geçen yirmi yıla rağmen mıh gibi olduğu yerde duruyor. Rapordaki tüm çözüm önerilerine katılmamakla beraber, sürecin bıktırıcı bir benzerlikle devam ediyor olması meselenin siyasî boyutuna gerektiği kadar ağırlık verilmediğini gösteriyor. Gelinen noktada, PKK saldırıları devam etmesine rağmen gerçekleştirilen seçmeli dil dersi uygulamasının önemini -yeterli olmadığı kaydını düşerek- teslim etmek gerekir. Ancak reformist adımlar hızlandırılmalıdır.

Devlet ile PKK arasındaki aslında bir nevi 'prestij' mücadelesi aynı zamanda. Temmuz 2011'deki Silvan saldırısı sonrası, özellikle PKK'nın yol açtığı sivil ölümleri sebebiyle psikolojik üstünlük devletteydi. Ancak Uludere'de kaybedilen canlara devletin süreci yönetmedeki başarısızlığı da etkilenince bu sefer de PKK, devletin değişmediği ve silahlı direnişin hâlâ haklı ve meşru olduğunun kanıtı olarak bu elim hadiseyi sömürdü. Antep saldırısı sonrasıysa psikolojik üstünlük yine devlette ama oynanılan bir futbol maçı değil ve hayatlar söz konusu... Kahveci'nin dediği gibi sorunu zamana bırakmak, derde deva olmayacaktır.

O yüzden PKK ile mücadelenin siyasî boyutunu güçlendirmek lazım. Örneğin MHP lideri BDP'li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını teklif ediyor ve ana muhalefet partisi, sözümona "yeni CHP" de bu teklifi destekleyeceğini ilan ediyor. BDP'nin böylesi bir hukukî yaptırımı hak edip hak etmediğini bir yana koyarak soruyorum: "Askerî çözüm sürecindeyiz" diyen PKK'lı Duran Kalkan'a, PKK'nın siyasî alandaki temsilcisi olan BDP'lileri meclisten kovup hapse tıkmaktan daha güzel bir hediye sunulabilir mi? BDP'nin sadece 36 vekil ve 99 belediyeden daha fazlasına, partiye oy veren milyonlara tekabül ettiğini, siyasal alanı kapatmanın 'askerî çözümü' tek çare kıldığını akıldan çıkarmamak gerekiyor.

BDP tabanı PKK'nın kendilerini katılmaya çağırdığı "devrimci halk savaşı"na teveccüh göstermeyerek, geri kalan toplum kesimleri de PKK-MİT kayıtları ortalığa saçılmasına rağmen hükümeti menfi yönde etkileyecek herhangi bir ses çıkarmayarak barış ve sükunun tesisinden yana olduklarını ortaya koymuştur. Kürt meselesi çözüm yoluna girdikçe, PKK'nın saldırgan tutumu gittikçe daha da fazla göze batacak ve tabanı kaybetme korkusu baş gösterecektir. Bir nevi zaten gasp edilmiş hakların iadesi anlamına gelecek reformlarla, PKK da fiilen silahtan vazgeçmeye zorlanmış olacaktır. Fakat bunun için güçlü bir siyasî iradeye ve tutarlı bir devlet ciddiyetine ihtiyaç olduğu kesin...

Bu, silahla 'konuşan' PKK ile askerî yönden mücadele edilmemesi gerektiği anlamına elbette gelmez. Lâkin salt güvenlik önlemleriyle atlatılabilecek bir süreçten geçmiyoruz. PKK ile mücadelenin psikolojik ve siyasî yönünü en az askerî veçhe kadar önemsenmesi icab ediyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.